4 Ağustos 2012 Cumartesi
Bir başka Hasan ve Fatma hikayesi...
Serhat - Ararat’ın susuzluğa mahkum edilmiş karatelerinde, İran rejiminin top atışları altında biri anne sırtından diğeri de kucağından inmiyor. Tek yumurta ikisi: Hasan ve Fatma. Peygamber çağından günümüze taşınan trajik öyküleri çağrıştırıyor ama onların yaşadığı koşullar da pek farklı değil. Sürekli tehdit adlında bir yaşam…
Kerbela’dan bu yana bu topraklarda nice zülümler gördü, ne kadar da çok Yezid, Hasan-Hüseyinlere acı çektirdi. Kaç Muaviye mazlumlar üzerinde sahte maskeleri ile hüküm sürdü. Vaad edilen cennete ulaşılamazken, zulmün halen devam ediyor olması bu topraklar üzerinde bir ‘lanetin’ dolaşmasından mıdır yoksa ‘kader mi’ bilinmez. Ama Yezidlerin, Hasan, Hüseyin ve Fatmalara uyguladığı zulme karşı çağdaş İbrahimilerin direnişi de sürüyor.
Bizim öykümüz asırlar sonra dünyaya gelmiş iki küçük kardeşi anlatıyor. Ama onların da trajik yaşam hikayeleri var. Henüz çiçeklerin boy verdiği serin bir ilk bahar akşamında karşılaştığımız Fatma ve Hasan kardeşlerinin öyküsü Kürdistan’da yaşayan binlercesinden sadece birisidir.
Tarihin tekerrürü mü? Fatma, Hasan ve Hüseyin’in yaşadığı tarjedi üzerinden asırlar geçmesine rağmen halen bu topraklarda sürüyor olması nasıl izah edilebilir ki? Cennet, kurtuluş söylemlerin bu gerçeklikteki yeri nedir? Bu isimlerin kutsallık dereceleri kadar, acı, çile ve göz yaşı bir gerçek. Özellikle kültürel inançlarına sadık olan söz konusu Kürtler olunca bir başka boyutlanıyor acı, çile ve zülüm. Fatma ve Hüseyin’in hikayesi de böyle işte böyle birşey.
DOĞARKEN TERCİH HAKKI MI VARDI?
Her tarafına teller, mayınlar, sınırlar ve yasaklar konulan bir coğrafyayın çoban bir baba ve ev kadını bir ailenin çokuklarıdır Fatma ve Hasan. Onları herkesten farklı bir dünya bekliyordu. Çobanlığı kendi topraklarını işgal eden Türk ve İran gibi baskıcı rejimlerin silahlarının gölgesinde ve Ararat’ın eteklerindeki tam susuz krakerlerde yapıyolar.
Aynı yumurtanın izikleri olan Hasan ve Fatma, bu koşullarda gözlerini açmıştı dünyaya. Üç yaşına gelmişlerdi, ama halen biri anne sırtında, diğeri kucağında yaşıyorlardı. Yolumuz bir gece vakti kıl çadırların yanından geçerken kesişmişti. İlk etapta göze çarban genç bir annenin iki yavrusunu aynı anda taşıdığıydı. Selamımıza, akşam yemeğine davet etmeyle karşılık vermişti êlin (kıl çadır) reisi Zeyno kadın. Fatma ve Hasan’ın hikayesini de burada öğrendik. Üç yaşına gelmelerine rağmen neden halen anne sırtındaydılar? “Ağlıyorlar cevabını verdikten sonra da ‘İran devletinin top atışlarından korktukları için kucağımda olmak istiyorlar” diyor genç anne.
EKONOMİK OLARAK DAR AMA MİSAFİRPERVERLER
Kürtlerin misafirperver olduklarından şüphe götürmez. Hele söz konusu Serhat coğrafyasında her türlü egemenliğe başkaldırmış ve hiçbir sistemle birleşmemiş Celaliler olunca, konukluk daha bir anlam kazanıyor. Onlar evlerine buyur edip, sofrasına davet edilenden olumsuz bir cevap alınca hor görülüp, hakaret sayarlar. Kıl çadırın kapısında 50’li yaşlarda, Kürt kadının otoriter ve misafir perver örneklerinden biri bizi karşılamıştı. Yörede de Zeyno kadın olarak tanınırdı. Ve de êl’ın yani ‘kıl çadır’ın reisi olduğunu, aile reisini sorduğumuzda öğrenmiştik. Sırtında iki çocuğu taşıyan genç kadının çobanın eşi olduğunu, çocuklarının ise Fatma ve Hasan isminde ikizler olduğunu, Serhat’ın serin gecelerinin birinde öğrendik.
KIL ÇADIRIN REİSİ BİR KADIN
İlk etapta ikizler dikkatimizi çekmişti. Ancak erkek egemen kültürünün yaygın olduğu bu coğrafyada bir kadının, Zeyno ananın êlin reisi olmasının da ayrı bir hikayesi var elbette. Kocası devlet tarafından tutuklandığı için iki çocuğu ile yalnız kalmış Zeyno kadın. İki küçük 9 ile 14 yaşında iki çocuktan başka kimseleri olmadığı için evin reisliğini üstlenmiş olan Zeyno, evdeki işlerinin yanında zaman zaman çobanlık ve pazar işlerini de üstlenmek durumunda kalmış. Hayvanlarını ve onların bakımı da ona yüklenmişti. Bu sorumluluktan dolayı da baharın ilk günlerinden sonbara kadar yayla yerlerinde çobanlarla birlikte kalıyor, çobanların haftada bir kullandıkları izin günlerinde de o çobanlık yapıyor.
Fiziksel zorlanmanın yanında devletin kirli politikalarından o da şikayetçi. Bir de onu fazla dinlemeyen genç oğlundan. Asabi olduğu davranışlarından belli olan genç erkeğin, yanında adeta ağzı var dili yok derecede utangaç bir şekilde duruyor evin küçük kızı Fatma. İlkokul’un üçüncü sınıfında okumasına rağmen ağabeyi onun birşey anlamadığını ve okumanın da çok gerekli olmadığını söyleyip, onu okuldan alıp, ev işlerinde annesine yardımcı yapmak istiyor. Siyasal ve sosyal yönü ağırlıklı olan Celalilerin diyarında hikayeler bu şekilde sürüp gidiyor.
İŞ YOK, ÇOBANLIK MESLEK
Celaliler yörede sisteme fazla karışmamış, yurtseverlikleri ile tanınıyorlar. Bu özelliklerinden dolayı PKK’nin ilk önder kadrolarından Ahmet Kesip (Mahir) 80’lerde bu alana gelip, faaliyetlerini ademi merkeziyetçi bir şekilde yürütmüştü. Celalililerin yurtsever ve sistemle birleşmeyen özelliklerinden dolayı İran gerici güçleri halkı Türkler gibi açlıkla terbiye etmek istiyor. Yöreye herhangi bir ekonomik alt yapı sağlamadığı gibi, Celalilerin aşiret içi Kuzeye gidiş gelişteki ticaretten elde ettikleri gelirlerini de geliştirdiği askeri tedbir ve sınırlardaki fiili imha yöntemleri ile kesmiş durumdadır. Geriye onlar için tek bir yol kalıyor. Ya teslim olup devletin ajanlaştırma politikalarına alet olunacak, yada kendi onurları ile ekonomik sıkıntılar içerisinde yaşamaya karar vereceklerdi. Bu duruşlarını eksiklikleri olsa da bugün kadar koruyan Celalilir, İran devletinin kirli politikalarına karşı ‘fakir ama onurlu’ iş olan ve geleneksel bir hal alan baba mesleği çobanlığı seçiyorlardı. Bundan dolayı okul ve çalışma çağında pek çok genç çobanlığı meslek ediniyor.
Fatma ve Hasan’ın babaları da bu gelenekten geliyordu ve çobanlıktan başka bir gelirleri de yok. Genç yaşta evlendikten aileye iki çocuk da katılınca evin yükünün daha ağır olduğunu söylüyor ikizlerin babası. Bundan dolayı kışları köylerinde, bahar ve sonbaharda ise sezonluk çobanlık yaparak ailesini geçindirmeye çalışıyor. Yaşı 25’in altında olmasına rağmen taşıdığı sorumluluktan dolayı daha yaşlı gösteren genç anne ise hem kendi çocuklarına bakmaya, hem de yanlarında çalıştıkları Zeyno kadınına ev işlerinde yardım ediyor.
TOP ATIŞLARI ALTINDAKİ UMUT
Sürekli atılan top atışları altındaki yaşamın dışında başka şanlarının olmadığını söyleyen genç kadın, “Yavrularım top atışlarından dolayı çok korktukları için sürekli onları taşımamı istiyorlar” diyor.
Ne diyelim bugüne dek anne ve çocuk arasındaki bağın en güçlü bağ olduğu gerçeği ortadayken. Tek geçim kaynağının hayvancılık olduğu yörede, İran gerici güçlerinin yaylaları ‘devlet malı’ sayıp, izne bağlaması yetmiyormuş gibi, susuzluktan arabistan çöllerini aratmayan Araratın akıntılaranın oluşturduğu taş yığınları içinde yaşam mücadelesi verirken sürekli top atışlarına maruz kaldıklarına şahit olduk.
İşte ‘kardeşlik’ denilen bir yerde, Fatma ve Hasan günü ve saati belli olmayan top atışlarının gümbürtüsü alatında ve serseri bir topun ne zaman kendi çadırlarına vuracağının korku ve kaygıları hissederek yaşıyorlar. Zorluklara rağmen başka gidecek yerleri olmadığını söylüyorlar, ama gelecekten umutludurlar. ‘Gerillalar buralara geldikten sonra toplumsal düzen gelişti’ diyerek bu umutlarının kaynağına işaret ediyorlar.
Mehmet Nuri Ekinci-ANF
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder