6 Şubat 2015 Cuma

108'lik Ecê Ana: Bize Retki Derler

1. Dünya Savaşı sırasında Ermenistan’dan Îdir’a gelen, şu an 108 yaşında olan Ecê Ana, bir asırlık tarihin canlı tanığı.


Ecê Ana (Ecê Bultan), Îdir’ın (Iğdır) yaşlı çınarı. 108 yaşında... Başında kofisi, dilinde tatlı Kürtçesiyle çevresinde nam salmış Ecê Ana’yla, Îdir’ın Pulur (Enginalan) Köyü’nde karşılaştık ve güzel bir sohbete giriştik. Ecê Ana, güzel Kürtçesi ve güler yüzüyle, hayatının bazı dönemlerini anlattı bize.

Daha 10 yaşındayken nişanlamışlar Ecê Ana’yı. 13’üne geldiğindeyse, 30 kuzu başlıkla evlendirmişler. Evlendiği gibi de başına kofi geçirmişler. O gün, bugündür de çıkarmazmış kofiyi.

Ecê Ana’nın ataları, 1. Dünya Savaşı sırasında Ermenistan’dan Îdir’a gelmiş. O günden bugüne çok şey yaşamış; çok sıkıntı çekmiş. Söze de bunu belirterek giriyor: “Evlatlarım, kardeşlerim, belki büyükleriniz size anlatmamıştır; bilmezsiniz o zamanları. Ben çok şey gördüm. Birileri mi size söyledi, benimle konuşmanızı? Biri mi gönderdi sizi? Yoksa çocuklar (Gerillaları kastediyor) mı gönderdi? Siz de onlardansınız, değil mi?”

‘O yıllar çok güzeldi...’

Zaman zaman konuşmakta, nefes almakta zorlansa da, titrek ama emin bir ses tonuyla, güçlü hafızasında sakladıklarını anlatıyor Ecê Ana. Anlattığı ilk hikaye ise çocukken bulunduğu Ermenistan’daki Elegez Dağı’nda yaşadıkları oluyor: “Biz Elegez Yaylası’nda Hecî Qalo’nun komşusuyduk. O yıllar çok güzeldi. Ben çocuktum. Kadınlar çadırların önünde toplanırdı. Kimi teşi eğirirdi, kimi karanlık çökene dek sohbet ederdi. Ruslar gelince, babamlar da bu tarafa gelmişler. Ruslar geri dönmüş, ama bizimkiler dönmemiş. Babam bize hep anlatırdı oraları. Biz Ermenistan’dayken, babamın abisi Mehmet çobanmış. Dedem babama kızıyor; diyor, ‘Oğlum Eyo, bir gün de sen git, şu Mehmet biraz dinlensin.’ Babam gidiyor, orada baş çobanla kavga ediyor. Babam kamasını çekince, baş çoban kaçıp çeşme başındaki kadınların arkasına saklanıyor. Olay orada bitiyor ama baş çoban unutmuyor. Aradan birkaç gün geçince intikam almak için pusu kuruyor ve tüfekle babamı çenesinden vuruyor. Babam Ermenistan’da, hastanede 7 gün kalmış. Aradan yıllar geçtikten sonra, evimiz Hakveyis Köyü’ndeyken (Îdir’a bağlı bir köy), annem sacda ekmek pişiriyordu. Sonbahardı. Babam bana seslendi: ‘Ecê bu kafamda bir şey var, hareket ediyor. Hele bana tel parçası getir.’ Babam telin ucunu çengel şeklinde eğdi ve burnuna soktu. İleri geri götürüp getirdi; uğraştı, uğraştı; gözlerinden de sular akıyordu. Sonunda burnunun etini yırtarak yıllar önce çenesinden giren saçma parçalarından sonuncusunu çıkardı. Yerler kan doldu. Hemen komşumuz Memo’yu çağırdım, geldi. Bağrışmalar, ağlaşmalar derken millet döküldü evimize. Babam o zaman kurtulduğu için bir öküz kurban kesti. Dünya işidir yavrum, her şey oluyor.”

‘Ateş yağıyordu gökten’

Ecê Ana’ya komşuluk ettiği Êzîdîleri de soruyoruz, “Annem Êzîdîlerden hep bahsederdi. Bizim evimiz Êzîdîlerin içindeymiş. Annem Êzîdîlerin iyiliklerini hep söylerdi” diyor.

Ecê Ana, Êzîdîlerden bahsederken, 1. Dünya Savaşı yıllarına gitti bir anda ve anlatmaya başladı: “Ruslar bu tarafa doğru gelince, Ermenistan tarafından Ermeniler gelip buradaki arazilere sahip çıktı. Köylere girdiler. Küllü, Kiti köylerine kadar gelmişler. Hamit Amcamla, Mehmet Amcam o zamanlar Ruslara karşı savaşıyormuş. İkisi de Rusların attığı mermilerden kaçarken bir değirmene sığınıyorlar. Hamit Amcam atlıymış; ama Mehmet Amcam yayaymış. Savaş vardı yavrum, savaş. Çok insan öldü, birbirlerinin sonunu getirdiler. Anlatırlardı, bir Kürt varmış mesela, Elesori Aşireti’nden; Ruslar tutmuş götürmüş, hayvan gibi derisini yüzmüş. Savaş öyleydi ki, ateş yağıyordu gökten. Kürtler o zaman Rom (Osmanlı’yı birçok yaşlı gibi bu sözle anlatıyor) için savaşıyordu. Niye savaşıyorlardı, bilmiyorum. Sonra bir şey oldu, Ruslar o tarafa, Rom bu tarafa çekildi. Sonradan da barıştılar; ama hiç geçinemiyorlardı ki!”

Dünya Savaşı’na girmişken, Ermenileri de sorduk Ecê Ana’ya, “Derlerdi ki, Kürtler Ermenileri kırmış; Ermeniler de Kürtlere karşı savaşmış. Hepsini anlatırlardı ama ben unutmuşum yavrum. Çok öldürdüler, çok. Bu topraklar hep kan. Toprağın altı kemik doludur” dedi yalnız.

Ecê Ana, babasından önceki dört nesli de tutmuş aklında, bir solukta saydı bize: “Babamın adı Eyo’dur. Babamın babası Edo. Edo’nun babası Sülo. Sülo’nun babası Geno. Geno’nun babası tarafına da Mala Hûsê Gozê derlerdi. Bize de Retki derler. O zamanlar üç ailemiz Elegez tarafından kaldı. Halen onlara ne olduğunu bilen yok. Annem de Redki aşiretinin Elesori sülalesindendir; Mahmudê Evdel’in kızı. Elesori’ler şimdi Bulanık’ta.”
Yaşlı anaya, ömrünün son kırk yılında tarih sahnesine çıkan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı da hatırlatıyoruz. Gördüğü onca baskının psikolojik etkisinden olsa gerek, hemen ses tonunu düşürerek, “Bahsederlerdi yavrum; çocuklar (gerillalar) gelip giderdi yanımıza. Eskiden Kürtler birbirlerini öldürüyordu. Bu son yıllarda durum iyi olmuş diyorlar. Allah yardımcıları olsun” diyor.

Ecê Ana’yı daha fazla yormadan, bitiriyoruz sohbetimizi. Evinin girişindeki yatağından kalkamayan yaşlı çınar, güler yüzü ve güzel Kürtçesiyle uğurluyor bizi.

MURAT MANG/ÎDIR

YENİ ÖZGÜR POLİTİKA GAZETESİ 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder