2 Ekim 2011 Pazar

Süt efsanesinin sırrı..


Annem, ailesinin asaletiyle övünen bir insandı…
Ona göre çocuklarının akıllı olmalarının, başarı kazanmalarının sebebi bu soyluktu(!).
Onu kızdırmak istediğim zaman bu soyluluk konusunu gündeme getirir.
Bunun başarımında bir rol oynamadığını söylerdim. Bir gün O´na; “Ah! Ah!
Eğer bu şeyhlik yanım olmasaydı ben değil mühendis, padişah bile olurdum." Dediğimde, bana çok kızmış ve "Ger te da ew xwîna şêxa nebûya, tu nedibûyî tu rêx ." 


(Eğer damarlarında o şeyh kanı dolaşmasıyla sen bir bok bile olamazdın) diye beni azarlamıştı.
Anneme göre, şeyh ailesine mensup kadınların memelerinden akan süt daha beyaz., damarlarında akan kan daha kırmızıydı.
Hep bizlere emzirdiği süt ile övünürdü. Akıllı olmamı, okulda ki başarılarımı hep emzirdiği 'o asil süte!' Bağlardı. Bir gün, önüne bir kova süt koyup, " İşte bana emzirdiği sütü sana iade ediyorum.
Bir daha emzirdiğin başıma kakma," demiştim. Bu sözün üzerine çok üzülmüş, ağlamaklı olmuştu.
Bir espri uğruna, çok sevdiğim annemi böylesine kırmamın üzüntüsünü hâlân zaman zaman yaşarım.
Evimizde uzun bir süre hizmetçi olarak çalışan Seyrê isminde bir kadının, bu asil süt efsanesini nasıl yıktığını da aktarmak istiyorum.

Mühendis olduktan sonra, memlekete gitmiştim. Ailemiz artık aşiretten uzak, şehirde yaşamaya başlamıştı. Eski anılarımı hatırlamak, çocukluk arkadaşlarımı görmek için, annemle beraber aşiretin konakladığı yaylaya gittik.
Hep beraber, anlatılmaz güzel günler geçirdik…
Yıllarca görmediğim çocukluk arkadaşlarımın çoğu torun sahibi olmuşlardı.

Benim ise, hala bekâr olmamı anlamakla zorluk çekiyorlardı.
Hemen bana uygun kızların listesi yapılmaya başlandı.
Henüz evlenmeyi düşünmediğimi söylediğimde, bahsettiğim emektar kadın seyrê, " Erê Yilo, ez dizanim, tu keçikê Kurmanca qayîl nabî. tê ji xwe ra jineke lêv sor bînî. 
"(Ha ben biliyorum, sen kürt kızlarını beğenmiyorsun, sen boyalı dudaklı bir kadın alacaksın)dedi.

Annem bir aralık bir punduna getirerek, benim okuyup mühendis olmamı, emzirdiği süte bağlayınca, seyrê annemin soylu süt efsanesini yıkan bir sırrı açıkladı. Bende anlatılan bu gerçeği o an öğreniyordum.



"Pîîî Gulê Virra neke, Te kengê Yilmaz mijandiye? nayê bîra te, tu nexwaş bûyî. Çiçikê te da şîr nemabû, min yilmaz mijand. Ew bi şîrê min mezin bû. tu çima virra dikî?

(Aaa! Gule yalan söyleme, sen ne zaman Yılmaz'ı emzirdin? Hatırlamıyor musun, sen hastaydın, sütün yoktu. Yılmaz´ı ben emzirdim. O benim sütümle büyüdü. Niye yalan söylüyorsun?)

Peşinden bir köylü kadınından beklenmeyecek şekilde, çok anlamlı bir konuşma yaptı. "Zaten siz ağa, bey ve şeyh kadınları hiç kimseyi beğenmezsiniz. Sütün kerameti mi olur? Bu çocuğu ben büyüttüm. O´nu boklu bezlerini ben yıkadım. O´nu ben emzirdim. Yıkadım karnını duyurdum. O, benim oğlum. Sen onunla övünmeye kalkma. Onu doğurmaktan gayrı ne emeğin var ki, onunla övünüyorsun?"

Bu konuşma üzerine annem ne kadar ezilip küçüldüyse, ben de aksine o kadar gururlandım. Bu emekçi kadının, emeğine böylesi bir kararlılıkla sahip çıkmasını hayran olmuştum. Hemen boynuna sarılıp "Anacığım bana verdiğin tüm emeklerin için sana teşekkür ederim. Ne olur bana hakkını helal et."dedim.

Okumuş mühendis olmuş bir efendinin ona ´anam´diye hitap etmesi ve ´Hakkını helal etmesini´ istemesini de onu çok duygulandırmıştı. İki kolumu boynuma dolayıp, "Yilo ez qurbana te bim"  (Sana kurban olurum) diyerek hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder