11 Ocak 2015 Pazar

M. Hüseyin Taysun/ “Xazila dewleta me Kurdan jî hebaya”

(Keşke Kürdlerin de bir devleti olsaydı)

Tüm insanlarda olduğu gibi ben de zaman zaman köşeme çekilip kendimle baş başa kaldığımda; Kendimin ve mensubu olduğum ailemizin geçmişini, yaşadıklarımızı, duyduklarımı okuyarak öğrendiklerimi, acılarımı, sevdalarımı, kavgalarımı, velhasıl o anlarda tüm hatırladıklarımı ve hatıralarımı bir film şeridi gibi gözümün önünden geçirerek, birçok kez efkârlanıp, hüzünlenip, ağladığım ve bazı konuları hatırladığım da kinlenerek öfkelendiğim ve bazen de iyi ki bu yurtsever aileye mensup olduğumu düşündüğüm ve böylesi onurlu bir geçmişe ve mücadeleye sahip olduğumdan dolayı oldukça gururlandığım ve onurlandığım zamanlar olmuştur.


İşte bu yazımı da biraz efkârlı, biraz hüzünlü ama her şeye rağmen fazlaca umutlu olduğum bir anda kaleme alırken, ömür vefa ederse ilerde Kürd halkına hediye edeceğim anılarımdan bazı notları Kürdistanlı genç kardeşlerimle paylaşmak istedim.

Mensubu olduğum ailenin Kürdistan’ın bağımsızlığı ve Kürd halkının özgürlüğü uğruna o günkü koşullarda birçok insanın imrendiği kendilerine ait tüm zenginlik ve bölge insanları arasındaki saygınlıklarına rağmen, AZADİ örgütünü örgütleyerek başlattığı, Ağrı diriliş ve direniş mücadelesine 1928 yılında katılarak, Kürd halkı adına mücadele eden İhsan Nuri Paşa’nın önder kadrolarında yerlerini almaları ve liderliğini yaptıkları CELALİ (SAKAN) aşiretinin büyük bir kısmını bu direniş mücadelesine katarak, destansı kahramanlıklar yaratmış olmaları ve bu dönem içerisinde kendi ailemizde bu onurlu mücadeleye yüzlerce şehit vermeleri, en önemlisi de bundan 90 yıl önce Kürdistani milli bir bilince sahip olmaları, doğrusu insanın göğsünü kabartacak kadar gurur verici bir olaydır.

1926 yılında XOYBUN (AZADİ) örgütü tarafından başlatılmış olan hareket, bilindiği gibi 1932 yılına kadar, o günün tüm zor koşullarına rağmen fedakârca sürdürülmüş, ancak TC sömürgeci devleti ile İran devletinin anlaşması ve ortaklaşa yaptıkları büyük operasyon sonucu, bunun yanında, dönemin Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği yöneticilerinin kendi devlet çıkarlarını öne alarak, Kürdlere yaptıkları kahpelik ve puştluk sonucunda, on binlerce Kürdün katledilmesi ile son bulmuştur.

Hareketin kırılmasıyla Ağrı dağını terk etmek zorunda kalan ailemiz dedelerim, babam ve amcalarımın da başında bulunduğu Celali (Sakan) aşireti yüzlerce ölü ve yaralısını geride bırakarak, sınırda olan İran’ın Maku ve Urmiye bölgelerindeki akraba ve aşiretin İran tarafındaki köylerine sığınırlar, aradan kısa bir süre geçtikten sonra, dedelerimiz Şêx Abdulkadir ve Şêx Davud İran devleti tarafından Tahran ve Kaşan vilayetlerine siyasi bir statü ile sürgüne gönderilerek mecburi iskana tabi tutulurlar. Kalan aşiret mensupları ise İran’ın birçok bölgesine dağıtılır. Aile büyükleri olan Şêx Abdulkadir ve Şêx Davud İran devletinin tüm tecrit ve izolâsyonuna rağmen, dört parça Kürdistan’daki gelişmeleri günü gününe takip ederek, 1946 yılında Gazi Muhammed’in önderliğinde başlatılan mücadeleye, sürgünde bulundukları illerden gizli yollarla kaçarak katılım sağlarlar.

Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında ve yönetiminde önemli görevler alarak ve bu dönemde de mücadelede bazı şehitler verirler. Mahabad Kürd Cumhuriyetinin yıkılmasından kısa bir süre önce Şêx Abdulkadir ve Şêx Davud dedelerimiz vefat ederken, çocukları olan babam ve amcalarım Cumhuriyetteki görevlerini sürdürürler, Gazi Muhammed ve diğer önderlerin idamından sonra Türkiye’ye dönmeye karar veren aile ve aşiret beşyüzondört hane olarak Türkiye topraklarına girmeye karar verir. Sınırdan içeri giren bu ailelere, TC devletini o dönem yönetenler tarafından siyasi af sözü verildiği halde bu beşyüzondört hane bu seferde devlet tarafından çoğunluğu kayseri ili Ferahiye ilçesine sürgüne gönderilir.

Bu büyük sürgünü olağanüstü zorluklarla ve çilelerle yaşayan aile, TC devleti ile yaptıkları pazarlıklar sonucu üç yıl sonra, tekrar asıl vatanları olan ve aynı zamanda Ağrı direnişinin de merkezi sayılan Bayazıd ilçesinin Örtülü ve etrafındaki on dört köye yerleşirler. Burada yurtsever özelliklerinden dolayı büyük saygı duyduğum, babam Hasan Taysun (Kotan)’dan bahsetmeden geçemeyeceğim, Ağrı direnişi, sürgün yılları ve Mahabad Cumhuriyeti’nde görev yaptığı anılarını paylaşırken, anası dahil kaybettiği iki kardeşini ve iki bacısını anlatırken göz yaşlarını tutamıyordu. Ayrıca hareketin önderlerinden olan Bro Heske Telli ve diğer kahramanları minnet ve şükran ile yâd ediyordu. Bütün bunları anlatırken;  “Oğlum, bizim ailemize iki insanı aynı mezarlıkta defnetmek nasip olmadı, Aydın, Kayseri, Ağrı’dan tut, İran’ın; Tahran, Kaşan, Maku, Urmiye ve Mahabad’da mezarlarımızın olduğunu hiçbir zaman unutma” diyordu.

Bütün bunları dinlerken, tüm acılarımıza ve çektiğimiz çilelere rağmen, bugüne kadar dört nesil Kürd ulusal özgürlük mücadelesinde ödün vermeden bulunmuş olmanın gururunu yaşıyordum.

İnanıyor ve temenni ediyorum ki, çok küçük bir kesitini anlattığım bu mücadeleyi halkımızın yeni, genç ve onurlu bireyleri bilince çıkararak, Kürd Halkının özlemini çektiği özgürlük kavgasını, geçmiş mücadele örneklerine yakışır bir biçimde sürdürürler.

Son söz olarak babamı ve tüm Kürdistan şehitlerini gururla yâd etmek üzere kendisinin gözü yaşlı bir biçimde her zaman bana ve yakınlarımıza söylediği; “Lawo xazila dewleta me Kurdan jî hebaya” deyimiyle bitirmek istiyorum…

Yaşasın Kürd halkı’nın iki yüz yıllık direnişi ve mücadelesi,
Yaşasın Kürdistan!

03/01/2015 – Manisa

www.kovarabir.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder