Amerika’da 1850 yıllarında filmlere de çok konu olan “altına hücum” akınların da Cheyenne ve Arapaho halklarının yaşadığı topraklar da Avrupalı sömürgecilerle yerliler arasında başlayan çatışmalar 1964 yılında gerçekleşen katliam ile doruğa ulaşmış. Çatışmaların son bulması için ABD hükümeti ile bir anlaşma yapan yerliler “kum deresi” nin güneyine çekilmişler. Bu çekilme sürecinde yerlilerin “kum deresi” yakınına kamp kuracaklarını bildirmeleri üzerine kampa ani bir saldırıda bulunarak çocuk, kadın, yaşlı demeden 500 kadar yerli halkı “kum deresi” içinde katletmişler.
Zilan Deresi
Derelerde yaşanan katliamlara örnekler çoğaltılabilir. Benzer katliamlara bölgemizde de özellikle Kürt halkı maruz bırakılmıştır. Dersim katliamında da benzer anılar olmasına rağmen beynimize kazınan en önemli dere katliamı “Zilan deresinde” yaşanmış ve on beş bin Kürt, çoluk çocuk, kadın, yaşlı demeden öldürülmüştü. Öldürülenlerin topraklarına el koyan ve bu toprakları katliamı gerçekleştirenlere ikram edenlerle ABD’de toprakları için ölen Cheyenne ve Arapaho halkı aynı kaderi benzer nedenle paylaşmışlardır. Ağrı isyanını gerekçe gösterip Erciş’e sürülen halk yine Kızılderili halkı gibi dere içinde katledilmişlerdi. 14 temmuz 1930 yılında gerçekleşen Zilan Deresi Katliamı’nı dönemin iktidar gazetecilerinden Yusuf Mazhar bölgeyi gezdikten sonra şöyle aktarmış;”bunlar tarihin şehadeti ile sabittir ki; Amerika’nın kırmızı derililerinden fazla kabiliyetli oldukları halde ziyadesiyle hunhar ve gaddardırlar” Kızılderililerle Kürt halkının nasıl özdeşleştirildiğine önemli bir örnek. Her iki halk da yaşadıkları topraklarda katliamlar ile ya yok edildiler ya sürüldüler ya da boyun eğmeye mahkum edildiler.
Yaşayanların gerçek nedenleri
Kapitalizm, iktidarı toprak sahipleri ile ilk paylaşmaya başladığı günlerde ve kendi hükümranlığını kurduktan bu yana “benden sonrası tufan” anlayışı ile hareket etmiş ve halen bu yöndeki anlayışını devam ettirmektedir. Halkları katliamlarla boyun eğmeye zorlayıp köleleştirmek isterken doğayıda aynı biçimde katledip tüketerek sömürmenin peşindedir. Dönem dönem doğayı koruma politikalarına yönelik çabalara girdiklerini söyledikleri her adımda yeni bir felaketi peşinden sürüklemişlerdir. Attıkları her adım yeni bir birikim alanına işaret etmektedir. Dünya üzerinde küresel ısınma nedenleri ile ortaya çıkan sorunlar temelde kapitalistleride ilgilendirmesine karşın hiçbir biçimde karlarından ödün vermeden ve birikimlerini sürekli büyütmek amacından asla vaz geçmemektedirler.
Altına hücum üzerine o kadar çok hikaye ve film çekildi ki bu filmleri izlerken Kızılderililerle kendimizi özdeşleştiridiğimiz anları yaşı uygun olan herkes anımsar. Altına hücum serüveni kapitalizmin ilk birikim yıllarına rastlar. Türkiye’de ise 1930 yıllar kapitalist birikimin yaratılması sürecinin başlangıcıdır. Aynen ABD’de yaşanan kapitalist talanın bir benzeri Türkiye topraklarında 1930 yıllarda yaşanmıştır. Marx’tan bir alıntı ile devam edelim; “Para dünyaya bir yanağında doğuştan kan lekesi ile geliyorsa, sermaye tepeden tırnağa her gözeneğinden kan ve pislik damlayarak gelmiştir.” ABD veya Türkiye’de yaşananlar özdeştir. Zilan deresi katliamı ile Kum deresi katliamı arasında ki bağın nedeni kapitalist birikim yollarının açılması sürecinde sermaye ve onun iktidarlarının elleri pislik içinde ve halkların kanları ile kaplı olmasıdır.
Türkiye’de bugün doğaya yönelik yapılan saldırıların temelinde yine kapitalist birikim yatmaktadır, ancak bir farkla! Bu fark Türkiye’deki iktidarın kendi sermaye guruplarına yönelik amansız birikim alanları yaratmak istemesidir. TÜSİAD vb... sermaye yapılarına karşı kullandıkları dilde açığa çıkan gerçek buna işaret etmektedir. Emperyalist kapitalist sistemin bir parçası olan mevcut iktidarın kendini kalıcı kılmak için tutturduğu bu çizgi artık dayanılmaz boyutlara varmıştır. ABD’de altına hücüm ile yaşanan ve Türkiye’deki ilk kapitalist birikim sürecinin bir benzeri mevcut iktidar tarafından kendi sermaye çevrelerini güçlendirmekte yaşatmaktadır.
Bu durum böyle olmasaydı farklı bir gelişme yaşanırmıydı? Bu da imkansız. Kapitalizm tüm dünyada içine düştüğü ekonomik krizleri doğal alanların tamamen metalaştırılarak ticarileştirilmesi yoluyla aşmaya çalışmaktadır. Bu nedenle farklı bir sermaye iktidarı sürecinde de benzer sorunlarla savaşmak zorunda kalacaktık. Tek farkları büyük sermayeye sundukları olanakları kendi çevreleri içinde kullanıyor olmalarıdır. Bu durum iktidarın daha saldırgan ve daha kararlı bir çizgi izlemesine yol açmaktadır.
HES’lerin sonuçları
Zilan Katliamı’nın gerçekleştiği Zilan deresi şu an sermayenin hizmetine verilmek istenmektedir. Gök Akım Elektrik Üretim AŞ’ye 49 yıllığına HES inşası için Zilan deresi sermayenin hizmetine sunulmaktadır. Bölge halkı “korucular hariç” HES yapımına karşı durmaktadır. Korucuların varlık nedenleri sermaye ve onun iktidarlarının uşaklığı olması nedeniyle onların buradaki tutumlarına şaşırmıyoruz. Peri vadisinde özel güvenlikler ve jandarma ile halkı baskılamaya çalışanlar burada farklı bir yöntem uygulayarak korucuları halkın üzerine salmaya çalışmaktadır. Eğer baş edemezlerse jandarması, özel harekatçısı sermayenin yardımlarına koşacaktır.
Zilan deresinin hayat verdiği Zilan vadisi eğer HES gerçekleşirse yok olacaktır. Bölgede yaşayan binlerce insan yeniden göç yollarına düşecektir. Türkiye’nin dört bir yanında binlerce HES, ya yapım aşamasındadır ya da olanak bulduklarında inşaata başlamak için beklemektedirler. Bir sermayedara ya da hükümetin türettiği yeni palazlanan sermaye çevrelerine kurban edilmek istenen dereler ve topraklar için hala canını vermeye hazır milyonlarca insan var. Buna rağmen bu doğa katliamına neden olacak olan bu girişimlerden hükümet asla vazgeçmek istememektedir. Enerji ihtiyacımız var gibi yalanlarla bu talanı sürdürmek isteyenlerin yüzü gün geçtikçe açığa çıkmaktadır. İstanbul Gezi Parkı’nda yaşananlar buna güzel bir örnektir.”Binlerce ağaç dikiyoruz, 300 ağaç için ayaklananları anlamıyoruz, bunun ardında dış güçler var” gibi yalan ve dolanla yaptıkları açıklamalar artık hiç kimseye inandırıcı gelmemektedir.
Derelerin ve halkların kardeşliği
Derelerde yaşanan katliamlar, halkların kardeşliğinin bir zorunluluk olduğunu ortaya koymaktadır. Muktedirler her dönem halkları baskılamak amacıyla benzer katliamlara imza atmaktan geri durmamışlardır. Derelerin dili olsa bugün derelerin kardeşliği çağrısını tüm dereler kendisi yapar ve bu çağrı etrafında birleşen derelerin çoşkun suları karşısında durabilecek her hangi bir güç olamazdı. Halkların kardeşliğinin nelere kadir olduğunu tarih bizlere defalarca göstermiştir. Bizler halkların kardeşliği etrafında toplandıkça dereler de bizlerin yoldaşı olacaktır. Türkiye’nin dört bir yanında yaşanan doğa katliamlarına karşı binlerce insan mücadele içindedir. Bir gün bu mücadeleler birleştiğinde bu katliamlar ancak son bulacaktır.
Bu yaşananlar asla kaderimiz olamaz. Yaşananların gerçek amacını gördüğümüz ve kavradığımız oranda başarılı olup yaşamımızı koruyabileceğiz. Yazıyı Bertolt Brecht’in bir şiirinden alıntı yaparak sonlandıralalım.
“ancak gerçeklikten aldığımız dersler öğretir bize, gerçekliği değiştirmeyi”
Yusuf GÜRSUCU / HDK Ekoloji Kom. Üyesi
Özgür Gündem Gazetesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder