2 Ağustos 2012 Perşembe

Doğubeyazıt'ta Bir Köy...


Heybem sırtımda dolanırken, güzel bir anı olacak yolculuklar diyarındayım…

Doğubayazıt’ta gideceğimiz bir köye doğru yoldayız. Yol boyu ağaç, yeşil, çiçek pek yok, börtü, böceği ise oldukça fazla… Kürdistan’ı biraz bilen biri olarak o muhteşem ormanları, çiçeklenmiş ağaçları burada görmemek üzüyor.
Yıllar önce Serhatlı Terekeme bir arkadaşımın yaptığı bir espri hala beni çok güldürür… Çocuğun biri bir ağaç görüyor ve “anaa anaaa bak odunun üstünde ot bitmiş” diyor. Belki bu espri biraz abartı ama ot bitmiş ağacın olmadığı yerde espri de olmazmış!  Doğubayazıtlılar bana değil, otsuz ağaca gücenirler umarım…

Ağacı, yeşili afili olmasa da Doğubayazıt’ın İshak Paşa Sarayı ve Ehmedê Xanî’si vardır…

Yeşili pek yok ama şüphesiz güzel insanları var… Ararat Zilan katliamını yaşamış bir halkın çocukları olarak “kimlik” onlar için değerli. Yıllar önce dostlarımdan dinlemiştim burayı, gerçi o anlatıcılar şimdi birer yıldız oldular ama gerek onların anlatımı, gerekse de okuduklarımdan buranın gerçekten bir “kimlik” olduğunu söylemek gerek…

 Ulaşacağımız köyün girişinde arabamız duruyor. Genç bir delikanlı karşılıyor bizi, yaşını öğrendiğimde, daha büyük gösterdiğini fark ettim. Çok küçük ama hayat onu zorla büyütmüş gibi. Hikâyesini dinledikten sonra yaşlanmaması zaten pek mümkün değil.

Köyün delikanlısıyla sohbetin arkasında o muhteşem kadınlar çıkıverdi…

Sanırım uzun zamandır hiç bu kadar gülmemiştim.

İkisinin de yaşı ortalama 50 falandı ama onlar da o delikanlı gibi daha “hayatlı” gösteriyorlardı. Oradan buradan sohbet etmeye başladık, onlara köyde vakitlerinin nasıl geçtiğini soruyorum: “Güneş batımı yatıyoruz, sabah dört gibi uyanıyoruz, davarlarımız var, onlarla ilgileniyoruz, sonrası boş geçiyor” diyorlar. Evlerinde hiçbir elektronik eşya yokmuş.

Kadınlardan birine “eşin ile aran nasıl?” diye soruyorum. “Çok iyi, çok seviyorum” diyor alaylı bir gülümseme ile. Bu gülümsemenin anlamını biliyorum. Arkasından “kocan seni hiç aldattı mı?” diye sorunca alayının sebebini ele veriyor. “Yıllar önce şehirli kadınlarla beni aldatıyordu, bir gün dayanamadım şehre gittim ve kocamı diğer kadının koynundan alıp eve getirdim.” Yüzümdeki şaşkınlığa çok gülüyor. Ardından “ama şimdi benim yanımda” diyerek, zafer kazanmış kumandan edasında gülüyor.

Ah bu kadınlar, ne diyeyim artık! “Dayak yiyor musun?”  diye sorunca, “yok yemiyorum” diyor. Hemen yanındaki diğer kadına soruyorum, “peki senin kocan seni dövüyor mu?”  O da “hayır” deyince, bizim diğer hatun hemen lafa girerek ve diğer kadının kafasına bir şaplak vurarak, “ne yalan söylüyorsun, daha dün akşam dayak yemedin mi? Sesini tüm köy duydu” deyince ikisi birden ağız dolusu kahkaha atmaya başladı, elde olmadan ben de gülmeye başladım.

Kadınlardan biri, yanımızdaki erkek arkadaşın kulağındaki küpesini görünce, bana dönerek, “ayıptır bir erkeğin küpe takması olur mu?”diyor. “Pistir, ayıptır” diye devam ediyor. Ben de “niye, yakışmamış mı?” deyince, “önemli olan insanın yüreğinin güzel olması, küpe takmayıp erkek diye gezinenler de var” diyerek bir de beylik bir laf etti.

Kadınlar önce bizi turist sanmış. Biraz konuşmaya başlayınca, fikir değiştirip altın arayıcısı olduğumuza karar vermişler. İkna etmek zor oldu tabi. Hayatlarında hiç o köyün dışına çıkmamışlar. Ciddi hastalandıklarında Iğdır ve Erzurum’a gitmişler o kadar.

Misafirperverlikleri çok hoştu, Kürdistan’da hangi köye giderseniz gidin, size bir şeyler ikram etmek için koşturup dururlar. Yoksuldur sofraları ama yürekli insanlardır. Bize peynir, ekmek ve çay ikram ettiler, sofra da erkek olduğu için bizim kadınlar yemedi. Yanımdaki başka bir kadın arkadaş diyette olduğu için o da yemedi, buna çok şaşırdılar. “İnsan neden yemek yemez? Kadın dediğin etli, butlu olur, zayıf kadınları kocaları beğenmez, kızları da kimse almaz” dediler. Arkadaşım da “etli butlu oldum kimse almadı, bir de kilo vereyim belki alan olur” diyor şakayla. Tabi cevap gecikmiyor. “Yazık sen bekâr mısın? Şimdi seni kimse almadı mı? Hastalıklı mısın?” deyince bu sefer biz koptuk gülmekten.

Daha sonra köyün genç kızlarından ikisi yanımıza geliyor. Hiç okula gitmemişler. Fotoğraf çektiğimde, “niye çekiyorsun? Ne yapacaksın?”  diye sordular. Ben de “hatıra olsun diye çekiyorum, bir sakıncası mı var? dedim. Onlar da “kaybedecek bir şeyimiz yok” deyince dayanamadım. “Henüz çok gençsiniz ve önünüzde güzel bir gelecek var” dedim. Bu ezberlediğim bir cümle olduğu için söylemiştim, yoksa kimseye güzel bir gelecek vaat etme şansım olduğu için değil. Tabi o genç kızlardan da hayat hikâyelerini dinleyince onları da daha iyi anlıyorum.

Köye ilk adım attığım da bizi karşılayan delikanlının da, kadınların da, genç kızların da ortak sorunu savaşın eşitçe dağıttığı mağduriyet olduğunu anlamakta gecikmiyorum. Tüm gençliklerini, umutlarını, hayallerini almış ellerinden savaş. Hepsinin savaşta bir kaybı vardı, sevdiklerini yitirmişlerdi. Ve yaşamaya tutunmaya, kaldıkları yerde devam etmeye çalışıyorlardı.

İşte Doğubayazıt’ta ki o köy böyle bir yerdi!

 Esra Çiftçi
e.ciftci96@gmail.com

Kaynak: http://www.feminkurd.net/index.php

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder