26 Haziran 2014 Perşembe

Çetin Çeto: ''Şefkat Tepede'' Dağları Bekleyen Kız

Başlığı ilginç bulduğunuzu zannediyorum. Şefkat tepe bildiğiniz üzere cemaatin kanalında yayınlanan ve güncel konulara değinen bir televizyon dizisi. "Dağları Bekleyen Kız" ise ilk baskısı 1937 yıllında yapılmış, Esat Mahmut Karakurt tarafından kaleme alınmış bir hikaye kitabı.


Şefkat Tepe adlı diziden pek dem vurmayacağımı belirtmek istiyorum. Birçoğumuzun özellikle izlemekten kaçındığı, konusu ve konu içi mantıksızlığı, absürd derecede yavanlığı ve provakatif yönü ile bildiğimiz tipik bir "Anadolu'dan Görünüm 'ün " dizi versiyonu. Bu kısa yazıda "Dağları Bekleyen Kız" adlı hikayeden bahsetmeye çalışacağım. Şefkat Tepe ile olan ilgisi yazı bütünlüğü içerisinde kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Yine de Kemalistler ile İslamcıların ortak ruh hallerini yansıtması bakımından bir örneği veremeden geçemeyeceğim. "Dağları bekleyen Kız "adlı hikayede Ağrı Dağının 5000 metre yükseklerine uçak indiren güç ile " Şefkat Tepe" de dizi boyunca birkaç karakterin 10000 kişiye yakın kişiyi öldüren gücünü kardeş kılan kendi mevcudiyetini başkasının yokluğunda gören anlayıştır. Neyse; biz hikayemize dönelim.

"Karaköse vilayetinin bir kasabasındayız. Köklü ve büyük bir eşkiyalık olayı hükümetçe takip ediliyor. Gübreden yapılma evleri, bir katırın güçlükle geçebileceği çamurlu sokakları ile bu ortaçağ kasabası tarihi günler yaşıyor " .

Yazar kitabına bu cümlelerle başlıyor. Kasaba dediği yer daha dün vilayet merkezi olan Bayazıt, Karaköse dediği yerde bu vilayete bağlı küçük bir Ermeni köyü idi. Gübreden evler meselesine gelince, Bayazıt vilayeti tarihi İshakpaşa Sarayına sırtını dayamış tarihi bir kent. Yazar cumhuriyetin aydınlatıcı yüzü ile okuyucu çoşa kaldırmaya çalışmak için, daha hikayenin başında karanlık bir atmosfer, bir ortaçağ sahnesi hazırlamaya koyuluyor.
"Buranın yalnız insanları değil havası da vahşi. Şu dağlardan gelen seslere bakın! Ne korkunç."

"Kumandan "yerliler" tarafından misafir edilmemizi emretmiş."

"Adnan kaputu çıkardı. Kurmay başkanı: Aman paşam Adnan adeta Afrika vahşilerine benzemiş."

"Şu ordudan kovulan Arap İhsan'ın mı?"

Fazla uzatmaya gerek yok kanımca. Yazar kitap boyunca Ağrı'da yaşayan insanları aşağılıyor, vahşi, yabani, medeniyeten uzak karakterler olarak resmediyor. Kitapta "Kürt " kelimesi hiçbir şekilde geçmiyor, bu kelimenin yerine "yerli" kelimesi ikame ediyor. Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur. Yerli kelimesi orada yaşayan insanlar anlamında değil, Amerikan-Kızılderili ilişkisinde beyaz olmayan anlamında kullanılan hegemonik ırkçı tabire denk düşen anlamdadır. Üsteğmen Adnan yerli bir çoban kılığına girdiğinde, kurmay başkanın onu Afrika vahşilerine benzetmesi de bu bakış açısının tezahürüdür. Yazar ayrıca isyanın önderlerinden Bitlisli Cibran aşiretinden İhsan Nuri Paşa'yı Arap İhsan olarak takdim ediyor. Burada ki amaç; "yerli"lerin komuta edemeyecek kadar vahşi olduklarını belirtip, başka bir etnisiteyi de es geçmeyip düşman potasına sokmaktır. Yazarımız işte böyle becerikli biridir. Kitaba dönecek olursak;

Adnan Bey'in nerede misafir edileceği tartışmasına bir teğmenin verdiği cevap manidardır.

"Sermet Beyin misafir olduğu evde yatsın. Zaten Mahmut Efendi (devlet yanlısı yerli) bir iş için dün Erzurum'a gitmiş. Zavallı genç kız evde annesi ile yalnız kaldı. Korkar, yazıktır biçareye." Odanın içinde gülüşmeler oluyor.
Bahsi geçen kız Nerime'dir. Az önce böylesine dalga konusu edilen genç kız, ilerleyen sayfalarda subay olan Sermet Bey ile evlenecektir. Burada dikkat edilmesi gereken iki husus olduğuna inanıyorum.

Birinci husus Nerime adlı kızın babası Mahmut'un içinde bulunduğu durum. Kürtlerin namus olgusuna olan bağlılığı nazara alındığında, Mahmut'un kızını evde yabancı bir erkekle baş başa bırakıp Erzurum'a gitmesi şüphesiz zihnimizi kurcalayacaktır. Ama sonrası yıllarda Zila Katliamının sorumlularından Salih Omurtak Paşa'nın tanık anlatımlarına göre; bazı Kürt ağa ve beylerini içkili sofralarda dansöz gibi oynatması Mahmut'un durumuna denk düşen bir olaydır. Bu olayları bir şekilde atlatan bu kişilerin ilerleyen yıllarda yeni bir yönetici sınıf olarak (belediye reisi, vekil) yerlilerin karşısına çıkmasına şaşılmamalıdır. Gelenekselleşen bu durum günümüze farklı ihtivalarla çıkmaktan usanmamıştır.

İkinci hususa gelirsek; kitapta Nerime Sermet'in, Zeynep Adnan'ın kollarına atılmaktadır. Amerikan filmlerinde sıkça görebileceğiniz bir olgudur aslında. Beyaz- yerli ilişkisi hep kadının sahiplenmesi üzerinde şekillenir. Kadın üzerinden "yerli " terbiye edilir, çağdaşlığın kapısı böylece açılır. Bu durum Şefkat Tepe adlı dizide de aynı şekilde devam etmektedir.

Kitapta "hiç Kürtçe bilmeyen Adnan Bey " ajan olarak isyancıların arasına sızmış, kendini çoban olarak tanıtmıştır. Bilgi toplamada hünerlerini bir bir gösteren Adnan Bey sonunda ajan olduğu anlaşılmış ve esir düşmüştür. Kahpe Bizans filmlerinde alışılagelindiği üzere yakışıklı beyimiz yine bir kızı kendine aşık etmiştir. Kız onu vahşi yerlilerin elinden kurtarmıştır. Bu kız orduya kök söktüren ,kitabın birçok yerinde kahpe, kancık olarak adlandırılan Zeynep'ten başkası değildir. Zeynep isyan önderlerinden Şeyh Fuat'ın kızıdır. Amerika'da tahsil görmesine rağmen isyana katılmıştır. Gözü karalığı ve acımasızlığı ile nam salmıştır. Ama Adnan Bey'in çakır gözleri onu bu sevdadan vazgeçirmiş, onu medenilerin safına katmıştır. Zeynep'in yardımları ile babası Şeyh Fuat, annesi ve kardeşleri yakayı ele verir. İdam edilirler. Şakiler toptan imha edilir. Zeynep devletin şefkatli kollarında affa uğrar.

Kalamış koyunda mehtaplı bir gece.

Masmavi bir gökyüzü pırıl pırıl yanan yıldızlar.

Korkutucu bir ortaçağ atmosferi ile başlayan kitap, aydınlıkçı bir Kalamış gecesi paragrafı sona doğru evrilmeye başlar.

Kızıl ve nemli dudaklar büyük bir heyecanla birbirlerine yaklaşıyor, dokunuyor, tutuşuyorlar. Zeynep ve Adnan'ın bindiği sandal avare bir gönül gibi, ağır ağır suların üstünden akıp gidiyor. SON.

Kitap böylesi büyük bir sorunu şehvetimsi bir sonla sonuçlandırıyor.
Şimdi kitap ile diziyi yan yana koyduğumuzda niyet olarak pek fazla bir farklarının olmadığını görürüz. Kemalistler ile Türk İslamcıların aslında Kürtler konusunda aynı düşünüp, sadece hayat tercihlerinde farklı yaşayan küs kardeşler olduğunu görürüz. Anlaşamadıkları konu; babaları İttihat ve Terakki'nin mirasıdır. Bu durum hiçbir şekilde göz ardı edilmemelidir.

Başka bir durumda ülke gündemine damgasını vuran Kürt sorununa olan yaklaşımdır. Bu yaklaşımlar özü itibari ile siyasi olmakla beraber yön veren ana husus ırkçılıktır. Siyasi hassasiyetler, emeller, gelecek öngörüleri, et tırnak muhabbetleri bu gizil ırkçılığı saklayabilecek soslar olarak görülmelidir. Kültürel haklar konusu gündeme gelince bir kısım solun ABD emperyalizmini dilline pelesenk etmesi ile İslamcıların ümmet anlayışı hep bu gizil ırkçılığı gizlemede saklama kabı işlevi görür. Görmek istedikleri Kürt, Zeynep'tir çünkü. Bir üstünlük travması, Bir Adnan Bey olma sendromu yaşarlar.

Kısacası; Kürtleri Şefkat Tepede Dağları Bekleyen Kız olarak görürler.

15.09.2013 23:30:23

Kaynak: http://blog.radikal.com.tr/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder