Osman Sebrî (Apo) Kimdir:
Osman Sebri, nam-ı diğer Apê Osman, 7 Ocak 1905 yılında, günümüzde Adıyaman sınırları içinde kalan Narince köyünde dünyaya geldi. Sebrî, henüz 6 yaşındayken, aşiretindeki tüm yetişkin erkekler tutuklanıp hapse atıldı. Bölgede Hoza Mirdesan ağası olarak tanınan babasını, henüz 10 yaşındayken tifo nedeniyle yitiren Sebrî, amcası Şukrî tarafından büyütülmüştür.
Tifo nedeniyle yalnız babasını değil, öğretmenini de yitiren Osman, 2 yıllık öğretmensizliğin ardından 1917 yılında Narince’de köy okulunu bitirmiştir. 1918 yılında Kâhta’daki Rüştiye’de ortaöğretimine başlayan Osman Sebrî 3 yıl sonra Rüştiye’yi bitirip köyüne dönmüş ve amcası Şükrü tarafından, 1922 yılında 17 yaşında evlendirilmiştir. Evliliğinin üzerinden bir yıl geçtikten sonra bir Welat adında bir oğlu olmuştur,Welat 1974 yılında Kâhta’da babasının amcası Şukrî'nin torunu Sırrı Erdem tarafından öldürüldü.
Amcası Şukrî, Osman Sebrî’nin aşiret reisi olmasını istemiş ve bu nedenle; kendisine aile hayatı, at binme, aşiret düzeni ve silah kullanma üzerine eğitim verilmiştir. Bununla da kalmayan amca Şukrî, işin pratiğine de hakim olması amacıyla Sebrî’yi aşiret kavgalarına yollamıştır. Ne var ki, köye sürgün olarak gelen, feodalite düşmanı, İsmail Efendi isimli öğretmeni, Osman’ın feodalizme bakışını tamamiyle değiştirmiştir. O güne değin; zorbalığı yiğitlik olarak öğrenmiş Osman, İsmail Efendi’ye şiddetle karşı çıkmasına rağmen, bir süre sonra ikna olmuştur. Bu olayı anılarında şöyle anlatır; “ Düşüncelerini bana aşılamak için, klasik aşiret anlayışının eksik ve yanlışlıklarını tek tek gösteriyordu. Fakat söylemlerini kolayca kabul etmiyordum. Çürük çarık olan feodaliteye tüm varlığımla yönelmiştim çünkü. Her şeyden önce bu yanlış yolun yolcusu olmayı zihnimden çıkarmam lazımdı. İşte O, bunu gerçekleştirdi. Sahiden de feodal düzenin eksiklerini fark ettim. Bir zamanlar yiğitlik gördüğüm şeylerin zulümden başka bir şey olmadığını anladım. Ağalıktan hem soğumuş hem de onun amansız bir düşmanı olmuştum.“
Amcası Mirdes aşireti reisi Şukrî Ağa, Şêx Seîdê Pîran isyanını duyunca, Osman’ı, diğer yeğeni Necmedîn’i, ve kardeşi Nurî’yi Axe köyüne çağırmış ve onlara Şêx Saîd’in ulusal bir devrim için harekete geçtiğini, Kürdistan’ın bağımsızlığını talep ettiğini söylemiştir. Bu girişimin başarısız olması durumunda çok kan akacağını ve bu sebeple isyana katılmalarının önemli olduğunu belirtmiş, kardeşi ve yeğenlerine görüşlerini sormuştur. Onlar da bu durum karşısında, sözü Şukrî’ye bırakmışlardır. Osman Sebrî anılarında, amcası Şukrî’nin cevabını şöyle yazmıştır:
“Siz her şeyi benim omuzuma yıkıyorsunuz ve ben de size düşüncelerimi açık bir şekilde söyleyeceğim. Artık Mustafa Kemal’in kalleşliği kaldırılamaz. Her şeyin bir sınırı var. Onursuzluğun da bir sınırı olmalıdır. Bilemiyorum bu devrim ne ölçüde başarıya ulaşacak. Fakat, bu gelen anı da kaçırmamamız gerek. Eğer Şêx Saîd’i yenerlerse Kürt erkeğinin hürmet ve şerefi kalmaz. Ben Şêx Saîd’e bir mektup yazacağım ve kendisine onlar Siverek’i aldıkları an biz de ayaklanacağız, diyeceğim. O zaman bizim için Malatya, Maraş ve Antep’i almak zor olmayacaktır.”
Şukrî, kurnazlık edip birkaç mektup da Ankara’ya yollamış ve Milis Alayları oluşturmak için izin istemiştir. Oralardaki Türk askeri yoksunluğu sebebiyle, bu istek teşekkürle karşılık bulmuş ve izin alınmıştır. Şukrî ağanın önderliğindeki milisler 3 alanda toplanmış, ve Şêx Saîd’in Siverek’i alması beklenmiştir. Lakin, Amed yakınlarında alınan yenilgi planlarını gerçekleştirmelerine engel olmuştur. O sıralarda, bazı kesimler, Ankara’ya kendilerinin Şêx Saîd hareketiyle ilişkileri olduğuna dair ihbar mektupları yollamışlardır.
1925 Devrimi’nin yenilgisinden sonra Elazığ İstiklal Mahkemesi Şukrî ağa, Osman Sebrî ve 480 milisi mahkemeye çağırmasına karşın aşiretin ileri gelenleri toplanıp yalnızca Şukrî ve Hacî’yi yollamaya karar verdi. Mahkeme, Şukrî'yi idam cezasına çarptırsa da , bu karar İsmet İnönü ve Haci Bedir Bey’in araya girmesiyle, 15 yıl hapis cezasına çevrilmiştir. Osman Sebrî’nin anılarında bahsettiği üzere; hapishanede bir çok kadro ve amcası “Kutsal Anlaşma” yapmışlardır. Buna göre kim hapishaneden sağ çıkarsa, Kürt hareketini örgütleyecek ve Türkleri Kürdistan’dan kovacaktı.
Amca Şukrî Muğla Cezaevine gönderileceği sırada, amcasından gelen şifreli mesajı alan Osman Sebrî yol üstünde amcasını kaçırarak Kâhta’ya götürdü. Osman Sebrî önderliğinde toplanan milisler Şukrî'nin diğer aşiretleri de isyana katma isteğiyle vakit kaybederken, Türk ordusu bölgeye girerek Mirdes aşireti sınırlarına kadar dayanmıştır. Zaman kaybı sebebiyle çevrelerinde yalnızca küçük bir silahlı grup kaldığından, ailelerini aşiretlerden bazılarına emanet edip dağa sığındılar ve 2 ay gibi bir süre dağlarda yaşadılar. Devlet, çeşitli insanları araya koyup, teslim olmaları halinde iyi davranacaklarını iletse de bunun bir tuzak olduğunu anlayıp Suriye'ye gitmeye karar vermişlerdir.Osman Sebrî, yurtdışına çıkış hazırlıkları yapmak için milislerden ayrılıp geri döndüğünde yalnızca amcası Nurî'yi bulabildi.Şukrî ağa eğer Osman’dan vazgeçerseniz, ben ve Nurî teslim olacağız diye Türk komutanına haber gönderip teslim olurken kardeşi Nurî’ye de, sana haber yolladığımda teslim ol demiş, bunun üzerine Nurî Narince köyü yakınlarında Türk askerlerine teslim olmuştur.
Kısa bir süre sonra Osman Sebrî de 20 yaşındayken tutuklanırken, İstiklal Mahkemesi’nde yargılanan amcaları Şukrî ve Nurî idam cezasına mahkum edildi. Ailelerini emanet ettikleri Zeynel ve Bedir Ağalar tutuklanıp Malatya’ya gönderilince, Bedir Ağa Türk komutanına Şukrî’lerle ilgili bildiği her şeyi anlatarak Kürt tarihinde sık sık karşılaştığımız ihanetlerden birine imza atmıştır. Şukrî ağa, idamından önce, vasiyetnamesini oğlu Qadir'e verdikten sonra, Osman Sebri'ye dönerek; “Benim intikamım ve amacıma gelince Osman benim oğlum ve davamı sürdürecek olandır“ demiştir. Osman Sebrî de buna “Bele ezbeni” diye yanıt vermiştir. Sebrî, bu davadan 6 yıl ceza alırken cezasını Adana, Konya ve Denizli cezaevlerinde tamamladı ve toplamda 23 ay 13 gün hapis yattı. 1928 yılında, Denizli Cezaevi’nden 48 tutukluyla birlikte serbest bırakıldı.Hepsinin yol parası olmadığı için, Kürdler Osman Sebri'nin önerisi üzerine trenin 1. yada 2. kompartımanına bineceklerine paralarını diğer Kürdlerle paylaşarak daha ucuz olan 3. kompartıman ile geri dönmüşlerdir.
Osman Sebrî, dönünce devlet tarafından geliştirilen komploların ardı arkası kesilmemiş ve komplolarına 64 şahit de bularak 26 ağa ve ağa çocuğuyla birlikte, yeniden tutuklamışlardır. Bir süre daha cezaevinde kaldıktan sonra memleketi Kâhta’ya döndü. Amcalarını öldürten ve kendini ihbar eden Bedri’den intikam almayı aklına koyan Sebrî, Urfa’da Bedir Paşa’yı öldürmüş ve atını Siverek’e doğru sürmüştür. Siverek’te amcasının vasiyetini yerine getirmek için bir tepeye çıkmış ve Amed’e yüzünü dönerek: “Amca bugün senin intikamını aldım. İlkini gerçekleştirdim, sonuncusu da Allah Kerim“ diye bağırdı.
Bu olayın ardından, 26 Aralık 1929 tarihinde Suriye’ye geçmiş, burada Celadet Ali ile Kamuran Bedirxan Beylerle birlikte çalışmaya başladı. Xoybûn örgütlenmesi içerisinde yer alan Osman Sebrî, 1 Temmuz 1930 yılında Xoybûn direktifleri doğrultusunda Ağrı direnişçilerinin yükünü hafifletmek amacıyla, Suruç bölgesine girmiş ve orada bir karakolu imha ederek 5 Türk askerini öldürmüştür. Daha sonra, Şêx Abdirrehman Garisî ve Mela Ahmed Suzî ile birlikte, Şeyh Ahmed Barzani’yle görüşmek üzere Güney Kürdistan’a giderken, bir ihbar neticesinde İngilizler tarafından yakalanarak Musul hapishanesine konuldu. Kısa bir süre sonra serbest bırakılan Sebrî, daha sonra yeniden hapsedilerek Bağdat’a gönderildi. Dönemin İçişleri Bakanı Sebrî’nin önüne, Türkiye ve Suriye'den birini seçmesini istedi. Aynı zamanda Türkiye'ye dönmek isterse affedilmesini sağlayacağını da dile getirmesine rağmen, Osman’ın yanıtı sert olmuştur: “Kabul etmiyorum. Af istemiyorum. Biz affedilmek için çıkmadık.” Bunun üzerine Osman Sebrî, Suriye’deki Fransız sömürge yönetimine teslim edilmiştir. Kısa bir tutukluluğun ardından serbest bırakılsa da faaliyetlerinin Fransızları rahatsız etmesi üzerine; 1931 yılının 11.ayından 1935 yılına kadar Ürdün ve Filistin’de sürgünde yaşadı. Osman Sebrî o dönemi şu sözlerle anlatmıştır: “Önce Ürdün'e gittim. Ürdün beni kabul etmedi. Ürdün o dönem İngilizlerin elindeydi. Bu sefer bana 'Filistin'e git ve kendini kimseye gösterme' dediler. Filistin'de İngilizlerin hakimiyetindeydi. Ben Filistin'e gittim, ismimi değiştirdim ve öyle kaldım. İşçi olarak çalıştım ve ekmeğimi kazandım. Hiç kimsenin kapısına gitmedim. Bir ihtiyar vardı. Onun da geçimini sağladım. Fakat kimsenin kapısına gitmedim. Bugün çocukların kapılarına gittikleri Sefirler vardı orada.. Kimseye gitmedim.. Sabahtan akşama kadar işçi olarak çalıştım ve ekmeğimi kazandım.. Millet için çalışmak isteyenler milletin ekmeğini yememeliler“
Sürgün hayatı Filistin ve Ürdün'le sınırlı kalmayan Osman Sebrî 1935 yılında Madagaskar’a gönderildi. Madagaskar günlerini şöyle anlatmıştır: “Fransızlar beni Madagaskar'a götürdükleri zaman orada 3 Kürd köyü vardı. Fakat, dillerini unutmuşlardı. İşte millet böyle darmadağın olmuş ve sahipsiz kalmıştır. Ne kadar büyük bir kayalık varsa gelmiş biz Kürdlerin başına çarpmış. Elbette bu bir istisna değil. Haksız olan biziz. Bir gidip başkalarının adamı oluyoruz. Biz başkaları için ölüyoruz“
Fransız Sömürge yönetiminin Kürtlere karşı tavrı yumuşayınca, 1937 yılında serbest bırakılan Sebrî geri dönüp Şam’a yerleşti.1944 yılında Şam'da ikinci evliliğini yaparak Çerkes olan ikinci eşiyle evlendi.Bu evliliğinden Hoşeng, Hoşin ve Heval isminde üç erkek ile Hingur ve Hevî isminde iki kızı olmuştur. 1932 yılında, aktif bir şekilde Hawar dergisi için çalışmaya başlayan Sebrî, Celadet Ali Bedirxan’dan Kürtçe dersleri aldı. 1932-1945 yılları arasında birçok öykü, şiir ve makale kaleme alırken Hawar dışında Ronahî, Stêr ve Roja Nû dergileri için de yazılar yazdı. Kürtçe’ye hizmeti yalnız edebiyatla sınırlı kalmamış, aynı zamanda Güneybatı Kürdistan’ın bir çok köyünde okuma yazma kursları açarak Kürt dilini öğretmiştir. 1957 yılında Suriye’nin ilk resmi Kürt partisi olan Kürdistan Demokrat Partisi’nin kuruluşunda yer aldı ve aynı yıl başkanlığa seçildi. Siyasi çalışmalarından dolayı ikinci kez Lübnan’a sürgüne gönderildi.1971 yılında partisinden istifa ederek kendini Kürt Dili ve Edebiyatı çalışmalarına verdi.
Ömrünün son yıllarında sürekli olarak o sıralarda Suriye'de bulunan PKK Lideri Abdullah Öcalan tarafından ziyaret edildi.Ziyaretlerde çoğunlukla Kürt mücadelesinin yöntemi tartışıldı. PKK’ye karşı sevgi beslediğini dile getiren Sebrî; o dönemlerde, bir çok sürgün Kürt siyasetçi ile görüşmeler yapmıştır. Kendisini ziyarete gelenlerden, eski DDKD’li Sait Güven; kendisine Avrupa’ya gitmek istediğini söylemiş ve şu cevabı almıştır: "Mezê ke, Apoçî diçin welat, hun jî diçin Evropa. Evê qezenç bikin. Hun jî winda bikin."
Osman Sebrî, bağımsız Kürdistan ideali için tüm yaşamını feda eden ve belki de 20.yüzyılda en fazla acı, hapis, işkence ve sürgün gören Kürd şahsiyetidir. Hatta Kürt mücadelesinde, yolu Madagaskar’a kadar varmış istisnai bir kişidir. 1966 yılında Çira Dergisi için kaleme aldığı “Çar Leheng” adlı eserin giriş kısmında sarf ettiği bu sözler hayatı boyunca gösterdiği dik duruşun kanıtı gibidir.. “Unutmayalım ki kardeşlerimiz Türk, Irak ve İran zindanlarında boyun eğmiyorlar. Zalim düşmanlara karşı halkının davasını savunuyorlar. Bu da bir çeşit kahramanlıktır. Gönül ister ki yiğitlerimiz kolay bir şekilde boyunlarını düşmanlarına kaptırmasınlar. Zindanlarda kalleşçe öldürüleceklerine ülkenin dağlarında ve kayalıkları içinde düşmanlarını öldürsünler ve ölsünler“
Sebrî, 11.10.1993 tarihinde, 85 yaşındayken, Suriye'nin başkenti Şam'da hayatını kaybetmiştir. Naaşı, Derbasîyê’ye bağlı Berkevirê köyünde bulunan şehitlik mezarlığında defnedilmiştir.
Eserleri ve ilgili kitaplar
Elîfbeya Kurdî, Şam-Suriye 1955.
Bahoz. Şam-Suriye1956.
Derdên me, Şam-Suriye 1956
Apo, Almanya 1981.
Elîfbêya Tikuz, Şam-Suriye, 1982.
Çar Leheng, Şam-Suriye, 1984.
Dîwana Osman Sebrî, Stockholm-İsveç 1998.
Bîranînên Osman Sebrî 2003.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder