Medyanın en “baş” haberi Kürdistan’ın 15 ili ile ilgili... İller şunlar: Ağrı, Ardahan, Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Hakkari, Iğdır, Kars, Mardin, Muş, Siirt, Urfa, Şırnak, Van...
Bu 15 ille ilgili haberin “asıl önemli” olan kısmı nedir?
Bu 15 ilin 10 yıllık AKP hükümeti döneminde “en geri” 15 iller arasında olmasıdır.
Haberin ikinci önemli kısmı ise hükümetin bu 15 ile “teşvik” uygulayacağı, bazı vergilerden bu illerin kapitalistlerini muaf tutacağı...
Biz Medya Diyalog’a bu haberi yazarken, mutat olduğu üzere, bizim “Noel Babamız” Apê Musa, artık damdan mı, bacadan mı girdi bilmiyoruz, karşımızda belirdi.
“Hocam ‘bayram değil, seyran değil, bu Başbakan Kürdistan’ı neden öptü?’ bize açıklar mısın?”
“Kan içici vampirler, kurbanlarını ısırmadan önce öpermiş... Başbakan sizi ısırmaya hazırlanıyor. Bunu da açıkça söylüyor; ‘terörle mücadele’yi yalnız ‘silahla’ değil, ‘teşvikle’ de sürdüreceğini söylüyor. Yani maksadı Kürdün refahı değil, PKK’yi yok etmek... Yerel seçimlere para ve silahla hazırlanmak...”
“Hocam ekonomik teşvikle PKK yok olabilir mi?’
“Olmaz evladım, olmaz. Size gelmeden önce eski bir aile dostuma uğradım. Bir oğlu ile bir kızı dağda. Geride sekiz oğlan, sekiz de kızı var. Kendisi madenci. Teşvikten filan söz ettik. ‘Musa Amca, dedi, dağa oğlan gitti, hemen ardından TRT’de Kürtçe konuşmaya başladılar, geçende kız gitti, ‘teşvik’ aldık, millet diyor ki, bu ‘teşvik’ dağa gidişi durdurmak şöyle dursun iyiden iyiye ‘teşvik’ edecek... İşte böyle... Dostum hükümetle alay etti anlayacağınız ‘ne kadar dağ o kadar ekmek ve özgürlük’ diyor, sonra başlıyor katıla katıla gülmeye... Yani şaka yapıyor, suç işleme kastı yok...”
Bir medya diyalog çalışanı pek ikna olmamıştı. “Ama hocam bu teşviği alan kapitalist kendi halkına ihanet etmez mi?” diye sordu.
Apê Musa güldü, “edeni de çıkar elbette, dedi, o zaman Kürt halkının Türk devletine karşı özgürlük mücadelesi, bu ‘işbirlikçi kapitalistlere’ karşı sınıf mücadelesiyle birleşir... İşte o zaman da ‘Ankara’ya teşviğe gidenler, Amed’deki sermayelerinden olur’. Sen ne olacağını düşünme, onlar düşünsün...”
Vesayet ve Kürt sorunu
Genelkurmay Roboski Katliamı’yla ilgili bir “açıklamama” açıklaması yaptı. Açıkladığı ise şu: Katliam kurallara uygun yapılmışmış...
AKP ise “teşvik” meşvik hokus pokuslarıyla, Roboski’de parçalanan gençlerin ailelerine “şehit maaşı” bağlama “utanmazlığı” ile katliamda kendi “emir verme” payını gizlemeye çalışıyor. Ve Taraf başyazarı Ahmet Altan, askeri vesayete karşı yıllarca desteklediği AKP hakkında şöyle yazıyor:
“Kurallarınız, suçsuz sivilleri öldürüp sonra da hesap vermemek mi?
Sınır kapılarını açmayan sizsiniz, insanları kaçakçılığa mahkûm eden sizsiniz, kaçakçılık yaptıklarını bildiğiniz insanları bir akşam öldüren sizsiniz, bunun hesabını vermeye yanaşmayan sizsiniz, bir de bütün bunlara “kurallara uygun” diye kılıf bulmaya çalışan sizsiniz.
‘Askerî vesayet’ döneminde yapılan Genelkurmay açıklamalarından ne farkı var bunun?
‘Borudan’, ‘kâğıt parçasından’ ne farkı var?
Uludere Katliamı’nın suçlularının açıklanmaması, bu ülkede ‘askerî vesayetin’ devam ettiğini ve bu ‘vesayetin’ şimdi Başbakan’la iktidarı da teslim aldığı kuşkusunu güçlendirir.
AKP iktidarı, askerî vesayeti bitireceğim diye diye gidip o vesayete teslim olmuş gözüküyor.”
Evet. Bu sözler şu ya da bu “somut” bir tutumu eleştirmek anlamına gelmiyor. Altan artık sonuca varmış. Hüküm veriyor. “Katliam kötü” demiyor, “AKP iktidarı askeri vesayete teslim olmuş” deniyor.
Biz geçmişte, “askeri vesayete son verme mücadelesiyle Kürt sorununda çözümsüzlüğe son verme mücadelesi birleşmezse, buradan demokrasi doğmaz” dedik. AB’ye üye olmak ve vesayetten kurtulmak isteyen liberaller “kolay” yoldan bu amaçlarına ulaşacaklarını sandılar. AKP’ye tek taraflı bir destek vermekle kalmadılar, onun yıllar boyunca Kürt sorununda izlediği inkarcı ve tasfiyeci çizgiyi de desteklediler ve böylece vesayete karşı mücadeleyi Kürt özgürlük hareketini imha etme mücadelesiyle birleştirdiler.
Şimdi durum aydınlanmış olmalı ki, Ahmet Altan şöyle yazıyor:
“Üç ay geçti katliamın üzerinden, bu halka bir açıklama borcunuz yok mu?
Öldürülenler ‘Kürt’ diye mi bu kadar kendinizden emin bir şekilde susuyorsunuz, 34 Kürt’ün ölümü ‘Türklerin vicdanını’ kıpırdatmaz diye mi düşünüyorsunuz, nasıl olsa medyanız ölen Kürtler için ağzını bile açamaz diye mi tek bir kelime bile etmeden duruyorsunuz?”
Evet, şimdi Başbakan ve Cumhurbaşkanı, tek koldan sıraya girmiş, Askeri Akademi’de, ordunun önünde “tekmil” veriyor. Ve bu Akademiden çıktıktan sonra da polislerine ve savcılarına BDP’nin “Siyaset Akademilerine” baskın yapma emrini imzalıyor...
Her türlü vesayete son verebilmenin biricik ön koşulu Kürt sorununda çözümsüzlüğe barışçı, demokratik, eşit haklılık temelinde son vermek gerekiyor. Tek yol bu... Siz buna artık “devrim” mi, yoksa “devrimsi” mi dersiniz, sizin bileceğiniz iştir...
Batı’da darbeciyi, Doğu’da Kürdü...
12 Eylülcü “mütekait” paşalar yargılanıyor; ama bu paşaların karşısında herkes sinmişken isyan eden Kürt Özgürlük Hareketi bombalanıyor ve tutuklanıyor. Hükümet de “paşaları yargılıyorum” diyerek Kürde karşı zulmünü perdeliyor.
Medya bu yüzsüzlüğün farkında. İşte size bir “farkındalık” yazısı, yazar Ahmet Hakan:
“Bakıyorum:
12 Eylül’de işkencelerden geçmiş, hapislerde yatmış, sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanmış, eza ve cefanın en hakikisini çekmiş, sürülmüş, süründürülmüş, yurtdışına kaçmak zorunda kalmış, işi elinden alınmış insanlara...
Mutlu değiller!
Gerçekten mutlu değiller.
Müdahil falan oluyorlar ama “yaşasın” demiyorlar, “çok şükür” demiyorlar, “Allah razı olsun” demiyorlar, “bugünü de gördük” demiyorlar.
Neden?
Galiba şunlardan dolayı:
- Darbe yargılanırken... Sıkıyönetim mahkemelerini andıran mahkemeler eliyle ortama korku salınıyor ya...
- Darbe yargılanırken... Bilim insanları, yazarlar KCK iddianamesi’nin içinde “yatakçı / elebaşı” diye nitelendiriliyor ya...
- Darbe yargılanırken... Kürt sorununa darbeli günlerdekine benzer çözümler aranıyor ya...
- Darbe yargılanırken... Darbenin oluşturduğu kurumlar sapasağlam ortada duruyor ya...
- Darbe yargılanırken... Cezaevlerinden gözyaşlarıyla ıslanmış mektuplar geliyor ya...
- Darbe yargılanırken... Özgürlük rüzgârları, tahammülsüzlük girdaplarında boğuluyor ya...
- Darbe yargılanırken... Tıpkı darbe günlerinde olduğu gibi iftiralar, kara çalmalar, tehditler gırla gidiyor ya...
- Darbe yargılanırken... Tazyikli su, biber gazı ve cop üçlüsü egemenliğini koruyor ya...
- Darbe yargılanırken... Söz söyleyenin terörist olarak ilan edilme ihtimalinde bir düşüş kaydedilmiyor ya...
- Darbe yargılanırken... Özel Yetkili Mahkemeler yaklaşık 90 bin kişiyi “örgüt üyeliği”nden yargılıyor ya...
İşte bu tablo ürkütüyor 12 Eylül’ün mazlumlarını...
İşte bu tablo nedeniyle mutlu olamıyorlar.”
Katılıyoruz.
Muhittin CEMİL - Ender KARADENİZ
Özgür Gündem Gazetesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder