7 Haziran 2014 Cumartesi

Ahmet KAHRAMAN: Tabela, heykel ve dağa çıkan Kürtler

Dünya şöhreti Türk Başbakanı Recep Bey, Ağrı’da Kürtlerin gözüne sokularak ismi anıtlaştırılan Osmanlı’nın son paşalarından Kazım Karabekir’in, Kürdistan’ı işgal eden Ruslarla çarpışa çarpışa kurtardığı şehirleri sayıyordu.


Oysa, Recep Bey'in kendine "ecdat" tayin ettiği Osmanlı ve onu darbeyle devirip saltanatı ele geçiren "ataları" dolayısıyla tek kişilik ordu Karabekir Ruslar'a bir tek kurşuncuk bile atmamıştı. "Ecdat" 1914 yılında, Rusya'yı işgal ve ganimetlere konma hayaliyle, 120 bin kişilik ordusunu Sarıkamış dağlarına yığmış, aynı kış, akibetini, savaşların evrensel tarihine "durduğu yerde kara, dona ve bitlere yenilen ilk ve tek ordu" tanımıyla yazdırmıştı.
Ruslar, ertesi kış misillemeye geçmiş, Kürtlerden başka hiç bir engelle karşılaşmadan Kürdistan’ı işgal etmiş, 1917 İhtilali'nden sonra da, geldikleri gibi kendiliklerinden çekip gitmişlerdi.

Ama, hayali zaferlerle övünmeyi pek sevenler, olmamış savaşlar komutanının adını, Ağrı’da Kürtlerin gözüne sokuyorlardı. Osmanlı paşasının anıtsal adı neye? Bu sorunun cevabı basittir.
Tekrar olduğu için beni bağışlayın ama, o hayali, tarihin bu yüzü hayali olan bir yerde, TC’nin, "yedi düvelle çarpışa çarpışa kuruldu" övünmesi de hayali hikayedir. TC’nin Haritasını Britanya çizdi. 23 Temmuz 1923’de de Fransa ile birlikte onaylayıp, dünyaya ilan ettiler.

O günden sonra, can korkusundan din değiştirmiş yerli halklar ve Balkanlardan getirilen göçmenler, "kıtlık ve kuraklıktan kaçan Orta Asyalı saf kan Türk" ilan edildiler. Bir tek Kürtler, dönme ve dönekliğe itirazla, "hehangi bir yerin göçmeni değil, ülkemin yerlisi ve kendinim" diyerek, kendilerini inkara yanaşmadılar.

Kürtlerin, "eşkıyalık" (henüz terörist deyimiyle tanışmadıkları için) hikayesi o gün, bu nedene dayalı olarak başladı. Sonrası, günümüze sarkan Kürdistan’ın kırım ve yangınlarla fethi çabasıdır…
Kürdistan’ın tarihi, o günden beri soykırıma karşı direniş olan dağa çıkıştır.
 Cumhuriyetin paşaları, direnişilere karşı fetihçi zulümleriyle kariyer yaptılar. Kimilerinin adı zulüm alanlarında, korkuluk niyetine tabela oldu. Kandan, "iftihar" arayanlara onursal övünme abidesi yapıldı.
Karabekir ve daha sonra Özalp’taki katliamdan suçlu bulunup hapse atılan ve orada delirerek ölen Mustafa Muğlalı’nın adı, Ağrı'da hala Kürtlere göz dağıdır.

Ağrı ve Zilan tepelerinde bebek, ihtiyar katliamı yapan Salih Omurtak, bu sicille Genelkurmay Başkanlığına yükseldi. Adı, eseri olan Zilan soykırım alanına sığdırılamadığı için olmalı, kışlalara ve Genelkurmay toplantı salonu kapısında tabeladır, onun. Dêrsim kırımının yöneticisi Abdullah Akdoğan’ın ismi aynı yerde korkuluk oldu. Çetebaşı Topal Osman'ın heykeli Giresun’a dikildi. Atatürk'ün "özbe öz Türk manevi evladı" Sabiha Gökçen, gerçek hayatında, katledilmiş Antepli Ermeni ailenin kızı Hatun Sebilciyan’ındı. Ona Dêrsim'i bombalatıp, eline kan bulaştırdılar. Sonra adını da İstanbul’da havaalanına verdiler.

1980’ler sonrasının pek çok Generallerinden pek çoğunun adı, Kürdistan'daki kışlaların tabelasıyla insanlığın gözüne sokuluyor. Kim bilir, belki günün birinde Genelkurmay Başkanı General Necdet Özel ve amiri Recep Tayyip’in ismi de Roboskî’de dikilecek bir direğe asılır…
Ama yanına tünemiş "pum" kuşunu andıran bir Erdoğan heykeli de dikilerek…

Ve yine kim bilir, belki de Erdoğan’ın silüetini, gelecek kuşaklar unutmasın diye Kürtler dikerler. (Sırbistan'da soykırım yapan Osmanlı paşası heykeli gibi) Çünkü, ondan öncekiler, kendilerini gizlemediler. Kürtlerin deyimiyle "hımber" (doğrudan) karşıdan geldiler.

Ama bu, din ve imanı da kullanarak, sinsice tuzaklar kura kura, 1920’lerin yolunda ilerliyor. Kırım yapma imkanı kalmayınca, toplu tutuklamalar ve insanlık vicdanını sızlatan hapis cezaları kesiliyor, cinayetler eskilerinki gibi yine "faili meçhul"le serbest…

Diyarbakır İnsan Hakları Derneği'nin 2012 yılı rakamlarıyla, 10 yıllık iktidarında katledilmiş çocuk sayısı 183 tane, am o en son, dindar kisvesinde dağa çıkan (o kendisine yakışanla kaçırılan diyordu) Kürt çocuklarının yasını tutuyordu. Topluca katledilen Roboskîli çocuklar, 183 rakamına dahil değildi. Aralarında memedeki bebeklerin bulunduğu çocukların katilleri belli, onun yönetim dilinde ise "failler meçhul"dü.
 Tek kişilik hükümranlığının adalet teşkilatı, onun üç gün önceki dağa çıkmaya karşı "B ve C planı"nı emri gereğince, yeniden ev ve okul baskınlarıyla, rehine avında, öbür yanda insanın kanını donduran cezalar kesmedeydi.

Türk adaletinin kurbanlarından Bingöllü Gülsüm Koç, henüz bir çocuk, lise de öğrenciydi. Kimliği, kişiliği bilinmeyen bir "gizli tanık" ifadesiyle ömür boyu ağırlaştırılmış hapse ek olarak 26 yıl 8 ay hapse mahkum ediliyordu.
Ve Erdoğan, "analar ağlamasın" diyerek bizimle alay ediyordu. Gülsüm Koç’un annesi Derdê, bu insanlık trajedisini ağlayarak anlatırken, zulüm rejiminin Kürtlere dağa çıkmaktan başka seçenek bırakılmadığını açıklıyor, şöyle diyordu:
"Analar ağlamasın diyor, Müslümanlıktan bahsediyorsunuz, insanlıktan merhametten bahsediyorsunuz, bu kızıma reva görülen ceza hangi vicdana, hangi dine hangi merhamete sığar? Şimdi bir de tutturmuşlar çocuklar dağa kaçırılıyor. Çocuklar dağa kaçırılmıyor, çocukları dağa bu devletin sistemi ve hukuku gönderiyor."
Erdoğan, Kürtler eliyle zulmün evrensel tarihinde heykelleşmeyi haketmiyor mu?


YENİ ÖZGÜR POLİTİKA GAZETESİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder