Mela Nurettin Aslan
Sana nasıl sesleneceğimi bilemiyorum. Saygı belirten bir kelime kullansam ağırıma gider. Hakaret
içeren bir söz seçsem gene öyle... Şaşırdım kaldım. Ama insanların özellikle de Kürt insanının senin hakkındaki düşüncelerimi mutlaka bilmesi, öğrenmesi gerektiğini farz gibi görüyorum. Bu yüzden bir yeğenimi çağırdım şimdi ben söylüyorum o yazıyor. Çünkü ben artık yazamıyorum.Bilmem beni hatırladın mı? Seninle üç aşağı beş yukarı aynı yaşlardayız. Seni televizyonlarda, Bakan beyefendilerin yanında, ya da televizyon sunucularının masalarında görüyorum maşallah turp gibisin. Allah sağlığını bozmasın. Ama ben senin gibi değilim. Bütün bedenim felçli. Senin boy gösterdiğin televizyonları ancak yataktan yan dönerek izleyebiliyorum. Her iki böbreğim de iflas ettiğinden haftada üç gün her biri beşer saat diyalize girmek zorundayım. İki sefer açık kalp ameliyatı oldum. Tıkalı olan diğer damarlarımın da açılması için defalarca anjiyo yaptılar. Yani anlayacağın Azrail başucumdan ayrılmıyor. Ben de önce Allah’ın sonra da milletimin duası, çocuklarımın ve dostlarımın desteğiyle yaşamaya devam ediyorum. İnşallah Kürt düşmanlarının utanacağı, benim milletimin düğün bayram edeceği güne kadar da yaşayacağım.
Bu hale nasıl geldiğimi merak edeceğini sanmıyorum, ama anlatayım. Senin gibiler (kınadığımı sanma) 12 Eylül diktatörlüğü döneminde yurtdışına çıkabildi. Kalan benim gibiler ise hem o zulüm koşullarında kimliğimizi, onurumuzu korumaya çalıştık. Yükselen Kürt özgürlük mücadelesine destek vermeye çalıştık. Tehlikeleri, ölümleri göze alarak. Cezaevleri, işkenceler zaten bize suyolu olmuştu. DEHAP Ağrı il başkanı olduğum dönemde gözaltına alınıp tutuklandığımda hastalandım. Bana bir ilaç verdiler. Yaklaşık 1 ay boyunca kullandım. Sonra cezaevine götürüldüğümde orada bulunan bir doktor bu ilacın böbreklerimi iflas ettirilmek için bana verildiğini söyledi. Gerçekten de böbreklerimden geriye bir şey kalmamıştı. Sadece ben değil, çocuklarım da eşim de defalarca gözaltına alınıp tutuklandılar. İnsanlar dükkânımdan alışveriş yapmasınlar diye tehdit edildi, gözaltına alındı. Bu durumda olan bir tek ben de değildim. Her kim ki özgürlük mücadelesinden yana tutum sergilemişse hayatını vermeye varan saldırılarla karşılaştı. Biz gene de hayatta kaldık. O her gün bahse konu edilen faili meçhuller ne diye oluştu sanıyorsun?
Biz seninle taa eski TİP zamanından beri tanışırız. Seninle birlikte pek çok TİP toplantısına katıldık. Ben TİP Ağrı il Örgütü üyesiydim. Sen bir dönemler Dersim Örgütü’ndeydin. Bir zaman da Genel Merkezdeydin. Bu konuda hafızam beni yanıltıyorsa okuyucular affedici olsunlar, bağışlasınlar diye beklerim. Ama kusura bakma şimdi söylemeliyim ki seni o zamanlar da Kürt halkının temsilcisi, bir lider bir önder olarak göremiyordum. Zayıf ve korkak biri olarak görüyordum seni. Adeta yumurtadan çıkmış kabuğuna burun kıvıran horoz gibi halkı hakir gören havalardaydın. Oysa ben bir medrese okumuş Mela, bir köylü, sen ise koskocaman bir Avukat idin. (Xwezi navê mêra, ne dîtina mêra) Bir seferinde TİP kongresine katılan Kürtler olarak kendi aramızda sohbet etmiş, bu tür toplantıların sık sık yapılmasının bize nasıl ağır külfetler getirdiğinden dert yanmıştık. Ama herkesten çok sen yaygara koparmıştın. Demiştin ki “Ben davalara girsem milyonlar kazanırım. Ama Aybar’ın ‘Parayı ne yapacaksınız?’ politikası yüzünden ben davalara girmiyorum, milyonlarca kazanabileceğim halde para da kazanmıyorum.”
Oysa ben hem çoluk çocuğumun geçimini sağlamak için para kazanmaya çalışıyor, hem de her seferinde bütün masraflarını cebimden karşılamak üzere bütün TİP toplantılarına da katılırdım. Yani ben o halimle Aybar dese de “Para” denilen nesnenin ne demek olduğunu anlayabiliyordum. Ama sen bir Avukat olarak, o kadar kitap okumuş, o kadar yazı yazmış, o kadar şiir yazmış biri olarak “paranın bir işe yarayıp yaramadığı”na karar veremiyordun. Ya da para kazanıyordun da yoksul arkadaşlarımıza destek olmamak için, parti çalışmalarına parasal katkı yapmamak için kazanmadığını söylüyordun. İşte bu seni benim gözümde “beceriksiz” ve “güvenilmez” yapıyordu. Bu gerçeği o zaman senin yüzüne de vurdum. Sana “hem paranın ne işe yarayacağını bilmiyorsun, hem de halka önderlik yapmaya kalkıyorsun!” demiştim de senin sesin çıkmamıştı. Ama seninle aynı taraftaydık, seninle halkımızın özgürlüğü için mücadele ettiğimize inanıyordum. Bu yüzden bu yetersizliklerinin o an bir anlamı ve değeri yoktu. Sonra bir başka özelliğin de hiç makbul değildi. Hem benim için, hem de TİP’te yer alan bir çok arkadaş için. Kongrelerde ve diğer toplantılarda bulunduğumuz şehirlerde kaldığımız otellerin lobilerinde toplaşır, günün meselelerini konuşurduk. Ama sen bu grupların içine katılamaz ve uzak dururdun. Zaman zaman bu konuşma ve tartışmalara müdahil olduğunda da üstenci, kendini beğenen, konuşmacıları hakir gördüğünü belli eden bir eda takınırdın. Çoğunlukla bu afra-tafran hak ettiği cevabı bulurdu ama, benim gözümde zayıf bir insan olarak kaldın gittin.Sonra 12 Mart geldi. Ağır darbeleriyle her birimizi bir yana attı. Nihayet 74 affı çıktı. Sen de yeni bir örgütle ortaya çıktın. Ağrı’da benim etrafımdaki pek çok insan senin partine girdiler. Ama ben senin bu zayıflıklarını ve güvenilmezliğini düşünerek senin örgütünden uzak durdum. Hala varsa senin etrafında o arkadaşlarına sor. Görür öğrenirsin senin örgütüne de, sırf o arkadaşlarımın yüzü suyu hürmetine nasıl destek olduğumu. Ama her desteğimde bu fedakârlıkların boşa gideceğini düşünmeden edemedim. Ama bu düşüncelerin, yani kendi kendimi haklı çıkmış görmenin ne anlamı var? Keşke ben yüz sefer yanılmış olsaydım, keşke ben senin hakkında böyle düşündüğüm için utansaydım, ama sen bir Kürt olarak şu içine düştüğün rezillikten uzak dursaydın! Yahu insanoğlu insan, kişi bu kadar mı alçalır? Ey Müslüman, nasıl Allah senin bu denli imansızlaşmana göz yumdu? Hey Kürt evladı sen hiç mi EhmedÍ Xani’den, FeqiyÍ Teyran’dan Cigerxwîn’den bir dirhem bir şey öğrenemedin? Bunca sene boşuna şeyler yazdın da, hep boş şeyler mi okudun?
Bu hangi vicdan, hangi ahlak değeridir? Bir halk 30 yıldır ayaktadır. Meydanlardadır. Sokaklardadır. Dağlardadır. Hapislerde ve zindanlardadır. Yetmiyor parlamentodadır. Az geliyor dünyanın dört bucağındadır. Mücadele ediyor. Kadınıyla, erkeğiyle. Biz gençliğimizde bu günleri görelim de o an ölelim diye az mı konuşmuştuk? Bu zalim Ropo bizim kanımızdan olanların haklı talepleriyle baş edemiyor. Namertliğiyle de, zulmüyle de. Mücadele gücü asla azalmıyor. Bu direnç dünyanın başka bir yerinde olsa kim bilir kaç sefer kıyamet kopardı. Ama sen Avrupalarda konuşmaların, dedikoduların, iftiraların yetmezmiş gibi, hükümetin bakanlarının koltuğuna girip geldin, televizyon televizyon dolaşıp küfürler ediyorsun. Yahu hiç senin burnun da mı sızlamıyor? Damarlarında dolaşan bu milletin kanı seni nasıl da boğmuyor? Yoksa sen de mi soyundan Rêber’e bağlanıyorsun? Ben sana ‘utan’ derim, ama kendimden utanıyorum. Son söz olarak iki kelime daha etmek istiyorum. Çok rahatım. Bu Ropoya xayîn sana muhtaç olduğuna göre biz özgürlüğümüze çok yakınız. Sen de nereye yaklaştığını göremeyecek kadar aptal ve akılsız herhalde. Allah seni affetsin!
Özgür Gündem Gazetesinden alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder