Herkesin çalışmaktan ve kutlamaktan yorgun düştüğü Ağrı’yı kazandık, ama bir sorun hele, nasıl kazandık? Emekten, örgütlülükten, inançtan filan söz etmeyeceğim. Onları biliyorsunuz zaten. Ama seçimden önceki son geceyi anlatayım, Ağrı’yı nasıl kazandık anlarsınız. Sanmayın ki; son gece son defa evlere gidip halkımızla son defa kucaklaştık, sohbet ettik.
Valla ne yalan söyleyeyim, hepimiz bulabildiğimiz arabaların içinde iz sürüyorduk. Partinin araç komisyonu en şanslı komisyonlardan biri olduğundan Allah için çok sayıda aracımız vardı. Zaten komisyonun araç aramasına gerek kalmadı, arabasının anahtarını getirip bırakanları, arabasıyla birlikte 24 saat çalışanları, “ne iş verseniz yaparım” diyenleri eşleştirdi, o kadar. Nitekim o gece komisyonun elinde ne kadar araç varsa, -ki bu da neredeyse Ağrı’daki araç sayısının yarısından fazlası ediyor- Ağrı’nın sokaklarında AKP’li arıyordu. Tabii ki aranan AKP’liler, AKP’ye oy verenler değildi. O gün Ağrı’ya gelen milletvekilleri, emniyetçiler, vali, vali yardımcıları filandı. Partiye ihbar üzerine ihbar yağıyor; “Vali yardımcısı falan mahallede yardım dağıtıyormuş”, “bugün gelen yetmiş milletvekili yanlarında bilmem kaç trilyon getirmiş”, “’Dizo Heso’ filan mahalledeymiş” ihbarlarının gereği yapılıyor, derhal olay yerine intikal ediliyordu.
Gerçi halka defalarca anlatılmış, “Onların verdiği her şey hakkınızdır, ceplerinden değil sizin vergilerinizi verdiğiniz devletin kasasından veriyorlar. Verdiklerini alın, yiyin ama oy vermeyin” denmişti ama yine de yemin ettirilenlerin “AKP’nin ettirdiği yemin geçersizdir” sözünü ne kadar gerçek kılacağından çok emin olamıyorduk.
Neyse, biz BDP’nin oy potansiyelinin çok yoğun olduğu bir mahalleden gelen ihbarları değerlendirmek üzere, olay yerine doğru hızla seyrederken uzaktan çok sayıda aracın farlarının yandığını gördük ve pek sevindik! Sokaklarda hiç görmediğimiz, evlere bile gizlice giden, neredeyse illegal seçim faaliyeti gösteren AKP’liler konvoy halinde mahalleye giriyordu!
Araç ve insan kalabalığının yanına yaklaşınca anladık ki, kalabalığı polisler ve BDP’liler oluşturuyormuş. Bizim gibi illegal seçim faaliyeti yürüten AKP’lilerin peşine düşen BDP’liler mahalleye giren yabancı bir aracın önüne kesip “kimsiniz” diye sorunca aracın içinden inenler büyük boy silahlarını doğrultup, -silahlar gerçekten çok büyüktü, gözlerimle gördüm- onları göz altına almaya çalışırken, o sırada yine ihbar değerlendirmek üzere seyir halinde olan başka BDP’liler de olayı görüp o mahalledeki diğer seyir halindeki BDP’lilere haber verince, olay mahallinde ortalama olarak bir basın açıklaması yapacak kadar kitle toplanmıştı. Kitlenin yanı sıra milletvekili, avukat, parti yöneticisi filan derken giderek artan kalabalık karşısında, sivil kıyafetli, büyük silahlı polisler “tamam gözaltına gerek yok, burada tutanak tutalım” deyiverdiler.
Meğer önü kesilen aracın içinde istihbaratçılar varmış! BDP’lileri gözaltına alması için başka bir ekibe teslim etmişler. Neyse, hiç değilse polisin, devletin illegal faaliyeti ortaya çıktı!
Bu arada “AKP’liler rahat rahat dolaşsın diye bunlar bizi burada oyalıyor” diyen uyanık bir arkadaşımız polislere hepimizin bir ağızdan hukuksuzluk yaptığını anlatmamızın önüne geçti de biz de işimizin başına döndük.
Biz sokak aralarında olağandışı bir hareket, yabancı bir araç var mı diye turlarken mahallenin çocukları yolumuzu keserek parola sordular. Nereden bilelim? İçimizde en uyanık olanımız yürüttüğü tahminle doğruya yaklaştı. O “Bijî Serok Apo” demişti, meğer “Sayın Öcalan”mış!
Sonra bizden şüphelenip bisikletiyle peşimize düşen, yol sormak bahanesiyle bizi durduran, mahallede dolaşan çocuğun, gencin, yaşlının kendi mahallesini nasıl koruduğunu, hele bir de sabaha kadar açık kalacak nöbetçi bakkalları görünce rahatladık. Tabii bir de uzaktan farını fark edip her peşine düştüğümüz aracın, bizim gibi istihbarat üzerine orada olduğunu fark edince olay mahallini terk ettik.
Son gece bir-iki saat uyuyabilen uyudu. Seçim günü mesaisi sabah 05.00’de başladı. Okul sorumluları, sorumluluların sorumluları, sorumluların sorumlularının yedekleri, müşahitler, onların yedekleri, gezici görevliler, bahçe görevlileri ki bunlar da kendi aralarında karşılayanlar, seçmen pusulası dağıtanlar, provokasyonları engeleyenler filan gibi birkaç konuda iş bölümü yapmıştı, herkes görevinin başındaydı.
Seçim sandıklarını koruma grupları da sandıktan gözünü ayırmayacaklar, mühürleri takip edecekler, kapıda bekleyecekler, onları takip edecekler, hasta olan olursa yerine geçirecekler filan diye alt görevlendirmeler yaparak görev yerine konuşlandı.
Öyle tedbirler alındı ki, artık hiç kimse oy çalamaz, torbaları yırtamaz, elektriği kesse bile karanlıkta bırakamazdı. (Bu arada Ağrı, Ağrı olalı bu kadar çok el feneri satışı görmedi. El fenerleri, onların yedekleri, piller, onların yedekleri...)
Merkezi kriz bürosu, mahalle komisyonları, şu, bu. Binlerce, yemin ediyorum binlerce ayrıntı, binlerce iş. Neyse. Ağrı’yı kazandık. Elbette örgütlülük, emek ve kolektif bir irade ve bilinçle. En önemlisi halkın özgücüyle. Ama galiba bu zaferi taçlandıran hileleri boşa çıkarmak oldu. Ağrı’ya ayak bastığım andan itibaren hemen herkes “Valla biz Ağrı’yı çoktan almışız ama bunlarda hile çok. Hileleriyle baş edersek sorun yok” diyerek Seyid Rıza’nın “Ben sizin hilelerinizle baş edemedim” sözünü hatırlatıyordu.
Seyid Rıza’nın ruhu şad olsun! Artık halk hilelerle de baş etmeyi öğrendi.
Özgür Gündem Gazetesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder