9 Mart 2011 Çarşamba

Ağrı Dağı’nda bir Kürt cumhuriyeti- Ayşe Hür

Şubat
1921’de Kaçar Hanedanı’na bir darbe ile son veren Rıza Şah, Rıza Şah
Krallık yeminini 15 Aralık 1925’te etmişti ama tacını ancak 25 Nisan
1926’da giyebilmişti. Türkiye, Şah’ın cülus törenine bir telgraf
Göndermekle yetinmemiş, değerli bir kılıçla, iki Junker savaş uçağı
Hediye etmişti. Türk havacıların bu uçaklarla yaptıkları gösteriler
Tahran halkını büyülemişti.

İran’ın kuşkuları 

Türkiye’nin bu sıcak ilgisinin altında, 1921’den itibaren Ankara
Hükümetiyle Tahran arasında çeşitli nedenlerle yaşanan gerilimlerin
İzini silmek arzusu yatıyordu. Gerilim yaratan konuların başında iki
ülkedeki Kürtler geliyordu. Rıza Şah, Ağustos 1925’te Tahran’a gittiği
Halde ancak Ocak 1926’da resmen göreve başlayabilen Tahran Büyükelçimiz
Memduh Şevket (Esendal) Bey’e şöyle demişti: “Bundan üç sene evvel bir
Defa İngiliz Sefiri bana dedi ki ‘Türkler kendi himayelerinde müstakil
Bir Kürdistan yapmak istiyorlar, buna İran Kürdistan’ını da ilave
Ediyorlar. Bu suretle Kürdistan’ı ilhak etmiş olacaklar, sen bu hususta
Ne fikirdesin?’ Ben de cevaben dedim ki: ‘Ben, Türkiye Kürdistan’ını
Bilemem; fakat İran Kürdistan’ını da veremem. Benim başımı kesmelidir
Ki bunu her ne nam altında olur ise olsun vermeye razı olabileyim...”
(Esendal, s.88)Şah, daha önce de, Türkiye’nin Tahran
Ataşemiliteri Binbaşı Hüsamettin (Tugaç) Bey’e, şunları söylemişti:
“...Öyle zannediyorum ki Türkiye’nin İran Azerbaycan’ın da gözü
Vardır... Azerbaycan halkı Türk’tür. Türkiye bunu ihmal edemez. Vakıa
Şimdiki Türkiye böyle bir politika gütmüyor. Mustafa Kemal Paşa çok
Akıllı bir zattır. Fakat kendisinden sonra Türkiye yine İttihat-ı
Terakki Hükümetinin siyasetini benimseyebilir. Görüyorum ki demiryolu
İnşaatınız iki koldan Azerbaycan’a doğru yönelmiştir. Gerektir ki,
Türkiye ergeç Azerbaycan’ı alsın.” (Arar, s. 16)Rıza
Şah, Sovyet Devrimi’nden sonra Kafkasya’nın değişik bölgelerinden
Türkiye’ye sığınan (başta Mehmet Emin Resulzade olmak üzere) Azeri
Milliyetçileri ve bunların Türkiye’de yayınladığı Yeni Türkistan, Odlu
Yurt, Yeni Kafkasya ve Azeri Türk gibi dergiler yüzünden de Türkiye’nin
İran’ın Azerbaycan bölgesiyle ilgili yayılmacı emelleri olduğundan
Kuşkulanıyordu. Bahar havasının sonu Türkiye
İse İran’ın Kürt politikasından hiç memnun değildi. Çünkü Rıza Şah,
Mondros Mütarekesi sonrası Türk-İran sınır bölgelerinde hâkimiyet
Kurmuş olan Kürt aşiret reisi İsmail Ağa Simko’nun İran’a dönmesine
İzin vermişti. Gerçi, 1926’da tekrar isyan eden Simko başarısız olarak
Irak’a kaçtı ama Türkiye’nin kulağına kar suyu kaçmıştı bir kere.
(İsmail Ağa, 1928’de Türkiye’ye gitmek üzere Irak’tan ayrıldı ancak
Türkiye’ye giremedi. 1929’da Türk-İran-Irak sınırında bir noktada İran
Askerlerince öldürüldü.)Türkiye’nin İran kaynaklı
Transit mallara vergi koyması gibi ekonomik baskılar sonuç verdi ve
Türkiye ile İran arasında Nisan 1926’da bir Tarafsızlık ve Saldırmazlık
Antlaşması imzalandı. Antlaşma 1925’te SSCB ile Türkiye arasında
İmzalanan antlaşmaya benziyordu. Temmuz ayında Rıza Şah’ın sağ kolu
Timurtaş ile Memduh Şevket (Esendal) Moskova’ya gittiler, beklenen üçlü
Antlaşma çıkmadı ama Timurtaş Ankara’ya gelip 15 gün kaldı. Fakat bu
Bahar havası çok sürmedi. 1927-1930 arasında öyle olaylar yaşandı ki,
Hem Türkiye’deki ve SSCB’deki Kürtlerin kaderi değişmekle kalmadı, Türk
Milliyetçiliği de ırkçılığa doğru evrildi. Şimdi söz konusu döneme
Bakalım.
Eşkıyalık mı isyan mı? İran’daki
Kürt ve Azeri azınlıklara ilişkin Türkiye’nin emellerinden kuşku duyan
İran’la, iki ülke sınırının iki tarafına yayılmış Kürtlerin İran
Tarafından Türkiye’ye karşı kışkırtıldığını düşünen Türkiye arasındaki
İlişkiler, 16 Mayıs-17 Haziran 1926 arasında yaşanan bir olayla
Gerilmişti. Türk resmi tarihçileri tarafından ‘isyan’ kategorisine
Sokulan bu olay aslında Yusuf Taşo adlı bir eşkıyanın, o sırada il olan
Beyazıt’ın Muson Bucağı’na bağlı Kalecik Köyü’nden bir miktar hayvan
çalarak Ağrı Dağı’na çıkmasıyla başlamıştı. Hükümet çapulcuları
Cezalandırmak için 28. Alay’ı görevlendirmiş ancak Alay hezimete
Uğramış, geride iki topunu, hayvanlarını ve eşyalarını bırakarak geri
çekilmek zorunda kalmıştı. Bunun üzerine, 15 Haziran’da 9. Tümen
Görevlendirilmiş, 17 Haziran’da Taşo ve adamları İran’a kaçtıkları için
Yine devleti tatmin eden bir sonuç ortaya çıkmamıştı. 
Beyazıt Olayı yaşanıyor Türkiye
Başarısızlığın faturasını İran’a kesti. Çünkü Türkiye-İran arasındaki
Mevcut sınır, Osmanlı Devleti ile Kaçar Hanedanı arasında 1913’te
çizilmişti ve Büyük Ağrı ve Küçük Ağrı dağlarının doğu yamaçları
İran’da kalmıştı. Asiler başları sıkıştığında, Dombat Vadisi’nin
Güneyindeki İran köylerine sığınabiliyorlardı. Türkiye yıllardır sınırı
Kendi isteğine göre düzeltmek için İran’a baskı yapıyordu.13-20
Eylül 1927’de Kürtleri kovalayan Türk kuvvetleri yine başarısız olunca
İran’ın Cemiyet-i Akvam’daki temsilcisi Furugi Ankara’ya geldi. Ekim
Ayının başında, 4.000 kişilik bir Kürt birliği, Beyazıt’ı bastı ve bazı
Türk subay ve erlerini İran’a kaçırdı. Ankara’nın buna cevabı,
Beyazıt’ı ilçe, Karaköse’yi (aslında adı Kızılkilise idi ama 1921’de
Kazım Karabekir tarafından adı değiştirilmişti) il yapmak, Furugi’yi
Kasım sonuna kadar otel odasında bekletmek ve İran’la transit ticareti
Kesmek oldu. Furugi sonunda pes edip Ankara’dan ayrılırken, İngiliz
Elçisi’ne ‘Türkiye’de Pantürkizm zor ölür...’ diye yakınmıştı. Şeyh Said İsyanı’nın bakiyeleri Tarihe
‘Beyazıt Olayı’ diye geçen bu yüz kızartıcı baskını aslında,
Cumhuriyet’in kuruluşundan beri süregelen Kürt Meselesi’nin bir
Parçasıydı. Bilindiği gibi, Şeyh Sait İsyanı’nın ardından ilan edilen
1925 Şark Islahat Planı uyarınca Şeyh Sait’in çocukları,
Cemilpaşazadeler, Bedirhaniler gibi Kürt aristokratları, İran, Irak ve
Suriye gibi ülkelere sürülmüşlerdi. Bu arada, Mayıs 1926’dan itibaren
Celali Halit Bey’in başkanlığındaki Yezidi, Sünni ve Alevi
Aşiretlerinden oluşan Celali Konfederasyonu, Ağrı Dağı’na
Sığınmışlardı. 1927’de ‘Bazı Şahısların Şark Mıntıkalarından Garp
Vilayetlerine Nakline Dair Kanun’la sürgünün çapı daha da
Genişletilince, dağa çıkışlar artmıştı.Lübnan’da Hoybun kuruluyor Aynı
Yıl, eski Kürdistan Teali Cemiyeti’nin üyeleri, Şeyh Sait’in, Bedirhan
Bey ve Cemil Paşa’nın çocukları ile birbiriyle didişen aşiret
Reislerinden oluşan karışık bir grup ve Türk istihbaratının iddiasına
Göre, Ermeni Taşnak Komitesi’nin bazı üyeleri, Lübnan’da Hoybun
(Xoybun, Kürtçede ‘bağımsızlık’ demekti. Ancak resmî tarihçiler,
örgütün adı konarken, Ermenicede ‘Ermeni yurdu’ demek olan Haybun'la
Ses benzerliğinden yararlanıldığını iddia ederler) adlı bir örgüt
Kurdular. Böylece şehirli ve kırsal kökenli grupların veya bir zamanlar
Fail ve mağdur olarak karşı karşıya gelen Kürtlerin ve Ermenilerin
Zoraki evliliği ortaya çıktı. Örgütün Kürt kanadının amacı Sevr
Antlaşması’yla tanımlanan coğrafyada bağımsız bir Kürt devleti
Kurmaktı. Dağda minyatür bir Kürt cumhuriyeti Hoybun’un
Da yönlendirmesiyle, çeşitli dönemlerde İran, Irak ve Suriye’ye kaçmış
Olan Kürt aydınları, aristokratları, aşiret beyleri ile İran’daki Şikan
Aşireti mensupları Ağrı Dağı’na akmaya başladılar. Örgüt, dağdaki
Hareketi yönetmek üzere Osmanlı Ordusu’nda kurmay binbaşı olarak görev
Yapan İhsan Nuri ve bir grup arkadaşını gönderdi. İşte ‘Beyazıt Olayı’,
İhsan Nuri ve Bireyo Haso Telli, Şemikanlı Timur, Ferzende gibi Hoybun
Kadrolarının ilk işlerinden biriydi.1928’e
Gelindiğinde, isyancılar Ağrı Dağı’nda minyatür bir Kürt cumhuriyeti
Yaratmışlar, bazı iddialara göre İngilizlerin aracılığıyla Cemiyet-i
Akvam’a bile başvurmuşlardı. Sarı, kırmızı ve yeşilli bayrakları, Agri
Adlı gazeteleri, iyi eğitilmiş ve teçhiz edilmiş birkaç bin kişilik
Orduları vardı. ‘Ağrı Kürt Cumhuriyeti’ Bitlis ve Van’ı da içine alacak
Kadar genişlemişti. 
I. Umumi Müfettişlik kuruluyor Durumun
Vahametini fark eden Ankara, Kürt bölgelerini kapsayan I. Umumi
Müfettişliği kurarak başına İbrahim Tali’yi (Öngören) geçirdi. Bir
Yandan 12 bin kişilik bir kuvvet Mardin, Adana ve Diyarbakır’daki
Merkezlerde toplanırken, bir yandan da isyancıları ikna etmenin yolları
Aranıyordu. Genel Müfettişin ilk işi genel bir af çıkarmak oldu. 1928
Yılının Mayıs ayında, iki milletvekili Karaköse Valisi, Karaköse
Jandarma Komutanı, Diyadin ve Beyazıt kaymakamlarından oluşan hükümet
Heyetiyle, İhsan Nuri’nin 60 adamı Şeyhli Köprüsü yakınlarında
Buluştular. Ancak İhsan Nuri geri adım atmadı. İlginçtir, Erzurum
Kongresi’ni düzenleyen Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin
(VŞMHC) kurucularından Kürt kökenli Süleyman Nazif affa karşı çıktığı
Gibi “vaaz ve nasihat veya re’fet ve şefkat zamanı çoktan geçti, eline
Silah almış olan her asinin eli başıyla birlikte kesilmelidir” demişti.
(Bayrak, s. 291-292) Bir süre sonra hakikaten Nazif’in yöntemleri
Uygulandı, çünkü isyancılar dağdan inmişler ama İran’da yeniden
örgütlenmeye başlamışlardı. 
‘Çelik Kartallar’ Zeylan’a bomba yağdırıyor Mart
1930’da Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’na, I. Umumi Müfettişlik
Mıntıkasında ‘Şekavet, fesatçılık, devlet otoritesine karşı koymak’
Gibi cürümlerin beş kişilik bir mahkemede yargılanmasına ve verilecek
Cezaların temyize gitmeden kesinleşmesine ilişkin bir hüküm konuldu.
İsyan, olayın yabancı gazetelerde yer alması üzerine, ancak 10
Haziran’da ‘Şark’ta bir hadise oldu’ şeklinde kamuoyuna duyuruldu.
Temmuz başında iki kolordu ile 80 tayyarenin (‘Çelik Kartal’) harekâta
Katıldığı belirtildi. (O sırada Türk Hava Kuvvetleri’nde 300 tayyare
Olduğu sanılıyor. Zaman içinde harekâta katılan ‘Çelik Kartal’
Sayısının 200’e çıktığı iddia olunur. Asker sayısı da 66.000’e
Varmıştı.) 
İnönü noktayı koyuyor 16
Temmuz 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesine göre durum şu merkezdeydi:
“Ağrı Dağı tepelerinde kovuklara iltica eden 1.500 kadar şaki
Kalmıştır. Tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şiddetli bombardıman
Ediyorlar. Ağrı Dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde inlemektedir.
Türkün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Eşkıyaya
İltica eden köyler tamamen yakılmaktadır. Zeylan harekâtında imha
Edilenlerin sayısı 15.000 kadardır. Zeylan Deresi ağzına kadar ceset
Dolmuştur (...) Bu hafta içinde Ağrı Dağı tenkil [cezalandırma]
Harekâtına başlanacaktır. Kumandan Salih [Omurtak] Paşa bizzat Ağrı’da
Tarama harekâtına başlayacaktır. Bundan kurtulma imkânı tasavvur
Edilemez.” Mustafa Kemal komutayı ele almak istiyor Ancak
İsyan bir türlü bastırılamıyordu. Bu durum merkezde tedirginlik
Yarattı. New York Times’ta çıkan bir habere göre, o sıralar Yalova’da
Dinlenmekte olan Mustafa Kemal, bir ara bizzat bölgeye gidip isyanı
Bastırmayı bile düşünmüştü. Öte yandan, isyana değil müdahale etmek,
Adeta destekler gibi davranan İran’a baskı yapılması konusunda
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ve I. Umumi Müfettiş İbrahim Tali Bey’in
Başını çektiği ‘güvercinler’ ile Başbakan İsmet İnönü ve Dışişleri
Bakanı Tevfik Rüştü (Aras)’ın başını çektiği ‘şahinler’ arasında önemli
Görüş ayrılıkları vardı. Sonunda şahinler galip geldi ve yeterince sert
Bulunmayan Tahran Büyükelçisi Memduh Şevket (Esendal) Bey geri çağrıldı
Yerine demir yumruklu Hüsrev (Gerede) Bey getirildi. Hüsrev Gerede’nin zor görevi Mustafa
Kemal yeni elçiyi “Hüsrev pasaportun cebinde, fakat dönmeni değil,
Orada kalmanı, hudut meselesinin halliyle sulh ve dostluk siyasetimizde
Muvaffak olmanı isterim” diye uğurlarken, İsmet Paşa “Hüsrev senin
Durumun tıpkı Osmanlı İmparatorluğu’nun inhitat [çökme, gerileme]
Devirlerinde filolarını Çanakkale Boğazı’na dayayarak sefaret
Tercümanlarını Babıâli’ye göndererek sadrazama arzularını dikte ettiren
Devletlerin sefirlerine benzemektedir. Bir farkla ki, devletimiz yurt
İçinde asayişin ihlaline ve hudutlarında bir Makedonya teşekkülüne mani
Olmak meşru hak ve azmiyle seni göndermektedir. Binaenaleyh sen İran
Hükümeti ile seferber olmuş bir ordumuz arkanda harekete hazır bir
Halde konuşacaksın. Bu ciddi vaziyetin icabına göre davranmaklığın
Lazımdır” diye uğurlamıştı. (Gerede, s. 17, 20.) İran’a sınırötesi harekât Hüsrev
Bey marifetini gösterdi, İran sınırötesi harekâta razı edildi. Türk
Birlikleri İran topraklarına girerek Ağrı Dağı’nı çembere aldılar. Türk
Tayyareleri yangın bombaları da dahil ağır silahlarla bölgeyi günler ve
Gecelerce taradılar. Ağustos ayında basın, Serbest Fırka meselesine
Yönelince, Ağrı isyanı konusu ikinci plana düştü. Ağustos’un sonunda
Zilan Deresi cesetlerle dolunca, İsmet Paşa noktayı koydu: “Bu ülkede
Sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir.
Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur”. 18 Eylül’de Ödemiş’te bir
Konuşma yapan Adalet Bakanı Mahmut Esat (Bozkurt) ise lafı
Gevelemeyecekti: “Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir.
Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır;
Hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu
Hakikati böyle bilsinler!”17 Eylül’de ‘tenkil’
Harekâtının bittiği ilan edildi ancak bombardıman Kasım’a kadar sürdü.
İsviçre’den alınan 10 milyon Frank harekâta harcanmıştı. İki ay sonra
Da 99 günlük Serbest Fırka deneyimine son verildi. İsyancılara ne oldu? İran’da
Yayımlanan Şehend gazetesinin 7 Aralık 1930 tarihli sayısında şöyle bir
Haber çıkmıştı: “Araplar derler ki, akıllı bir adam akrebin soktuğu
Deliğe bir daha parmağını sokmaz. Halbuki Kürtler aynı delikte kaç defa
Kendilerini zehirlettiler. Kürtler ‘koyun kendi kuzusunun ayağını
Kırmaz. Bizim ayağımızı kıranlar Türkler değildir’ derler. Evet,
Kürtler ağır bir felaket geçirdiler. Ve bu netice için çalışanlar da
Muratlarına erdiler...” Yine de isyan ancak 1932’de tümüyle
Bastırılabildi. Ermeni kaynaklarına göre Türk tarafı 50 bin kişi
Kaybetmiş, buna karşılık 500 Kürt köyünü yakmıştı. Kürt kaynaklarına
Göre, isyancılar 12 Türk uçağını düşürmüştü. Buna karşılık Türk
Birlikleri 203 köyü harap etmişti. Türk tarafına göre bu sayılar çok
Abartılıydı.İsyancıların yargılanmasına ait dosyalar
Halen açılmadığı için tam sayı bilinmemekle birlikte, 23 Mayıs 1932
Tarihli İsveç gazetesi Dagens Nyheter’deki bir habere göre, Adana’da
Yapılan yargılamalar sonunda 44 ölüm cezası verilmiş, firardakiler ve
Yaşı küçük olanlar dışında kalan 31 kişi (adları bilinmemektedir) idam
Edilmişti. Celali Aşireti’nin bir bölümü İran’ın Tebriz ve Tahran
Bölgelerine; bir bölümü Türkiye’nin Ege ve Trakya bölgelerine sürgün
Edilmişti. İhsan Nuri, Ağrı yenilgisinden sonra İran’a sığındı.
(1976’da Tahran’da bir trafik kazasında öldü.) İran’la toprak takası Türkiye,
Epeydir İran’a Ağrı’nın güneydoğusundaki Aybey dağının Türkiye sınırına
Alınmasını teklif ediyordu. 1932’nin ilk günlerinde bizzat Mustafa
Kemal tarafından ‘Ağrı Dağı’nın İran’da kalan kısmı karşılığında
Toprak’ önerildi. Görüşmelere İran adına katılan General Hasan Arfa son
Noktayı bildirmek için Rıza Şah’a gittiğinde Şah Generale şöyle
Demişti: “Benim bu konuda ne düşündüğümü anlamadığın anlaşılıyor. Söyle
Bakalım şuradaki bu tepe, oradaki o tepeden daha yüksek değil mi? Bu
Beriki nasıl? Neden onu istemiyorsun? Bak, maksat bu tepe, o tepe
Değil. Benim amacım, Türkiye ile İran arasıda bu kadar yüzyıllardır
Mevcut olan ikilik ve ayrılığın ortadan kalkmasıdır. Bu tepenin bu
Yüzünün kimin olması önemli değil; önemli olan bizim birbirimize dost
Olmamızdır.” (Anbarcıoglu, s. 17-18)23 Ocak 1932’de
İmzalanan antlaşma ile Maku-Beyazıt yolunun sınırı kestiği noktadaki
Kotur ve Bazirgân’ı kapsayan toprak karşılığında Ağrı Dağı’nın
Tamamının Türkiye sınırları içine alınması sağlandı.1933’te,
Cumhuriyet’in 10. Yılı şerefine çıkarılan genel aftan, 1923’te Lozan
Barış Antlaşması kapsamında yurt dışına sürülen 150’likler
Yararlanırken, sürgündeki Kürtlere Türkiye’ye dönme hakkı tanınmadı.1934’te
Rıza Şah’ın Türkiye’ye yaptığı görkemli gezi ilişkilere çok olumlu
Katkı yaptı. (Bu konuyu, yine bu sayfalardaki 17 Ağustos 2008 tarihli
“İran’la Opera Diplomasisi” yazısında ele almıştım.) Karaköse’nin adı
1935’te Ağrı yapıldı. Bazı küçük pürüzleri gidermek için 27 Mayıs
1937’de Tahran’da bir antlaşma daha imzalandı. İki ülke arasındaki
İlişkiler 1937 tarihli Sadabad Paktı’yla zirvesine ulaştı. İran’la
Türkiye arasında bir daha ‘Kürt Meselesi’nden sorun çıkmadı ama
Türkiyeli Kürtler, 1937-1938’de devletin gadrine bir kez daha
Uğradılar. İngilizlerin, SSCB’nin ve Komüntern’in tavrı Resmî
Tarihin verdiği adla, ‘Üçüncü Ağrı Harekâtı’ sırasında, İngilizler
Türkiye ile SSCB arasında bir ‘tampon devlet’ kurmak için Ağrı Kürt
Devleti’nin kurulmasını Cemiyet-i Akvam’ın gündemine taşımaya çalıştı.
Ancak, ‘Türk kuvvetlerinin Kürtleri ezdiğini’ dünyaya ilk müjdeleyen de
İngiliz Reuters Ajansı oldu.Türk tarafının başarılı
Olmasında SSCB’nin önemli rolü oldu. Aynı günlerde Karabağ’daki Kızıl
Kürdistan yönetimi kaldırılırken, Kızıl Ordu, Maku bölgesinde adeta
Sıkıyönetim uyguladı. Sovyet diplomatları İran hükümetine, Küçük Ağrı
Dağı’nı Türkiye’ye terk etmeye razı olması ve Ağrı bölgesindeki Kürt
İsyancıları ezmesi için baskı yaptılar. İran bu baskılar sayesinde
Topraklarını Türk kuvvetlerine açtı ve kendi vatandaşı Kürtlerin
İsyancılara yardımcı olmasını aktif biçimde engelledi.İhsan
Nuri, Türk, Sovyet ve İran ilişkilerine dair şu değerlendirmeyi
Yapmıştı: “Türkiye devleti siyasi ve diplomatik faaliyetlerini
Hızlandırarak, daha önce de dost olduğu Rus devletini yalan, yanlış
Propagandaları ile kendi tarafına çekmişti. Ankara’da Dışişleri
Bakanlığı ile İran Büyükelçiliği arasında Ağrı ile ilgili görüşmeler,
Kürtlerin zararına olarak devam ediyordu. Biz bu görüşmeleri inanç ve
Gönül rahatlığı içinde takip ediyorduk. Çünkü ben, İran’ı Kürtlerin
Dostu olarak biliyor ve İran’ın kendi dalına, kendi keseri ile vurur
Tarzda bizim aleyhimize çalışacağına inanmıyordum... Türk devleti İran
İle Kürtler arasına nifak sokmak istiyordu. İran devletini Kürt
Mücadelecileri aleyhinde kışkırtarak, İran’ı da Kürt devrimi üzerine
Saldırtmak ve böylece hem Kürt isyanını bastırmak ve hem de amca
çocukları olan Farsları ve Kürtleri birbirine düşürüp ikisini de güçsüz
Kılmak istemektedir. Böylece Türk devletinin asıl amacı olan
Azerbaycan’ın eline geçirilmesi de kolaylaşmış olacaktı...” (İhsan
Nuri, s. 65-66)İsyan, Komüntern (Komünist
Enternasyonal, Üçüncü Enternasyonal) tarafından da endişeyle izlendi ve
‘emperyalizmin bir planı’ olarak nitelendi Buna karşılık, Öte yandan
Ağrı İsyanı sırasında, Ermeniler gerek Sosyalist Enternasyonal’in
1930’daki Zürih’teki toplantısına, gerekse ABD’de yayınlanan New York
Times gazetesinde, Kürtlere yönelik baskıları sürekli rapor etmişlerdi.
1920’de yeniden canlandırılan İkinci Enternasyonal (Komünistlerin
Deyimiyle ‘İkibuçukuncu Enternasyonal’) Türk hükümetini sadece isyana
Katılan değil katılmayan Kürtleri de imha ettiği gerekçesiyle
Kınamıştı. 
Kızıl Kürdistan’ı kim hatırlıyor? Ağrı
İsyanının bastırılmasından biraz önce bugün, Azerbaycan’la Ermenistan
Arasında kan davası konusu olan Laçin, Kelbecer, Kubatlı ve Zengilan
Bölgesindeki ‘Kızıl Kürdistan’ (Kürtçe ‘Kurdistane Sor’) ‘uyezd’inin
Ortadan kaldırıldığını belirtmiştik. ‘Uyezd’ Sovyetler Birliği’nde
özerklikten bir alt kademede bir idari birimdi. Peki, ‘Kızıl
Kürdistan’ın dayanağı neydi? Bölgedeki Kürt varlığı bazı kaynaklara
Göre 9-10. yüzyıla, bazılarına göre 1600’lerin başında Safevi Hükümdarı
Şah Abbas’ın, Osmanlı Devleti ile İran Devleti arasında bir tampon
Bölge oluşturmak üzere, Horasan’dan ve Musul’dan Kürt aşiretlerini
Bölgeye getirmesine kadar gidiyordu. 17. ve 18. yüzyılda bölge Karabağ
Hanlığı ve Erivan Hanlığı arasında kalmış ancak, daha çok Karabağ
Hanlığı ile ilişkide oldu. 1805’te Kürekçay Antlaşması ile Rusya’ya
Bağlanan Karabağ Hanlığı, 1822’de ortadan kaldırılınca, Kürtler
Rusya’nın hegemonyasına girdi. Bu tarihten sonra, çeşitli nedenlerle
Bölgeye göç eden Kürtlere rağmen nüfus hiçbir zaman çok büyümedi. Nerimanov’un desteği Kafkasya’daki
Kürtlere özerklik verme fikri Çarlık döneminde ortaya çıkmıştı ancak
Bunu gerçekleştirmek Bolşeviklere nasip oldu. 1918-1920 arasında
Azerbaycan’daki Müsavat iktidarı tarafından Ermenistan’a karşı
Kullanılmak üzere desteklenen Kürtler, 1920’den sonra, Azerbaycan’ın
Bolşevik lideri Neriman Nerimanov’un da desteğini sağlamışlardı. Ama bu
Sefer gerekçe ‘halkların dayanışması’ydı. Mayıs 1921’de Azerbaycan
Sovyet Kongresi Lenin’e bir mektup yazarak, Kızıl Kürdistan’da kıtlık
Olduğunu, kıtlığın Volga bölgesinden bile beter olduğunu anlattığında
Lenin önce durumun ciddiyetini anlamamıştı. Ancak Kızıl Ordu’nun
Başındaki Karayev, ‘Kızıl Kürdistan açlıktan ölüyor’ deyince, Lenin 40
Milyon ruble yardım gönderilmesini emretti.Kafkasya Kürtlerinin 6 yıl süren mutluluğu Dahası,
16 Temmuz 1923’te SSCB Komünist Partisi, ‘Kızıl Kürdistan Uyezdi’nin
Kurulmasına karar verdi. Başa, Suşa doğumlu Azerbaycanlı Bolşeviklerden
G. Gajiev geçirildi. Karar ilginçti, çünkü o tarihte Kürtlerin
Milliyetçi talepleri yoktu. Örneğin 1926 Nüfus Sayımı’na göre Kızıl
Kürdistan coğrafyasında yaşayan 51 bin kişinin yüzde 73’ü (37 bin) Şii
Kürt, yüzde 26’sı Şii Türk, yüzde 0,5’i ise Ermeni’ydi. Ama sadece
6.800’ü Kürtçe konuşabiliyordu. Diğerlerinin ana dili Türkçe idi.Bazıları
Kararı Moskova’nın mikro milliyetçiliklerle bu önemli petrol bölgesini
Kontrol etme isteğiyle açıkladı. Azerbaycan kararı hevessizce karşıladı
Ama itiraz etmedi. Ermenistan ise, o günlerde Dağlık Karabağ’ı
Azerbaycan’a kaptırdığı için olayı memnuniyetle karşıladı. Ancak
Kürtlerin mutluluğu çok sürmedi. 8 Nisan 1929’da, Azerbaycan’da idari
Bölgeler sistemi değiştirildiğinde, Kızıl Kürdistan Uyezd’i ilga edildi
Ve toprakları Karabağ’a katıldı. 25 Mayıs 1930’da yeni bir karar alındı
Ve Laçin merkezli “Kızıl Kürdistan Okrug’u kuruldu ve Zangilan, Cebrail
Bölgeleri buraya bağlandı. (Okrug, uyezd ile otonom bölge arasında bir
Birimdi.) Ancak, adet olduğu üzere tekrar karar değiştirildi ve 23
Temmuz 1930’da SSCB Komünist Partisi Merkez Komitesi, ülke çapında
özerk bölge statülerinin kaldırılmasına karar verdi. Böylece 6 yıllık
‘Kızıl Kürdistan’ tarihe gömüldü. Bazılarına göre kararın arka planında
Ağrı İsyanı dolayısıyla başı sıkışmış olan Kemalistlere jest yapmak
Arzusu yatıyordu. Kürtler asimile oluyor Kızıl
Kürdistan ilga edilince, Şii Kürtler önce Azerbaycan’a bağlandılar.
Azerbaycan Kürtlerin kendi dillerinde eğitim görmesini hiçbir zaman
Desteklemedi. İlk Kürtçe eğitim, 1931 yılında yaz okullarında
Verilmişti. Ancak bunlar da 1938’de sona ermişti. Nahcivan’daki Sünni
Kürtlerin Kürtçe konuşmaları ve milliyetçi duygularının güçlü olmasına
Karşın, Azerbaycan’daki bu yarı göçebe Şii topluluklar, Türkçe ve
Farsça konuştukları için kolay asimile olmuşlardı.SSCB’nin
Dağılmasından önceki son nüfus sayımında (1989) 12.226 Kürt yaşıyordu.
1992’de Laçin’in Ermeniler tarafından işgali üzerine Wekil Mustafayev
Liderliğindeki bir grup romantik Kürt milliyetçisi, Laçin Kürt
Cumhuriyeti’ni ilan etmek istedi ancak Kürtler bu projeye hiç ilgi
Göstermediler. Mustafayev de İtalya’ya kaçmak zorunda kaldı.Kaynakça:İhsan
Nuri Paşa, Ağrı Dağı İsyanı, Med Yayınları, 1992; Memduh Şevket
Esendal, Tahran Anıları ve Düşsel Yazılar, Bilgi Kitapevi, 1999; Hüsrev
Gerede, Siyasi Hatıralarım I: İran, Vakit Basımevi, 1952; Robert Olson,
“The Kurdish Rebellions of Sheikh Said (1925), Mt. Ararat (1930), and
Dersim (1937-38): Their Impact on the Development of the Turkish Air
Force”, Welt Das Islams, Vol. 40, Number 1, March 200, s. 67-94; Emin
Karaca, Ağrı Eteklerindeki Ateş, Alan Yayıncılık, 1991; Faik Bulut, Dar
Üçgende Üç İsyan, Belge Yayınları, 1992; Gaso Sasun, Kürt Ulusal
Hareketleri ve 15. yy’dan Günümüze Ermeni-Kürt İlişkileri, (Çev. Bedros
Zartaryan, Memo Yetkin), Med Yayınları, 1992, Genelkurmay Belgelerinde
Kürt İsyanları I-II, Kaynak Yayınları, 1992; İsmail Arar, “Atatürk’ün
Günümüz Olaylarına da Işık Tutan Bazı Konuşmaları”, Belleten, C. 45,
Sayı:177 (Ocak 1981), TTK Basımevi, 1981; Gökhan Çetinsaya, “Atatürk
Dönemi Türkiye-İran İlişkileri, 1926-1938”, Avrasya Dosyası, C. 5, S. 3
(Sonbahar 1999), s. 148-175; Mehmet Bayrak, Kürdoloji Belgeleri II,
Öz-Ge Yayınları, 2004; Rohat Alakom, Hoybun Örgütü ve Ağrı Ayaklanması,
Avesta Yayınları, 1998; Daniel Müller, “The Kurds of Soviet Azerbaijan
1920-91”, Central Asian Survey, Vol.19 (2000), s. 41-77; D. Müller,”The
Kurds and the Kurdish Language in Soviet Azerbaijan According to the
All-Union Census of December 17, 1926”, The Journal of Kurdish Studies,
Vol. 3 (1998-2000), s. 61-84.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder