Avrupa Halkın Sesi yazarlarından Nihat Öner, Zilan Katliamı dolayısıyla param parça olan Avdelê Beko ailesinine ulaşıp, ailenin Ağrı Direnişi ve Zilan Katliamı’ndaki yerini araştırdı. Öner, katliam sonrası Van’ın Çaldıran ilçesine göç etkmek zorunda kalan aile bireylerinden Memet Çakır ile röportaj yapıp, ailenin yaşadıklarını kaleme aldı.
İşte o yazı:
"Kan kokusu almış kurt sürüsü saldırıyor
Daldırıyor kızılkanlı elini
Çoluğu-çocuğu
Kızı – gelini
Öldürüyor
Deşiyor karnını gebe kadınların
Ortalık yangın yeri
Toz-duman
Yakılmış yüzlerce köy"
Ararat Destanı, Cemşit Mar.
Ünlü direnişçi Reşoyê Silo ile yakın akraba olan Avdelê Beko ailesi, Zilan Katliamı'ndan önce Bekıri aşiretinin ileri gelen bir ailesidir. Katliam öncesi sahip oldukları Komır Köyünde oturan 26 kişilik ailenin reisliğini, kardeşlerin en büyüğü Nadir yapmaktadır. Nadir ile Mehmet evli, Beşir (18) ve Hacı (16) ise bekardırlar. Soykırımda aileden 18 kişi öldürülür, sağ kalan Beşir ve Hacı ise, önce Adana cezaevine gönderilir, daha sonra Balıkesir'in Edremit ilçesine sürgün edilirler.
Kardeşlerin en büyüğü Nadir, Ağrı Direnişi'ne katıldıktan sonra, Kürtlerin kadın ve kızlarına el süren, halka zulüm eden Karakol Komutanından intikam almak için, Çakırbey Karakolu'nu arkadaşlarıyla basıp, karakol komutanını öldürme planları yapar. Arkadaşlarına mümkün olduğunca kendilerine ateş etmeyen askerlere dokunmayıp esir alma ve rütbelileri öldürme emri verir. Tarihe ''Çakırbey Baskını'' olarak geçen baskından bir yıl önce yani 1929 yılında, aynı karakola Nadir önderliğinde bir baskın yapılır. Esir alınan karakol komutanı öldürülür, karşılık vermeyen askerler esir alınır, karakol yerle bir edilir. Karakola yardıma gelen bir uçak Nadir tarafından düşürülür. Nadir o baskında ayağından vurulur ve o günden sonra ayağı topallar.
Katliamdan sağ kurtulan Mehmet'in oğlu Sıddık'ın küçük oğlu Memet Çakır, konu ile ilgili bana şu açıklamalarda bulundu: "Genelkurmay belgelerinde herşey 1930'a bağlanır. Sanki Zilan'daki bütün olay 1930 yılında olmuş ve bitmiş gibidir. Oysa Zilan köyleri 1926'dan beri Ağrı İsyanına destek vermiş, birçok savaşa katılmıştır. Sağ kalan dedem Beşir ve Hacı, Muştak Amcama defalarca olayı, tarihi anlattılar. Nenem Nûrê ile defalarca konuştum, üstüne basa basa tarihi sordum. Dedem Nadir önderliğin de yapılan Çakırbey Karakolu baskını, 1930 yılındaki bilinen Çakırbey Karakolu Baskını değil, 1929'da yapılan bir baskındır."
Nadir'in Yakalanması
Baskında esir alınan askerlerden biri kaçar, Erciş'e gidip Nadir'i ihbar eder ve Nadir Aralık 1929’da yakalanır. Elleri bağlanan Nadir, bir subay ve iki asker refakatinde, yaya olarak Bitlis'e gönderilir. Yolda askerler ve Nadir donma tehlikesi geçirirler. Nadir, ellerini çözerlerse onları kurtaracağını, aksi halde dördünün de donup öleceğini söyler. Bunun üzerine askerler Nadir'in ellerini açar. Nadir her seferinde birini sırtına alır, 150-200 metre götürdükten sonra, döner ve diğerlerini aynı şekilde götürür. Sonunda bir köye varırlar. Geceyi o köyde geçirip, ertesi gün tekrar yola çıkıp, Bitlis'e varırlar. Orada Nadir'e idam cezası verilir, idam sehpası kurulur. Ancak subay ve askerler buna itiraz edip, onun çok iyi biri olduğunu, isteseydi kaçacağını, ama kaçmadığını, aksine onları sırtlarında taşıyıp, donmaktan kurtardığını söylerler. Askerlerin söylediklerine kanaat getiren yetkililer, Nadir’i serbest bırakırlar.
Mehmet’in Zortıl köyüne yerleşmesi
Katliam öncesi Mehmet kardeşi Nadir ile aralarında çıkan bir tartışmadan dolayı Komır Köyünü terk etmek ister. Kardeşinin gitmesini istemeyen Nadir, akrabaları devreye koyup, Mehmet'in gitmesine engel olmalarını ister. Birçok akraba gidip Mehmet ile konuşur, ancak Mehmet yemin ettiğini, ve bu yeminden dolayı gideceğini ama bir yıl sonra tekrar geri döneceğini söyler. Mehmet, döneceğini kanıtlamak için de, Komır Köyündeki hiç bir mal varlığını, kendisi ile birlikte götürmez. Mehmet, karısı Nûrê, oğlu Sıddık (4) ve kızı Tevrat'ı (1) alıp, kayınpederinin akrabalarının yaşadığı Zortıl Köyüne yerleşir.
Mehmet'in Zortıl Köyüne gidişinden sonra, Komır Köyünde aileden 22 kişi kalır. 1929 biter, 1930 olur, Temmuz ayı gelir ve Zilan Katliamı başlar. Sırası ile deredeki birçok köy halkı toplu olarak katledilir. Bu büyük katliamdan Avdelê Beko ailesi de nasibini alır. Nadir'in yanında yaşayan aileden Nadir dahil, aileden 18 kişi katledilir. Mehmet'in kardeşleri Beşir, Hacı, karısı Nûrê, çocukları Sıddık (4) ve Tevrat(1) sağ kalmayı başarırlar. Mehmet Çakır: "Cesetlerin altında sağ kalanlardan bazıları, askerler gittikten sonra ortaya çıkarlar. Ağır yaralı olan Nadir dedem, onlara, 'Ağır yaralıyım ama ölmedim, aileme söyleyin gelip beni alsınlar' der, ama gittiklerinde gece karanlığıdır, saatlerce ararlar ama Nadir dedemi bulamazlar.''
Mehmet'in Öldürülmesi
Mehmet aileden 17 kişinin katledildiğini bilir, ama elinden bir şey gelmez. Mehmet'in karısı Nûrê, Mehmet'in katledilmesini şöyle anlatıyordu: "Büyük katliamdan sonra, bu sefer devlet, milisler eşliğin de isyana katılan ailelerin avına çıkmıştı. Mevsim buğday biçme zamanıydı, Mehmet buğday biçmeye gidiyordu. O gün yine gitti ama saat 10:00 sıraları eve geldi. Ben de tandırı yakmıştım ve biraz ekmek pişirmiştim. Bir baktım, Mehmet geri geldi. Kendisine, neden döndüğünü sordum, oda bana 'bugün başım çok ağrıyor, çalışamaz durumdayım' dedi. Bir kilimi tandırın yanına serdim Mehmet üstüne uzandı, başka bir kilimi de üstüne serdim o uyudu, bende dışarıda bazı işlerle uğraşıyordum. Birde baktım, Derviş komutan, bazı askerler ve Sidîqê Hese Keçelê bizim oturduğumuz eve doğru geldiler. Askerler eve girip, her tarafı dağıttılar. Bana tandırın yanında yatanın kim olduğunu sordular, bende onlara durumu izah ettim. Ben öyle dedikten sonra evden uzaklaşmaya başladılar. Biraz uzaklaştıktan sonra baktım, milis Sidîqê Hese Keçelê, Derviş komutanın kulağına bir şeyler fısıldıyor. Sonra tekrar eve doğru geldiler, iki asker Mehmet'in koluna girip, dışarı çıkarıp, götürmek istediler. Ben, Sidîqê Hese Keçelê'nin ayağına kapandım, Sidîq bizim aileyi iyi tanıyordu. Ayağını ağzıma aldım, yalvardım, 'lütfen kocamı götürmeyin, çocuklarımı yetim bırakmayın. Zaten ailenin hepsini katletmişsiniz, bari kocamı götürmeyin' dedim. Sidîq, bana doğru eğildi ve, 'Nûrê, ben Avdelê Beko'nun ekmeğini çok yemişim. Asla kocana bir şey yapmayacağız, sadece ifadesini alıp, geri bırakacağız' dedi. Bende onun o sözüne inandım. Avdel, Nadir ile Mehmet'in babasıydı. Akşam oldu, çobanlar geldi. Biri bana dedi 'kocanı falan yerde öldürmüşler, git cenazeyi al'. Ben köyden bir kaç adamı ve bir öküz arabasını alarak cesedin olduğu yere gittim. Mehmet ölmemişti, ama durumu çok kötüydü. Vücudunda tek bir kurşun izi yoktu, ama sopalarla çok dövmüşlerdi, vücudu berbattı. Arabaya bindirdik, eve getirdim. Durumu hiç iyi değil, ara sıra kusuyor, kustukça da boğazından kan ve et geliyordu. Bir tane topraktan yapılmış tas vardı, kustuğu zaman o tası ağzının önüne bırakırdım. Gece yarısına kadar o tasa belki yarım kilo et doldu. Gece, saat ikiye kadar öyle devam etti ve saat iki gibi vefat etti.''
Nadir ve Mehmet katledildikten sonra, eşleri çocuklarına bakabilmek için evlenirler. Hemoyi aşiretinin ünlü direnişçisi Qulîxanê Heso’nun yiğeni ve Keremê Eli’nin akrabası, Nadir'in eşi Hatun, Hemoyi aşiretinden Reşîtê Rustem isimli biri ile evlenir. Doğubayazıtlı Şêwêş Efendi'nin torunu olan Mehmet'in eşi Nûrê ise, Çêloyi aşiretinden Hekim isimli biri ile, Nûrê'nin dedesi Şêwêş Efendi'nin bir kaç torunu, Yukarı Bayazıt'taki katliamda öldürülür:
"Xwedê belkî kula xwe bike mala Nîdayî Begê
Nîdayî Beg ji êvar da sekiniye derê Hepsa Bazîdê
Vediqetîne egîd û cindiya
Hewşa lawê Şewêş Efendî da
Cinazê egîd û xweş mêra ji êvara xwedê da
Xemilandî ye di xûnê da bi singûya
Herçî kuştin, herçî mayî girtin sirgûn kirin
Berê wan dan Anadolê, Sînopê, Zongildaxê
Dayê nemayê nav girtiya"
( Allah kıranını Nidayi Bey’in evine soksun,
Nidayi Bey akşamdan beri Bazid Hapishanesi’nin kapısında durmuş
Yiğitleri, kahramanları ayırıyor (öldürmek üzere)
Şewêş Efendi’nin oğlunun avlusunda
Allah’ın akşamından beri o yiğitlerin cesetlerini
Süngüleyerek kanla süslüyor
Öldürdüklerini öldürdüler, kalanları da sürgüne yolladılar;
Anadolu’ya, Sinop’a, Zonguldak’a
Mahpusların arasına… Öleydim anam…)
Aile bu şekilde katledikten ve Nûrê ile Hatun evlendikten sonra, Çaldıran'daki amcaları Bıro, Zilan Deresi'ne gidip tüm mal varlıkları ile birlikte, Nadir'in oğlu Muştak, Nadir ve Mehmet'in kardeşleri Beşir ve Hacı ile birlikte, katliamda babası öldürülüp, kimsesiz kalan Hıdır'ın oğlu Celalalettin'i de alıp, Çaldıran'daki evine götürür. Çaldıran'a yerleşirler ancak burada da rahat edemezler; Çaldıran'da yaşayan Ahmedê Hıso isimli milis, bu dört kişinin (Beşir, Hacı, Muştak ve Celalettin) Zilanlı olduğunu devlete ihbar eder. Bunun üzerine Bıro'yu yanına çağıran Nahiye Müdürü, Muştak çok küçük olduğu için onu tutuklatmayacağını, ama diğer üç genci tutuklatacağını, eğer her biri için beş mecidiye verirse, onları da tutuklatmayacağını söyler. Bıro parasının olmadığını söyler. Karısı Bıro'ya 'Beş mecidiye senin için nedir? ver gençler tutuklanmasın' der. Bıro, karısına, ''Senin hiç aklın yok mu? bunların hepsi genç, bunlar tutuklanmazlarsa, babalarının tüm mal varlıklarını benden alırlar'' der.
Bıro'dan rüşvet alamayan Nahiye Müdürü, Beşir, Hacı ve Celalattin'i Adana'ya götüren askerlere, ''yolda onlara büyük işkenceler yapın'' der. Bu üç genç tutuklandığında, mevsim kıştır ve Çaldıran'ın ortasından geçen nehir, buz tutmuş. Askerler bu üç genci defalarca buzlu nehirden geçirir, öyle olur ki buzlar kandan kıpkırımızı olur. Bu üç gencin bacaklarındaki kesik izleri, ömürleri boyunca yok olmaz.
Adana Cezaevi
Beşir, Hacı ve Celalattin, 6 yıl boyunca Adana Cezaevi'nde insanlık dışı işkencelere maruz kalırlar. Beşir ve Hacı Adana Cezaevi'ni şu sözlerle yeğenleri Muştak'a anlatırlar: "Bizleri Adana'da esarete tuttukların da, biz mahkumları tam 400 metre uzunluğun da, kalın bir zincirle bağlamışlardı. Zincirlerle iki ayak bileklerimiz de bağlanmıştı. Zincirli her iki mahkumun arasındaki mesafe, 40 santim idi. Bir mahkum uyurken, tek başına dönemezdi, birinin dönmesi için, diğerinin de dönmesi gerekiyordu, çünkü zincir izin vermiyordu. Tuvalete bile o zincirlerle giderdik, tuvalet dediğim de o bildiğiniz tuvalet değil, büyük bir tenekeyi kaldığımız yere bırakmışlardı, tuvalet ihtiyacımızı oraya yapıyorduk. Koku dayanılmazdı, insanlar kokudan bayılıyorlardı, çünkü teneke günlerce orada kalır, sonra değiştirirlerdi. Binlerce arkadaşımız işkenceden, açlık ve pislikten gözümüzün önünde can verdi. Gözlerimizin çukuruna kadar bit girmişti." Esaret altında olup da ölmeyen mahkunların çoğu da ayaklarına, bacaklarına bağlı zincirlerin kan dolaşımını engellemesi yüzünden, Hêtereş hastalığına yakalanıp ölürler. Hêtereş hastalığının Adana Mahkumları arasında çok yoğun olmasını, mahkumlar iki sebebe bağlar; zincirler ve zehirli iğneler.!
Sürgün
Beşir, Hacı ve Celalalettin, Adana Cezaevi'nden sağ çıkmayı başaran ender insanlardandır. Adana Ceazevi'nden çıktıktan sonra, bu sefer de Balıkesir'in Edremit ilçesine bağlı Çamlıbey Köyüne sürgün edilirler. Buraya yerleştikten sonra Beşir ve Hacı'nın askerlik kağıtları gelir, ancak iki kardeşte devlete askerlik yapmayı reddeder. Kardeşlerden Hacı tutuklanıp, uzun süre cezaevine konulduktan sonra, iki kardeşte zorla askere alınır. Askerlikten sonra, Beşir, Çamlıbel Köyünde kalmaya devam eder, Hacı ise Havran İlçesine yerleşir.
Kürt Hacı
Havran'a yerleşen Hacı, bir bakkal dükkanı açar ve zamanla kendisine “Kürt Bakkal” ve “Kürt Hacı” lakapları verilir. Kürt Hacı, Havran'da Elif isimli biri ile evlenir, Bedriye ve Sedriye isimli iki kızı oluyor. Hacı’nın iki kızı da büyüyüp evlenir. Sedriye’nin bir oğlu olur ve Hacı o çocuğa, abisi Nadir’in ismini verir.
Çamlıbel’de kalan Beşir ise, Rasime isimli bir kadın ile evlenir ve bir oğlu olur. Oğluna çok sevdiği, yiğit abisi Nadir'in ismini verir. Ancak küçük Nadir, bakımsızlıktan ve yoksulluktan dolayı vefat eder. Küçük Nadir vefat ettikten kısa bir süre sonra, Beşir'in eşi Rasime'nin erkek kardeşinin bir kız çocuğu olur. Beşir o küçük çocuğu evlatlık alıp, ona Nurten ismini veriyor. Nurten büyüyüp, Orman Müdürlüğü’nde çalışan Adem isimli biri ile evlenir ve iki erkek çocuğu olur. Beşir, Nurten’in büyük oğluna abisi Nadir'in ismini koyuyor.
Muştak İle Sıddık'ın Birbirlerini Bulması
Muştak, babasının amcası Bıro'nun yanında yaşadığı için, amcasının oğlu Sıddık'ı uzun yıllar bulamaz. Büyür genç adam olur, Erciş’e gidip annesinin yanındaki kız kardeşi Gulizer’i de yanına getirir. Sıddık ise Erciş’de annesi ve üvey babasının yanında kaldığı için, ailesinin gerçek soy ismi olan Kural’dan haberdar olamaz ve Çakır soy ismini alır. Sıddık, birgün Erciş’ten Çaldıran’a tuz taşırken, yanındaki şahısa, ailesinin başından geçen olayları anlatır ve o şahıs Muştak’ın tanıdığı çıkar. Böylece Muştak ile Sıddık, uzun yıllar sonra birbirlerini bulurlar. Birbirlerini buldukların da Muştak evli, Sıddık ise evlilik çağına gelmiştir. Muştak, Sıddık’a ‘gel seni evlendirelim’ der, Sıddık ise, parasının olmadığını söyler. Bunun üzerine Muştak kayın pederi Ali ile konuşur. Ali’nin kızı Reyhan’ı Sıddık’a, Sıddık’ın kız kardeşi Tevrat’ı ise Ali’nin oğlu ile berdel usulü evlendirirler. Muştak ve Sıddık’ın kayınpederi Ali, Zilan’da katledilen Hıdır’ın oğludur. Ali’nin kardeşi Celalettin, Hacı ve Beşir ile birlikte tutuklanıp, Adana’ya, oradan Balıkesir’e sürgün edilen kişidir. Sıddık evlendikten sonra, Çaldıran’a Muştak’ın yanına göç eder ve ikisi aynı evde yaşamaya başlarlar.
Beşir ve Hacı’nın Çaldıran’daki yeğenlerini bulmaları
1960’lı yıllar öncesi, Van’dan bazı Kürt işçiler Balıkesir’in Havran ilçesine gidip, bakkal işleten Hacı ile tanışırlar. Hacı, Van’dan gelen tüm inşaat işçilerine, yeğenleri Muştak ve Sıddık’ı sorar. Ve nihayet Beşir ve Sıddık’ı tanıyan biri çıkar ve Hacı’ya adreslerini verir. Hacı ve Beşir, Muştak ile Sıddık’la uzun yıllar mektuplaşıp, bir birlerine fotoğraflar yollarlar. Sonra Muştak, 1970’li yıllarda amcaları Hacı ve Beşir'i geri getirmek için Balıkesir'e gider ancak ikisi de geri dönmeyi kabul etmez. Memet Çakır, amcası Muştak'ın ağzından aktarıyor: "Amcam Muştak anlatırdı, 'Ben, Beşir ile Hacı'ya yalvardım, gelin memleketimize, taşımıza toprağımıza dönelim dedim ama bir türlü ikna olmadılar. İkisi de dizlerini sıyırıp, hâlâ iz olan bacaklarını gösterdiler. Beşir dedem, ‘Kahrolası Derviş Bey, gözümüzün önünde ailemizi yok etti. Abim Nadir, Derviş’e karşı direndi ama gavur Derviş insanları topluca kurşuna dizdi. Saklanmasaydık, bizi de katledeceklerdi. Katliamdan sonra Bıro bizi Çaldıran'a götürdü, malımıza mülkümüze el koydu. Ahmedê Heso'da bizim Zilanlı olduğumuzu ihbar etti. O zaman ki Nahiye Müdürü, her birimiz için Bıro'dan beş mecidiye istedi, Bıro beş mecidiye vermedi. Askerler bizi defalarca buz tutmuş Çaldıran Deresi'nden geçirdiler, buzlar kırıldı, buz ve su kıpkırmızı oldu ama onlar bizi geçirmeye devam ettiler. Bacaklarımız öyle oldu ki, et bitti, kemikler çıktı ortaya. Evladım Muştak, o kanlarımız gözümüzün önüne geldikçe, biz memleketimiz Serhad'a dönmeyeceğiz' dedi.''
Uzun yıllar Kürt siyasetinde yer alıp, şuan Çaldıran’da parti yönetimin de yer alan Memet Çakır, Avdelê Beko ailesi ile ilgili konuşmamızın sonunda, sözlerini şu cümlelerle tamamladı: "Bu katliam, Başkan Apo ve partimiz sayesin de unutulmadı. Ben bu hareket sayesin de kendimi tanıdım. Kendimi tanıdıktan sonra da, tarihimi araştırdım. Örnek vermek gerekirse; bazı akrabalarımız, konu ile ilgili hiç bir şey bilmez ve araştırmaz. Biz her şeyi Başkan Apo'ya ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne borçluyuz."
Nihat Öner
rewan004@hotmail.com
www.avrupahalkinsesi.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder