30 Haziran 2014 Pazartesi

Halil Aksoy: 'Cezaevlerindeki sorunların çözümü kapılarının açılmasıyla olur

Cezaevlerine bir dizi ziyaret gerçekleştiren HDP Ağrı Milletvekili Halil Aksoy, cezaevlerinde yaşanan sorunlar, hasta tutsaklara dönük düşman hukuku bağlamındaki tutum ve cezaevlerinin çözüm sürecindeki önemine dikkat çekerek: "Yüzlerce insanın hayatı ATK tekelinde ve Başbakanın iki dudağı arasında. Eğer çözüm deniyorsa ve insani bir yaklaşım esas alınıyorsa yapılacak bellidir; cezaevlerinin kapıları açılmalıdır."


Türkiye'de her geçen gün kamuoyunu daha fazla meşgul eden cezaevleri sorununda çözüm sürecine rağmen bir arpa boyu yol alınmak istenmiyor.

Geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl da birkaç hasta tutsağın tahliyesiyle geçiştirilmeye çalışılan süreç giderek ciddiyetini ve ağırlığını hissettiren boyutlara ulaştı. HDP Ağrı Milletvekili Halil Aksoy'un bir aydır cezaevlerine yönelik gerçekleştirdiği ziyaretlerde sorunların ağırlığı bir kez daha gözler önüne serildi.

Yaptığı cezaevi ziyaretlerini ANF'ye anlatan Aksoy, söz konusu meseledeki çarpıcı gerçeklikleri de ortaya koydu.

Son bir ay içinde birçok cezaevine gittiğini dile getiren Aksoy, "Erzurum E, H Tipi Cezaevleri ile Oltu Cezaevi. Ayrıca birkaç gün önce Ağrı Cezaevi'ne gittik. Afyon Cezaevi ile Oltu Cezaevi siyasi tutukluların sürgün edildikleri yerler. Oltu'ya gelenler Muş'taki bir yangından ötürü sürgün edilen kadın arkadaşlarımız. Oltu Cezaevi itirafçıların bulunduğu bir cezaevi. Oradaki 9 kadın devrimci tutsağa yapılan muamele daha çok itirafçı tutsaklara uygulanan program. Program derken hak ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi açısından demiyorum. Cezaevindeki sosyal yaşam açısından durumları daha ağır. Yazışmalarda bir sıfat takılıyor kendilerine ve 'Örgütten bağını kesen tutsaklarla yapılan görüşme' deniyor. Küçük düşüren sıfatlar kullanılıyor. Esas itibariyle tutsaklar için onur kırıcı bir şey. Cezaevi yönetimine anlatmalarına rağmen bir gelişme yaşanmamış" dedi.

KADIN TUTSAKLARA 3'ER KEZ HÜCRE CEZALARI 

Oltu Cezaevi'ndeki kadın tutsaklara yapılanlarda kimi terslikler olduğunu ifade eden Aksoy, "Muş Cezaevi'nde çıkan yangın ve örgüt materyalleri bulundurdukları gerekçesiyle ve bir de devletin malına zarar vermekten soruşturma açılmış kendilerine. Olay tektir. Olsa olsa biriyle ilgili disiplin soruşturması açılır ve hücre cezası verilir. Ama her birine 3'er kez ayrı ayrı disiplin cezaları verilmiş. Cezaevini ziyaretimizde bu uygulamalar başlamıştı. 15 gün ya da 1'er aylık hücre cezaları bunlar. Telefon görüşmelerinin kısıtlanması, sosyal alanlara çıkamıyorlar. Açık ve kapalı görüş yaptırılmıyor kendilerine. Cezaevlerinde tecrit var ama bu tecrit içinde tecriti yaşatmaktır. Hukuksal bir yanı yok, işkencedir" diye kaydetti.

İTİRAFÇILAR VE İDARENİN OYUNU

Kadın tutsakların idare tarafından kendi ilişkilerinde dahi sorun yaratılarak hücre cezası uygulamasına tabi tutmaya çalıştığını söyleyen Aksoy, şöyle konuştu: "Yeniden tecride alma durumları gelişiyor. Ancak bu oyuna gelinmediğini öğrendik. Bilinçli bir uygulama. Her zaman itirafçı tutuklularla birlikte görüşlere ve revire çıkarmaya çalışıyorlar. Bu noktada da sorun çıkıyor. Kavgaya dönüşen durumlar gelişiyor. İdare tarafından teşvik ediliyor. İtirafçı tutukluların da kendini ispat etmek adına kimi saldırgan tutumlarından kaynaklanıyor. Bir başka deyişle Oltu Cezaevi'nde kadın tutsaklara yönelik uygulamalar 12 Eylül uygulamalarıdır. Zaman zaman şiddete varan durumlar da yaşanıyor. Bunun önünü almak için kadın tutsaklar hastaneye gitmiyorlar. Kendi haklarını savunmaya kalktığında kelepçelenmek, zorla bağlanmak gibi uygulamalarla karşılaşıyorlar. Tüm bunlar göz önüne alındığında yapılması gereken bunların yargılandıkları yerlere gönderilerek, yargılanmalarını sağlamak. 9 kadın da tutukludur. Yargılanmalarında da ağır bir oyalama yaşanıyor. Tahliye edilmemeleri için bir neden yok. Ağır bir suçlama yok. Tek suçlama neden cezaevinde haksızlığa karşı direniş gösterdikleri! Direniş göstermişlerse örgüt mensubudurlar, o örgütte olsa olsa PKK'dir! Uygulama da ceza eksenli oluyor buna göre."

MEKTUPLAR 'TERCÜMAN YOK' DENİLEREK AYLAR SONRA VERİLİYOR

Erzurum'da kadınların kaldığı E tipi ve erkeklerin kaldığı H tipi cezaevlerinde ise Kürtçe mektupların verilmesinin 4-6 ayı bulduğunu kaydeden Aksoy, buna gerekçe olarak da "tercüman yok!" söylemi olduğunu dile getirdi. Adalet Bakanlığı'nın buna çözüm bulması gerektiğini ifade eden Aksoy, bu mektupların okutulup, tercüme edilmesi gerektiği düşünülüyorsa tercümanların konumlandırılması gerektiğini vurguladı. Devlet için bunun zor olmadığına işaret eden Aksoy, cezaevinde koğuştan koğuşa mektuplaşmaların bile 4-5 ayı bulan ağır sorunların yaşandığını anlattı.

SÜRGÜNLER VE HASTA TUTSAKLAR KONUSU

"Tüm cezaevlerinde şu konu önemli; tüm hükümlü ve tutuklular için ailelerin bulundukları yere en uzak yerlerdeki cezaevlerinde tutuluyorlar. Ağrı'da yargılanan birini Edirne'ye, Diyarbakır'da yargılananı İzmir'e gönderiyorlar" diyen Aksoy, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu insanların ailelerine yakın yerlere sevk talepleri ise yer yok gerekçesiyle çözülmüyor. Son 30 yılda cezaevindeki hükümlülerle ilgili iyileştirici ciddi bir adım atılamamış. Sürecin çözüme dair yüzüne bakarsak bu konuda mutlaka adım atılmalı. Yıllardır cezaevinde kalan insanlar var. Ne infaz değişikliklerinden ne de başka bir düzenlemeden yararlanamamışlar. İnsafla iştikal etmek lazım. Ülkenin sosyal gerçeklerinden cezaevine yansıyan bu sorunları çözüme kavuşturmak lazım. Hasta tutsaklar meselesi de böyle. 200'ü aşkın ağır hasta tutsak var. Bunların yüzde yüze yakını 20 yılın üzerinde ceza alanlar. Bu insanların sağlık sorunlarının çözümü için cezaevi yönetimi ve gittikleri sağlık kuruluşları, devlet hastanelerinde teknik bakımdan ameliyatı yapmaya yeterli olmadığı, özel hastanede tedavi olması söyleniyor. Bunun için başvuranları da cezaevleri yönetimleri ve Bakanlık izin vermiyor. Erzurum H Tipi Cezaevi'nde kolon kanseri olan Hüseyin Zeytin buna örnektir. Kalp, prostat ve yüzde 70 görme kaybı olan biridir. Bir saniye bile cezaevinde tutulması doğru değil. Dosyası iadeyi mahkemeye uğramış. Buna rağmen tahliye edilmiyor. Başka isimler de çok."

ATK TEKELİ ARTIK KALDIRILMALI

Hasta tutsaklara ilişkin raporlarda Adli Tıp Kurumu'nun (ATK) tekeli olduğunu hatırlatan Aksoy, "Bu tekelin kaldırılması lazım. Herhangi bir sağlık kurumundan tek başına yaşamını sürdüremez yönlü raporlara rağmen ATK bunu yeniden değerlendirmeye tabi tutuyor. Resmi sağlık kurumunun raporunu yok hükmünde sayıyor. ATK, olur vermesi durumunda bile güvenlik kuvvetlerinin "örgüt moral kazanır" gibi saçma sapan gerekçelerle tutsağın tahliyesi engelleniyor. Oysa tek bir yetkili elden yapılmalı. İlgili sağlık kurumu olmalı. Verdiği rapora karşı 'güvenlik, isyan, itibar kazanma' gibi gerekçelerin kabul edilmemesi gerekiyor. Esas itibariyle böyle bir durum yok. Yıllardır cezaevindeler bu insanlar. Birçoğu kendi çevrelerinde ancak annesi ve babasıyla sınırlı ilişkileri biliniyor. Şimdi normal olarak bir insan hastaysa yakınları ziyarete gelmez mi? Bu örgütle ilişkilendirilemez. Bu tür gerekçeler düşman hukukunun yansımasıdır. Kürt siyasi tutsaklarla diğer tutsaklar arasında infaz hukuku bakımından yaşanan çifte standartların ortadan kaldırılması gerekir. Arkadaşlarımız son dönemde parlamenter arkadaşlarımız Adalet Bakanlığı'na taşıdılar. Grup Başkan Vekillerimiz de iletti. Ben de bireysel olarak görüştüm. Çocuk tutsaklar meselesiyle ilgili de görüşmüştük. Kimi adımlar atacaklarını, ATK konusunda adım atacaklarını söylediler ama uygulama daha da zorlaştırıldı" dedi.

İNSANLARIN HAYATI BAŞBAKANIN İKİ DUDAĞI ARASINDA!

Hasta tutsaklar meselesinde çözüm sürecinin başladığı günden bu yana bir oyalama yaşandığına dikkat çeken Aksoy, şöyle konuştu: "Bizi oyalıyorlar. Arkadaşlarımızın ilgili ve yetkili kişilerle görüşmeleri oluyor. Çoğu kez sıcak da karşılanıyor. Ama buna rağmen somut, maddi adım atılması gereken noktalarda sıkıntılar var. Bu bazı insanların iki dudağı arasında. Başbakanın iki dudağı arasında. Süreci böyle oyalamaya bırakmak kimseye bir şey kazandırmaz. Hükümet de benim dışımda inisiyatif alan yoktur diyerek koşulları ağırlaştırıyor. Çözüm sürecinin yarattığı sinerji adım atılması yönünde. Hükümet özellikle algı haline getirmek istediği şey yerine getirileni biz yapıyoruz! En temel sosyal, siyasal haklar noktasında insanlar cezaevindeyse bir mücadele sonucunda, bedel sonucunda oradalar. Kimse kimseye bir şey bahşetmiyor. Taviz de vermiyoruz. Yaşanan koşullarda en temel insani hakların teslim edilmesi gerekiyor. Sorun budur. Ama bu noktada hiçbir şekilde devlet bu hassasiyetleri göz önüne almıyor. Bu bir zulümdür."

GUATANAMO'DAN BETER

Kürt özgürlük mücadelesinin sadece Türkiye'de değil özgürlüğü enternasyonal düzeyde kavrayan birçok insanın verdiği bir mücadele olduğunu dile getiren Aksoy, "Kürt özgürlük mücadelesine Avrupa'dan, Ortadoğu'dan ve Latin Amerika'dan katılanlar da var. Türkiye'de yakınları yok. Tutsak ediliyorlar ve açık görüş hakkı yok. Ailesi, yakınları gelirse onlarla görüşebilecekler. O da bin türlü eziyetle. Müthiş bürokratik engel var. Tutsağın ve yakınının bizatihi varlığı belgelenmek zorunda! Guantanamo'daki koşullardan daha ağır koşullar var Türkiye cezaevlerinde. Kamuoyunun bu noktada mutlaka başka milliyetlerden tutsaklarla yakından ilgilenmesi gerekir. İnsan hakları kuruluşlarının da yakından ilgilenmeleri gerekiyor" dedi.

ÇÖZÜMÜN ÖNCELİĞİ CEZAEVLERİ KAPILARININ AÇILMASIDIR

Aksoy, cezaevlerinde yaşanan sorunların çözüm sürecinde nerede durduğuna dair ise şu değerlendirmeyi yaptı: "30 yıldır cezaevlerinde koşulları rahatlatan bir uygulama yok. Çözüm sürecinin hüküm sürdüğü bir dönemde cezaevlerindeki insanlar bir ölçü olarak alınmalı. Çünkü bu insanlar demokrasi mücadelesi veriyorlar. Ben de milletvekili olmasaydım belki bugün cezaevinde olacaktım. O halde eğer bugün halen ben konuşabiliyorsam bunun önü açılmışsa verilen mücadele sonucu açılmıştır. Bunun karşılığında hafif şeyler söyleyenler de cezaevlerindedir. Cezaevlerinin kapısı açılmalı. Öncelik hasta tutsaklarda olmalı. Tek tek cezaevlerinden cenazelerini almak bizim görevimiz olmamalı. Ailelerinin yanlarında son günlerini yaşamalılar. Cezaevlerindeki yoğunluk tarihin en yoğun dönemidir. 130 bin civarında olduğu söyleniyor. Kimi cezaevlerinden yapılan açıklama 160 bin dolayında. Değişken bir durum söz konusu. Tüm tutsaklar cezaevlerinden tahliye edilmelidir. Siyasi tutsaklar yemekleri kötü olmasına rağmen bir yakınmada bulunmamıştır. En temel demokratik insan hakları bağlamında talepleri var. Ben gördüğüm için söylüyorum; yemekleri çok kötü. Cezaevlerinde kullanılan gıdalar kanserojen etkiye sahip. Su, temizlik, sosyal alanlar konuları hep böyle. Haftada 10 saat olan sosyal alan süresi bir saat. Afyon Cezaevi'nde de 9 sürgün tutsak bu sorunu yaşıyor. Oltu'daki cezaevinde de tutsaklar sosyal alanlara çıkamıyor."

KÜRTÇE YAYIN VE KİTAP SORUNU

Birçok cezaevinde Kürtçe gazetenin verilmediği gerçekliğinin de unutulmaması gerektiğini vurgulayan Aksoy, "Keyfi biçimde haftada bir veriliyor. Kitaplar meselesinde böyle. Bu uygulamalar 12 Eylül'den kalmadır. Her cezaevi bu tür gerginlikleri yaşıyor. Bazı yayın kurumları Dipnot gibi, yayınlarını her cezaevine direkt gönderebilirler. Kimi haftalık, aylık dergiler, sosyalist-demokrat dergiler gönderilmeli. Çünkü bu yayınların bir kısmı yayın evinin bir köşesinde çürüyor. Cezaevlerine gönderilerek en azından tutsaklara araştırma yapma noktasında yardımcı olunabilir. Çünkü o insanlar tahliye olduktan sonra demokrasi ve özgürlük mücadelesine katkı sunacaklardır. Bu noktada engeller aşılmalı" diye konuştu.

AKP iktidarının torba yasalarla "bir takım adımlar atacaklarını" söylemesine karşın sorunu çözüme kavuşturma anlamında doğrudan bir düzenleme olmadığını ifade eden Aksoy, adım atılmaması halinde sorunların daha da ağırlaşacağı uyarısında bulundu. Bu süreçte sorumlu davrananların tutuklu ve hükümlüler olduğunu söyleyen Aksoy, sürecin gerginliğe evrilmemesi, geriye dönüş olmaması için kimi haklarını kullanmak için dahi sessiz kalan tutsakların, bunu kabullendikleri için değil sürecin yüzü suyu hürmetine bu şekilde tavır takındıklarının altını çizdi.

SORUMLULUK 3 GENÇ GERİLLANIN TAVRINDA GİZLİ

"Size sorumlu davranmaya ilişkin bir örnek vereyim" diyen Aksoy, sözlerini şöyle tamamladı: "Doğubeyazıt'ta 3 gerilla teslim oldu şeklinde bir haber yapıldı. Ancak ANF gerillaların teslim olmadığı, yakalandığı yönünde bir haber geçti. Doğrusu, bir ihanet sonucu yakalandılar. Hiç gelme amaçları olmadığı halde yakalandıkları yere yönlendirilmişler. Biri yaralı olmak üzere yakalanıyorlar. Ben kendileriyle görüştüm. Üzerinde durdukları tek konu şuydu; silahlarımız vardı, el bombalarımız vardı. Çatışabilirdik ancak sayın Öcalan'ı boşa çıkarmamak, süreci olumsuz yönde etkilememek için yakalanmayı kabul ettik. O süreçte hakarete uğruyorlar, işkence görüyorlar ama bunu sorun etmiyorlar. Birisi 22, birisi 24, diğeri 27 yaşında gencecik insanlar. Demokrasi mücadelesinde kendilerini ölüme yatıracak kadar sorumlu davranıyorlar. Ama adım atması gerekenler adım atmıyorlar. Çocuk yaştaki insanların dağa gitmesi meselesi buradan kaynaklanıyor. Böyle bir uygulama karşısında mücadele alanı arıyor gençler. Kendi mantığına göre buluyorlar bu yolu. Yoksa onları özel olarak örgütleyip götürenler olduğuna inanmıyorum. Ağrı ve İstanbul'da il başkanlığı yaptım. Hayatım mücadeleyle geçti. Böyle bir şey görmedim."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder