25 Ağustos 2012 Cumartesi

NEVAL SEVDA ÇELİK: Mahalle Baskısı



Melek için yazamadım. O kadar dokundu ki onun ölümü, neresinden tutup da yazacağımı bilemedim.

Her an ‘ölmek’ denen şeyi yaşamış. Bir kere kurtuluş umuduyla doğduğu eve dönebilmiş. Kimbilir dönmek cesaretini toplamak, kararını verebilmek için nasıl cebelleşmiş kendisiyle, herkesle... Dönmüş. Yaşadıklarını anlatmış, ailesi sahip çıkmış. Ama MAHALLE BASKISI yüzünden Melek’i tekrar göndermişler.


Neden?

Çünkü konu komşu konuşuyor; ‘kocasından kaçmış’, ‘evli kadının yeri kocasının yanıdır’ diye. Hatta bazıları üstüne ekleye ekleye biri on yapıp insanı hiç olmadıkları bir tanıma da sokuyorlar. ‘Bence...’ diye başlıyor ve artık aklı, vicdanı neye elverdiyse...

Farkında mısınız, birbirimizin gardiyanı olmuşuz. Ne giymiş, ne demiş, nasıl bakmış, kimle konuşmuş, nereye gitmiş, neyi ne kadara almış derken toplu bir cezaevi yaratıyoruz.  Birbirimizin, aslında kendimizin elini, ayağını bağlıyoruz. Yani beynini bağlıyoruz. Çünkü hepimiz acaba bir başkası ne der, nasıl düşünür hesaplarıyla karar almak, davranışlarımızı başkalarına göre düzenlemek zorunda kalıyoruz.

Peki ‘ben’ kalıyor mu? Hayır.

Hepimiz birbirimize benzemeye başlıyoruz. Sonra hepimiz buna öfke duyuyoruz. Öfkenin sonucunda ya kapanıyoruz ya da hıncımızı başkalarından çıkarıyoruz.

Biz kadınların girdabıdır bu MAHALLE BASKISI. Bizim  beynimize, yüreğimize üretimden kopararak, yavaş yavaş dünyamızı daraltarak el koymuşlar. Biz de birbirimize daraltarak kendi çıkmazımızı derinleştiriyoruz.

Oysa herbirimiz, birbirimizin alanını genişletmede rol oynayabiliriz.

Ev işleriyle uğraşırken, boş zamanlarımızda kafamızdan geçen nedir?

Hakikaten toplumsal mı düşünürüz yoksa sağımız solumuz mudur bizi düşündüren?

Evet geçim sorunları var, evet çocuklar çoğu zaman bize hakim oluyor, zamanın nasıl geçtiğini farketmiyoruz... Buna rağmen önümüze birşeyler koymalıyız. Çok basit de olabilir. Mesela çocuğumuzun bir davranışını anlamak üzerine, eşimizi anlamak üzerine, ama en önemlisi kendimizi anlamak üzerine düşünebiliriz. ‘Ben kimim’, ‘duygularım ne, tepkilerim ne, neden böyle vs.’ sorularını kendimize sorabiliriz.

Bunların cevapları bizi başkalarını da anlamaya götürür. Benim bir davranışımın nedeni varsa başkalarının da vardır diyebiliriz. Benim yaptığım ya da yapamadığım birşey beni ne kadar acıtıyorsa başkasını da acıtıyor olabilir, diyebiliriz. Kendimizi tanıdıkça başkalarını da tanıma ihtiyacı duyar, tanırız. Kendimiz için istemediğimizi başkası için de istemeyiz.

Hele kadın olarak...
Her bireyin ruhunun tatmine ihtiyacı vardır. Biz kadınlar için bunun zamanı da, talebi de çalınmış. Geri almamamız için önümüze kurumsal duvarlar örülmüş ama en azından bunun farkında olmak bile ilişkilerimizi düzenlemenin ne kadar can alıcı olduğunu ortaya koyar.

Bizden çalınmış olan herşeyin boşluğunu bir şekilde, birbirimizin eksikleriyle, yanlışlarıyla, acılarıyla dolduramayız.Kendimizi başkalarının boşlukları, yaşanmamışlıkları, hatalarıyla var edemeyiz. Farklı bir kadın, acı çeken bir kadın, güçsüz bir kadın, çalışmayı sevmeyen bir kadın, hırslı bir kadın, eşi ya da çocuklarıyla sorunlu bir kadın olabilir etrafımızda. Nedenleri vardır. Ve farlılıklar da  olabilir, bizim birbirimizi doğrultma, kaldırma gücümüz yoksa müdahale, yıpratma hakkımız da yoktur.

Birbirimizi özgür bırakmakla başlayabiliriz herbirimiz. Bu, erkeğin egemenliğini de barajlar.

Birbirimize karşı sorumluluk taşıyabiliriz ki özgürlük bunu da içerir; erkek egemenliğinin baskısını hafifletir. Örneğin Melek ailesinin evine sığındığında, o aileye baskı kurmak yerine, ‘gördün mü kocasından kaçmış, ayıptır’. ‘Kocasıdır, döver de sever de. Kadının yeri kocasının yanıdır’ deyip Melek’i mahkum etmek, kadını acizleştiren geleneklerin dili olmak yerine, sahip çıkılsaydı durum böyle olmayabilirdi. ‘Hayır, kocası da olsa bunu yapamaz’, ‘mecbur değilsin’, ‘önce insansın ve bunu kabul edemezsin’ diye arka çıkılsaydı bunlar olmayabilirdi.

 Melek öldüğü zaman, onu öldürenleri insani ölçülerle ele alamayacağımı biliyordum. Sistemi değerlendirmek, sistemin nasıl çözüleceğini değerlendirmek çok uzak göründü. Uzun vadede yapılması gereken çok kapsamlı işler var. Ancak acil olarak  kendimizden başlatabileceklerimizi düşündüm.  Yapabileceğimiz birşeyler olmalı derken, öncelikle bu geldi aklıma; orada olsaydım ne yapardım, diye sordum. Sahip çıkar mıydım, kavga eder miydim? Sonra kendimi, komşumu düşündüm; böyle bir durumda elbette müdahale ederdim. Fakat mesele birbirimizin bu aşamaya gelmemesini sağlamak. Her türlü şiddete zemin sunan toplumsal argümanları ortadan kaldırmak. İlişkilerimizi kadın duyarlılığıyla düzenlemek.

Geleneklerin dayattığı ölçüler, doğrular-yanlışlar, iyiler-kötüleri herşeyi bir süzgeçten geçirerek, sözkonusu insan, kadın olduğunda karşı koymayı göze alabilmeliyiz. Varsın ‘... kadın’ desinler. Eğer kadın vicdanımız ‘yanlış yapmadın’ diyorsa, bir insanın hayatına dokunmuşuz demektir.

Kaynak: FeminKurd         http://www.feminkurd.net/content.php?newsid=1318

1 yorum: