Nuri FIRAT Güncellenme : 12.12.2011 08:48
BU DA AGIRÎ’NİN MADIMAK’I
Tarih 12 Temmuz 1993. Burhan Çiftçi, eşi ve 4 çocuğu evlerinde diri diri yakıldı. Kurtulan tanık, ilçe halkı, ‘Devlet güçleri’ dedi. Devlet ise masum bir yurttaşı PKK’li yapıp katliamı üstüne yıktı
AİLECE YANARAK CAN VERDİLER
PKK, 12 Temmuz 1993’te saatler gece yarısını geçtiğinde Giyadîn’de polis ve jandarmaya yönelik saldırı düzenledi. Polis, özel harekat ve askerlere karşılık olarak ilçeyi ateş altına aldı. Hacı Burhan’ın beyaz eşya dükkanı ve üzerindeki evi panzerlerle tarandı, ev ve işyeri tamamen yandı. Hacı Burhan, eşi ve çocukları da yanarak can verdi.
DEVLET HER ZAMANKİ DEVLET
Vahşetten çatıya çıkarak kurtulabilen tek canlı tanık üvey anne Nazmiye Çiftçi ile ilçe halkı özel harekat timlerini ve devleti işaret ediyordu. Nazmiye Çiftçi katliamı bütün detaylarıyla savcılara da anlattı. Ancak devlet, hemen PKK’yi sorumlu tuttu ve katliamı da Hayati Engin adlı masum bir yurttaşın üzerine yıkıp işin içinden çıktı.
Diri diri yaktılar
Kürt sorunuyla ilgili çözümsüzlük politikaları gündemdeki yerini korurken, dikkat çekici bir tartışma da süregidiyor. Bir yandan bugün yapılanların 1990’lara dönüş anlamı taşıdığı vurgulanıyor, öbür yandan 1990’larda nelerin olup bittiğine dair tartışmalar yapılıyor. Ancak şu husus hâlâ belirsiz bir şekilde orta yerde duruyor: 1990’larda yaşanan sayısız olay, katliam, infaz, faili meçhul cinayet, köy yakma, işkence olayı bugün kısır bir döngü içinde ve sınırlı bir düzeyde tartışılıyor olsa bile, hâlâ aydınlatılabilmiş değil ve adaletin sağlanması için hâlâ bir irade ortada yok.
Bu haber dosyamızda yer vereceğimiz korkunç olayın hem geçmişi hem bugünü ne demek istediğimize iyi bir örnek oluşturuyor. Bu olayın münferit olmasını isterdik. Ancak ne yazık ki benzer o kadar çok olay var ki, hâlâ aydınlatılamamış, hâlâ adalet yerini bulmamış durumda.
Saatler gece yarısını geçtiğinde, OHAL sessizliğindeki ilçe halkı silah sesleriyle uyandı. Dört bir yandan silah sesleri yükseliyordu. Herkes zaten korku duvarlarıyla örülen ilçede evinin bir köşesine iyice büzüşüp kalakalmıştı. Her yerden kurşun yağıyordu. Mermilerden nasibini almayan neredeyse bir ev, bir işyeri yoktu. Kurşun sesleri kulakları sağır edercesine yükselirken, canlar dişlere takılmış, herkes bu kez de ölümün kendisini es geçmesini diliyordu. Her zaman yaşanan kızılca kıyametin alacağı canların hesabı yapılamıyordu bile ve herkes sıranın kendilerine gelmemesi için dua etmekten başka bir çare bulamıyordu.
Sabahın ilk ışıklarıyla yardım etmek isteyenlerin çaresizliği ve korku dolu bakışları ile cellatların pis sırıtışı aynı yere odaklanıyordu. Alevlerin yuttuğu 6 can... Kırık ayaklı baba, 4 çocuğu ve eşi, korkunç bir şekilde, silah sesleriyle yankılanan gecede yükselen alevler içinde can vermişti. Sabaha onlardan geriye korkunç bir hikaye kaldı ve bu korkunç hikayeyi ömrü boyunca unutamayacak tek tanık üvey anne Nazmiye Çiftçi...
Bu hikaye Agirî’nin (Ağrı) Giyadîn (Diyadin) ilçesinde, 12 Temmuz 1993’te diri diri yakılarak can veren Hacı Burhan Çiftçi ile eşi Mahide; çocukları Ender, Ruken, Şevin ve Canan’ın hikayesiydi. Hacı Burhan, daha 43 yaşındaydı. Kendisiyle birlikte diri diri yakılarak katledilen çocuklarının en büyüğü ise daha 17’sindeydi, en küçükleri Canan’dı ve daha 8 yaşındaydı.
Hacı Burhan, gençliğinden beri aktif siyasetin içindeydi. Aynı zamanda ilçenin sevilen, sayılan esnaflarındandı. Hakkı, halkı ve adalet için mücadele ediyordu, bunlara inanıyordu. Zulme, kimliksizliğe karşı çıkıyordu. Kürt sorununu dillendiriyordu ve bunun siyasetini yapıyordu. Bu nedenle hep ön plandaydı. Korku salanların, baskıyı ve zulmü esas alanların ilk hedefleyecekleri isimlerden birisiydi bu yüzden...
Evi hedef seçildi
PKK, 12 Temmuz 1993’te saatler gece yarısını geçtiğinde Giyadîn’de (Diyadin) polis ve jandarmaya yönelik saldırı düzenlemişti. Polis, özel harekat ve askerlerin saldırıya karşılık vermesiyle ilçe adeta cehenneme dönmüştü. Sabaha kadar silah seslerinin kesilmediği ilçede taranmamış ev ve işyeri kalmamıştı. Hacı Burhan’ın beyaz eşya dükkanı üzerinde bulunan evi de ateş altına alınmıştı. Daha sonra dükkana panzerlerden ateş açılmış ve işyerinde çıkan yangın eve de sıçramıştı. Ev ve işyeri sabah saatlerinde tamamen yanmıştı. Hacı Burhan, eşi ve çocukları da bu korkunç olayda yanarak can vermişlerdi.
Beyaz eşya sattıkları dükkanlarının üst katında bulunan evlerinde onlar da sıranın kendilerine gelmesini istemiyorlardı. Ama dualar bile duyulmaz olmuştu kör gecenin sağır eden kurşun sesleri arasında. Kırık ayaklı baba, eşi, 4 çocuğu ve üvey annesi deprem etkisiyle evlerinin sallandığını hissettiklerinde sıranın kendilerinde olduğunu anlamışlardı. Kurşunlar kendilerine sıkılıyordu, duman boğuyordu ve karanlık, evlerinde yükselen alevlerle aydınlanıyordu. Can havliyle kurtulmak için çatıya çıkmaya çalıştılar. Çocukları, eşi ve üvey annesi can havliyle soluğu çatıda almışlardı. Ancak kırık ayaklı baba, çıkabilecek durumda değildi. Eşi ve çocukları kendisini kurtarmak için tekrar eve girdiklerinde geriye sadece acı çığlıkları kalmıştı. Yardım eden yoktu. Yardıma gelenlerin çırpınışları ise tehditlerle savruluyordu. Alevler yükseldikçe yardım çığlıkları da yutulup gidiyordu.
Sabahın ilk ışıklarıyla yardım etmek isteyenlerin çaresizliği ve korku dolu bakışları ile cellatların pis sırıtışı aynı yere odaklanıyordu. Alevlerin yuttuğu 6 can... Kırık ayaklı baba, 4 çocuğu ve eşi, korkunç bir şekilde, silah sesleriyle yankılanan gecede yükselen alevler içinde can vermişti. Sabaha onlardan geriye korkunç bir hikaye kaldı ve bu korkunç hikayeyi ömrü boyunca unutamayacak tek tanık üvey anne Nazmiye Çiftçi...
Bu hikaye Agirî’nin (Ağrı) Giyadîn (Diyadin) ilçesinde, 12 Temmuz 1993’te diri diri yakılarak can veren Hacı Burhan Çiftçi ile eşi Mahide; çocukları Ender, Ruken, Şevin ve Canan’ın hikayesiydi. Hacı Burhan, daha 43 yaşındaydı. Kendisiyle birlikte diri diri yakılarak katledilen çocuklarının en büyüğü ise daha 17’sindeydi, en küçükleri Canan’dı ve daha 8 yaşındaydı.
Hacı Burhan, gençliğinden beri aktif siyasetin içindeydi. Aynı zamanda ilçenin sevilen, sayılan esnaflarındandı. Hakkı, halkı ve adalet için mücadele ediyordu, bunlara inanıyordu. Zulme, kimliksizliğe karşı çıkıyordu. Kürt sorununu dillendiriyordu ve bunun siyasetini yapıyordu. Bu nedenle hep ön plandaydı. Korku salanların, baskıyı ve zulmü esas alanların ilk hedefleyecekleri isimlerden birisiydi bu yüzden...
Evi hedef seçildi
PKK, 12 Temmuz 1993’te saatler gece yarısını geçtiğinde Giyadîn’de (Diyadin) polis ve jandarmaya yönelik saldırı düzenlemişti. Polis, özel harekat ve askerlerin saldırıya karşılık vermesiyle ilçe adeta cehenneme dönmüştü. Sabaha kadar silah seslerinin kesilmediği ilçede taranmamış ev ve işyeri kalmamıştı. Hacı Burhan’ın beyaz eşya dükkanı üzerinde bulunan evi de ateş altına alınmıştı. Daha sonra dükkana panzerlerden ateş açılmış ve işyerinde çıkan yangın eve de sıçramıştı. Ev ve işyeri sabah saatlerinde tamamen yanmıştı. Hacı Burhan, eşi ve çocukları da bu korkunç olayda yanarak can vermişlerdi.
Giyadîn’de Hacı Burhan’ın yanmış evinin hali gazetelere bu şekilde yansımıştı. Katliamdan bir süre önce yaşamını yitiren PKK’lilerin cenaze fotoğrafları tehdit mesajlarıyla ailelerine gönderilmişti. |
Giyadîn’de (Diyadin) 12 Temmuz 1993’ün yaz sıcağında yaşananlar bu şekildeydi. Katledilenler aynı gün içinde toprağa verildi ve bundan sonra bambaşka bir hikaye başladı. Bu hikaye ise, “Kızılca kıyamette masum bir aileyi kimler katletti?” sorusu etrafında günümüze kadar süre geldi. Devlet yetkilileri, olaydan sonraki gün PKK’yi sorumlu tuttu. Vahşetten çatıya çıkarak kurtulabilen tek canlı tanık üvey anne Nazmiye Çiftçi ile ilçe halkı ise özel harekat timlerini ve devleti sorumlu tutuyordu. PKK de olayı hiçbir zaman üstlenmedi.
Özgür Gündem Gazetesi, 14 Nisan 1993 tarihli sayısında “Diyadin’de 6 kişi yakıldı” başlığıyla olayı duyurdu. Gazetenin haberi şöyleydi: “Ağrı’nın Diyadin ilçesindeki Jandarma Karakolu, Emniyet Müdürlüğü ve polis lojmanlarına gerilla tarafından taciz ateşi açılmasından sonra, devlet güçleri ilçeyi rastgele taradılar. Ateş sonucu, ilçede ‘yurtsever’ olarak bilinen SHP Belediye Meclis Üyesi ve Belediye Başkan Yardımcısı Hacı Burhan Çiftçi, ailesinden beş kişiyle birlikte yanarak öldü.” Gazete, olaydan tanıkların anlattıklarından ve elde edilen bulgulardan hareketle özel timleri sorumlu tutuyordu.
Devlet faili buldu!
Çiftçi ailesinin PKK’lilerce katledildiğinde ısrar eden devlet güçleri, olaydan hemen sonra ilçede 9 kişiyi gözaltına aldı. Bunlardan 7’si daha sonra serbest bırakılırken, 2’si olaydan sorumlu tutularak, uzun süre sorgulandı. Hayati Engin ve Mahmut Yaşarsavcı, daha sonra tutuklanarak cezaevine gönderildi. Yaşarsavcı, yaklaşık 10 yıl hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı. Halen Erzurum H Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Engin ise, yaşananları şöyle anlatıyor: “Olaydan birkaç ay sonra geçmişe dayalı aramızda husumet bulunan bir şahsın, sırf intikam ve öç alma maksadıyla karakolda üzerime vermiş olduğu yalan-yanlış ifadeler üzerine gözaltına alındım. 17 gün gözaltında tutulduğum zaman zarfında ilgi alakamın olmadığı 6 insanın hunharca öldürüldüğü bu olay üzerime yıkılmaya çalışıldı. Akılalmaz işkencelerden geçirildim. Sonunda polisler hiç içeriğini dahi bilmediğim o ağır işkence ve şartlar altında bir takım kağıtları zorla bana imzalattılar. Savcıya çıkarıldığımda ise, beni bizzat 17 gün boyunca sorgulayan, ağır işkencelerden geçiren polisler de benimle birlikte içeri girmekle yetinmeyerek; suçlamaları kabul etmemem halinde benim ailemi de tıpkı Burhan Çifçi ve ailesi gibi katledeceklerini, beni de tekrardan sorguya götürüp sorgulayacakları tehdidinde bulundular. Ailemin de hunharca katledilen Burhan Çifçi ve ailesinin akıbetine benzer bir akıbete uğramasından korktuğumdan işlemediğim suçları kabul etmek zorunda kaldım. Yargı aşaması başladığında ise; çıktığım her mahkeme duruşmasında bu olayla bir ilgim alakam olmadığını, suçsuz olduğumu, polislerin düzmece seneryolarından ibaret olduğunu ve asıl faillerin özeltimlerin olduğunu, aynı ifadeleri doğrulayan Burhan’ın annesiyle Burhan’nın kızının ifadelerinin de bu yönlü olmasına rağmen, mahkeme heyeti mahkeme huzurunda verdiğim ifadelere inanmak yerine polisin bir seneryodan ibaret ifadelerini esas aldı. Onca olayın karanlık olduğunu ve bunun aydınlığa kavuşması için daha titiz bir inceleme-soruşturma taleplerimin tümü geri çevrildi ve mahkeme heyeti, olayın üstünün örtülmesinde, karanlık kalmasına bu sebeple katkı yapması yetmezmiş gibi, ilgimin olmadığı halde hedef şaşırtarak beni suçlu ilan edip 36 yıl gibi müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmam sonucuna vardı.”
Aile inanmadı
Müebbet hapisle cezalandırılan Engin’in fail olduğuna mahkeme inanmıştı, ancak Hacı Burhan’ın ailesi inanmamıştı. Olaydan kurtulabilen tek canlı tanık üvey anne Nazmiye Çiftçi’nin 21 Temmuz 1993’te Özgür Gündem’e yansıyan ifadeleri şöyleydi: “Gece 12 sıralarında başlayan kurşun sesleri sabaha karşı şiddetlendi. Bu sırada bizim ev de gürültüyle sarsıldı. Aşağıda olan dükkanımıza timler panzerlerle giriyordu ve dükkanda patlamalar oldu, ardından dumanlar yükseldi. Alevler yükseldiğinden biz bacaya çıkmaya başladık. Ancak Hacı Burhan’ın ayağı kırık olduğundan dolayı çıkamıyordu. Dışarıdan ise özel timler evin içine ateş ediyorlardı. Eve ve bizleri kurtarmak için seferber olan komşulara da timler ateş açıyordu. Daha sonra kemdimi aşağıya attım. Panzerden başını dışarı çıkaran timler, ‘Gelsin de Apo’nuz sizi kurtarsın’ diyerek sırıtıyorlardı. Eğer yangının söndürülmesine izin verilseydi canlarım kurtulacaktı.”
Nazmiye Çiftçi’nin canları kurtarılamadı. Daha sonra olayla ilgili olarak Nazmiye Çiftçi’nin ifadesi alındı ve gazeteye yansıyan ifadelerin benzerlerini savcıya, mahkemeye de anlattı. Ancak onun anlattıkları geçerli kabul edilmedi, polis sorgusunda “zorla imzalattırıldığı” belirtilen ifade esas alındı ve olayın üstü böylece kapatıldı.
Özgür Gündem Gazetesi, 14 Nisan 1993 tarihli sayısında “Diyadin’de 6 kişi yakıldı” başlığıyla olayı duyurdu. Gazetenin haberi şöyleydi: “Ağrı’nın Diyadin ilçesindeki Jandarma Karakolu, Emniyet Müdürlüğü ve polis lojmanlarına gerilla tarafından taciz ateşi açılmasından sonra, devlet güçleri ilçeyi rastgele taradılar. Ateş sonucu, ilçede ‘yurtsever’ olarak bilinen SHP Belediye Meclis Üyesi ve Belediye Başkan Yardımcısı Hacı Burhan Çiftçi, ailesinden beş kişiyle birlikte yanarak öldü.” Gazete, olaydan tanıkların anlattıklarından ve elde edilen bulgulardan hareketle özel timleri sorumlu tutuyordu.
Devlet faili buldu!
Çiftçi ailesinin PKK’lilerce katledildiğinde ısrar eden devlet güçleri, olaydan hemen sonra ilçede 9 kişiyi gözaltına aldı. Bunlardan 7’si daha sonra serbest bırakılırken, 2’si olaydan sorumlu tutularak, uzun süre sorgulandı. Hayati Engin ve Mahmut Yaşarsavcı, daha sonra tutuklanarak cezaevine gönderildi. Yaşarsavcı, yaklaşık 10 yıl hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı. Halen Erzurum H Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Engin ise, yaşananları şöyle anlatıyor: “Olaydan birkaç ay sonra geçmişe dayalı aramızda husumet bulunan bir şahsın, sırf intikam ve öç alma maksadıyla karakolda üzerime vermiş olduğu yalan-yanlış ifadeler üzerine gözaltına alındım. 17 gün gözaltında tutulduğum zaman zarfında ilgi alakamın olmadığı 6 insanın hunharca öldürüldüğü bu olay üzerime yıkılmaya çalışıldı. Akılalmaz işkencelerden geçirildim. Sonunda polisler hiç içeriğini dahi bilmediğim o ağır işkence ve şartlar altında bir takım kağıtları zorla bana imzalattılar. Savcıya çıkarıldığımda ise, beni bizzat 17 gün boyunca sorgulayan, ağır işkencelerden geçiren polisler de benimle birlikte içeri girmekle yetinmeyerek; suçlamaları kabul etmemem halinde benim ailemi de tıpkı Burhan Çifçi ve ailesi gibi katledeceklerini, beni de tekrardan sorguya götürüp sorgulayacakları tehdidinde bulundular. Ailemin de hunharca katledilen Burhan Çifçi ve ailesinin akıbetine benzer bir akıbete uğramasından korktuğumdan işlemediğim suçları kabul etmek zorunda kaldım. Yargı aşaması başladığında ise; çıktığım her mahkeme duruşmasında bu olayla bir ilgim alakam olmadığını, suçsuz olduğumu, polislerin düzmece seneryolarından ibaret olduğunu ve asıl faillerin özeltimlerin olduğunu, aynı ifadeleri doğrulayan Burhan’ın annesiyle Burhan’nın kızının ifadelerinin de bu yönlü olmasına rağmen, mahkeme heyeti mahkeme huzurunda verdiğim ifadelere inanmak yerine polisin bir seneryodan ibaret ifadelerini esas aldı. Onca olayın karanlık olduğunu ve bunun aydınlığa kavuşması için daha titiz bir inceleme-soruşturma taleplerimin tümü geri çevrildi ve mahkeme heyeti, olayın üstünün örtülmesinde, karanlık kalmasına bu sebeple katkı yapması yetmezmiş gibi, ilgimin olmadığı halde hedef şaşırtarak beni suçlu ilan edip 36 yıl gibi müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmam sonucuna vardı.”
Aile inanmadı
Müebbet hapisle cezalandırılan Engin’in fail olduğuna mahkeme inanmıştı, ancak Hacı Burhan’ın ailesi inanmamıştı. Olaydan kurtulabilen tek canlı tanık üvey anne Nazmiye Çiftçi’nin 21 Temmuz 1993’te Özgür Gündem’e yansıyan ifadeleri şöyleydi: “Gece 12 sıralarında başlayan kurşun sesleri sabaha karşı şiddetlendi. Bu sırada bizim ev de gürültüyle sarsıldı. Aşağıda olan dükkanımıza timler panzerlerle giriyordu ve dükkanda patlamalar oldu, ardından dumanlar yükseldi. Alevler yükseldiğinden biz bacaya çıkmaya başladık. Ancak Hacı Burhan’ın ayağı kırık olduğundan dolayı çıkamıyordu. Dışarıdan ise özel timler evin içine ateş ediyorlardı. Eve ve bizleri kurtarmak için seferber olan komşulara da timler ateş açıyordu. Daha sonra kemdimi aşağıya attım. Panzerden başını dışarı çıkaran timler, ‘Gelsin de Apo’nuz sizi kurtarsın’ diyerek sırıtıyorlardı. Eğer yangının söndürülmesine izin verilseydi canlarım kurtulacaktı.”
Nazmiye Çiftçi’nin canları kurtarılamadı. Daha sonra olayla ilgili olarak Nazmiye Çiftçi’nin ifadesi alındı ve gazeteye yansıyan ifadelerin benzerlerini savcıya, mahkemeye de anlattı. Ancak onun anlattıkları geçerli kabul edilmedi, polis sorgusunda “zorla imzalattırıldığı” belirtilen ifade esas alındı ve olayın üstü böylece kapatıldı.
Hacı Burhan katledilmeden önce tedavideyken... | Mahide, çocukları Canan ve Ender ile... |
Ruken ve Şevin okuldan dönüyorlar... | Hacı Burhan 1970’lerde Ecevitçi idi... |
Hacaloğlu: Hayret verici
Olaydan hemen sonra ilçeye siyasetçi ilgisi de oldukça yüksek olmuştu. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, 14 Temmuz 1993’te, olaydan iki gün sonra Giyadîn’e (Diyadin) gitti ve incelemelerde bulundu. Belediye bahçesinde etrafını saran ilçe sakinleri olayı olduğu gibi kendisine aktardı ve devlet güçlerini sorumlu tuttu. Baykal, anlatılanları not ediyordu, olayın üzerine gideceğini söylüyordu. Aynı şekilde söz konusu dönemde CHP Milletvekili olan Algan Hacaloğlu, 9 arkadaşıyla birlikte, olaydan 8 gün sonra 20 Temmuz’da Meclis Başkanlığı’na 871 nolu araştırma önergesi verdi ve önergede şu çarpıcı hususlara dikkat çekildi: “Yerinde ilgililerle, halkla ve olayların tanıklarıyla yaptığımız incelemeler; Dükkanların kimin yaktığına ilişkin tereddütler uyandırmış, İtfaiyenin yangın yerine gelerek yangını söndürmesinin güvenlik güçlerince engellendiği ifade edilmiş, Bina içinde 6 kişi, Sivas olayı benzeri yangın ve dumandan ölürken, dışarıdaki güvenlik güçlerince hiçbir müdahalede bulunulmadığı, kurtarma çabasına girilmediği, aksine bu kişilerin can güvenliğine duyarsız tepkilerde bulunulduğu ifade edilmiş, Kentte halkın güvenlik güçlerine güvenlerinin azaldığı, yabancılaşmanın arttığı tespit edilmiştir.”
Bu tespitlerden hareketle “6 masum insanın kimin tarafından öldürüldüğü konusunda çok ciddi endişelerin olduğu görüldüğü”, “daha da önemlisi, resmi yetkililerin ve güvenlik güçlerinin 6 masum insanın ölümüne seyirci kaldıklarının anlaşıldığı”, “bu hususta gerçeklerin açıklığa kavuşturulması” gerektiği kaydediliyordu.
Deniz Baykal, Ankara’ya döndükten bir süre sonra kendisine anlatılanları ve partisinden milletvekillerinin sunduğu önergede dile getirdikleri hususları adeta yok saydı ve devlet ağzıyla olayın PKK tarafından yapıldığını savunmaya başladı. Hacaloğlu’nun verdiği önergenin görüşülmesi ise reddedildi ve Meclis arşivine girmekten başka bir anlam taşımadı.
Aradan 18 yılı aşkın bir süre geçtikten sonra kendisine ulaştığımız Hacaloğlu’nun tepkisi ise çok daha şaşırtıcı oldu. PKK’li olduğu ileri sürülen Hayati Engin adından birisinin olaydan sorumlu tutularak, cezaevine konulduğunu ve önergesinin arşiv değeri taşıdığını Hacaloğlu bizden öğrenince şu tepkiyi verdi: “Uzun bir süre oldu. Hatırladığım kadarıyla, önce bir ateş açılmış, ardından jandarma ya da polis yoğun bir ateş açmış. Aşırı bir güç kulanımı ve taciz ateşi var. Abartılı bir tepki söz konusu. Devlet o dönemde terörle mücadele konusunda organizeli değildi ve çok farklı organizasyonlar ortaya çıktı. Çeşitli yapıların dışında korucuların hukuk dışına çıkması herkesçe bilinen bir gerçek. Bir yurttaşın sorumlu tutulup bunca yıldır cezaevinde olması hayret verici bir durum.”
Giyadîn’de ağladı Ankara’da unuttu
Giyadîn’deki (Diyadin) katliamdan sonra hükümet de 3 bakanı ilçeye gönderdi. İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu, Tarım ve Köyişleri Bakanı Refaiddin Şahin, Ağrı Milletvekili ve Devlet Bakanı Cemil Erhan, 18 Temmuz 1993’te, olaydan 6 gün sonra ilçede incelemelerde bulundu. Resmi yetkilileri ve halkı dinlediler. Belediye bahçesinde etraflarını saran halk Baykal’a anlattıklarını bakanlara da anlattı ve devlet güçlerini işaret etti.
Özgür Gündem, 19 Temmuz 1993 tarihli sayısında “Diyadin gerçeği ortaya çıkıyor” başlığıyla şu bilgileri veriyordu: “Diyadin’de incelemelerde bulunan bakanlara bilgi veren halk, olayın tamamen devlet güçlerinin ürünü olduğunu belirterek, Burhan Çiftçi’nin evinin özel timler tarafından yakıldığını ve 6 kişinin bu yangın sonucu yaşamını yitirdiğini söylediler. İlçeyi gezen bakanlara bankalar ve PTT binası gösterilerek, buralarda herhangi bir hasarın meydana gelmemesine dikkat çekildi.”
Bakan Erhan, Hacı Burhan’ın aile dostuydu ve olaydan kurtulan Nazmiye Çiftçi, olayın üstüne gideceği umuduyla tanık olduğu vahşeti kendisine aktardı. Nazmiye Çiftçi, 21 Temmuz 1993’te Özgür Gündem’e şöyle konuşmuştu: “Bakan Cemil Erhan geldi, dinledi. Size anlattığım gibi her şeyi ona ve yanındakilerine de anlattım. Benimle ağladı. Ama gidip Ankara’da kimin yaptığını söylemedi. Oysa her şeyi ben gördüm ve yaşadım. PKK değil, asker ve timler yaptı. Onların da gerçek yüzlerini gördüm, düşünmüştüm ki, Cemil Bey burada benimle ağladığına göre, Ankara’da her şeyi anlatacak. Ne yazık ki, yanılmışım.”
Yanılmıştı, çünkü bakanlar da Ağrı Valisi ve Diyadin Kaymakamı Ahmet Göçerler’in kendilerine aktardıklarının aynısını Ankara’da dile getirmişler ve olaydan PKK’yi sorumlu tutmuşlardı.
DEP heyeti: Devlet güçleri yaptı
DEP de 19 Temmuz 1993’te Giyadîn’e bir heyet göndermişti. Heyette DEP Milletvekilleri Hatip Dicle ve Mehmet Sincar ile DEP Parti Meclis Üyeleri Mesut Dumlu ve M. Nuri Güneş yer alıyordu. DEP heyeti ilçede yaptıkları incelemenin ardından 4 sayfalık bir rapor hazırladı ve olaydan devlet güçlerini sorumlu tuttu. Dicle, 21 Temmuz 1993’te basına yansıyan şu açıklamayı yapmıştı: “Yangın devlet güçleri tarafından çıkarılmış, 6 kişinin diri diri yakılması sağlanmıştır. Tıpkı Şırnak ve Kulp’ta olduğu gibi tüm dükkan ve işyerleri panzerler tarafından taranıp tahrip edilmiştir. Beş milyar civarında maddi hasara neden olmuştur. Sadece dört roketin emniyet binasına isabet ettiğini tespit edebildik. Onun haricinde hiçbir resmi bina saldırıya uğramamıştır. Devlet güçleri, özellikle özel timler, ilçe Kaymakamı öncülüğünde halka karşı bir misilleme taktiği ile halkın can ve malına zarar vermişlerdir. Daha önceden TİT (Türk İntikam Tugayı) imzalı bildiriler ve yağlı boya sloganlarıyla bu saldırının zemini yaratılmıştır. Diyadin halkının tümü Kürt olduğuna göre, bu TİT imzalı slogan ve bildirilerin tek sahibi ilçedeki rambo tipli özel tim güçleridir.”
Kaynak: Özgür Gündem Gazetesi
Yazının ikinci bölümü için linki tıklayın: http://herema-ararat.blogspot.com/2011/12/agirinin-madimaki-2.html
Yazının ikinci bölümü için linki tıklayın: http://herema-ararat.blogspot.com/2011/12/agirinin-madimaki-2.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder