Sayfalar

2 Temmuz 2013 Salı

HALİL AKSOY: ABDULLAH ÖCALAN BU İŞİN ÇÖZÜMÜNDE EN ETKİLİ AKTÖRDÜR

ART (Ağrı Radyo Televizyonu) ye konuk olan BDP Ağrı milletvekili Halil Aksoy çarpıcı açıklamlar da bulundu. ART Genel Müdürümüz Murat Par’ın konuğu olan Halil Aksoy şunları söyledi;


“Kimisi açılım der kimisi barış süreci der kimisi çözüm süreci der ne denirse densin sonuçta Türkiye’nin yüz yıllık sorunu olan ve demokratik yaşamında birinci sırada yer alan soruna el atılıyor,” diyen BDP Ağrı milletvekili Halil Aksoy sözlerini şöyle sürdürdü, Halil Aksoy,”nedir bu kürt sorununun demokratik barışçıl bir yolla çözülmesi, yıllardır böyle talepler var. Bizim partimizin kuruluş felsefesinde de kürt sorununun barışçıl demokratik yollarla çözülmesi vardır. Partimiz kurulduktan sonrada öncesinde de bir çatışmalı ortam vardı. Bu ortam iç savaş niteliğindeydi genel kurmay başkanının kendi ifadesiyle söyleyeyim alçak yoğunluklu veya düşük yoğunluklu iç savaş tabi sorun iç savaş olunca kirliliklerde artıyor ve yine resmi rakamlara bakılırsa 50 bin civarında insanımız yaşamını yitirdi. Bu insanımızın hepsi gerilla olur ve ya kürt olur bu anlamda söylemiyorum yaşamını kaybeden her insan kanı akan her insanın kanı bizim kanımızdır, bu asker olur bu gerilla olur hiç fark etmez tabi bu kadar kan akmasının karşısında son 35 yılda veya 30 yılda öncesi varmı var öncesi katliamlar var bazılarına başbakan da parmak basıyor ama üzerine gitmiyor. Mesela dersim katliamını CHP’ye yükleyip vurmaya çalışıyor sadece omudur değil Zilan Dersi’ni düşünün Ağrı Dağı isyanını düşünün yani 28 tane isyan var ve bu isyanlarda yüz binlerce insan katledilmiş bunların hepsi bizim insanlarımız öyleyse bunu çözmek lazım ancak bugüne kadar çözümü öldürmekte buldular yani savaş politikaları izlendi Kürtlerin dili inkar edildi. Kürtlere Kürt denilmedi kar kurttan geldikleri söylendi ve bununla ilgili olarak on binlerce insanımız sıkı yönetim mahkemelerinde yargılandı on binlerce insanımız devlet güvenlik mahkemelerinde yargılandı” diyerek sözlerini söyle sürdürdü…

BAŞBAKAN SÜRECİ TANIMADI İNKAR İMHA VE SAVAŞ POLİTİKASI SÜRDÜRDÜ

Halil Aksoy, “Aynı onların devamı olan olağanüstü mahkemeleri sıkı yönetim mahkemelerinin devamı olan özel yetkili mahkemelerde aynı geleneği sürdürüyor kimin döneminde sürdürüyorlar son on bir yıldır AK Partinin yönetiminde sürdürüyorlar yani o gelenek henüz değişmemiş hatta istiklal mahkemelerinin geleneği de değişmemiş bugüne kadar uygulanmak istenen güvenlikçi politikalarla sorunu çözmeye çalışmak ama biz her defasında güvenlikçi politikalarla bu sorun çözülmez bu sorunu çözeceksek oturup konuşarak çözelim biz insanız sonuçta bir birimizin dilinden anlarız oturup konuşalım ve çözelim dedik ama çözmediler aksine zaman zaman bunu şiddetlendirdiler. Bazen yumuşadı mesela OSLO süreci denen bir süreç var o süreçte yumuşadı ölümler durdu veya azaldı birden bire ne olduysa başbakan kalktı bu süreci tanımadı ve süratle bir inkar imha ve savaş politikası sürdürdü. Özelliklede seçimlerden sonra. Öncesinde KCK operasyonu başlamıştı yani sivil demokratik siyaset yapmak isteyen insanların tutuklanması başlamıştı ama seçimle beraber daha da arttı yinede 10 binlerce insan tutuklandı hiç biriside silah dahi yok hepsi benim gibi sözle demokratik yollarla kendisini ispat etmek isteyen insanlar. Bunlardan en az 5 bin tanesini tanıyorum. Ve bunların hepsinin niyetinde Kürt sorunlarının demokratik barışçıl bir yolla çözülmesidir.”

ABDULLAH ÖCALAN BU İŞİN ÇÖZÜMÜNDE EN ETKİLİ AKTÖRDÜR

“Hepsinin görüş ve düşüncesinde bu vardır ancak bu yapılmadı sonuçta katliamlar büyümeye başladı ve nihayet ve Roboski de sivil insanlara havadan bombardıman yapıldı ve nihayetin de o sivil insanlarımızdan 34 kişi bunun 19 çocuk katledildi. Tabi dünyada bunu görüyordu ama bir taraftan da kendisini ifade etme fırsatı bulamayan ve bu nedenle de gerillaya katılan savaşan gençler vardı siz gerillamı dersiniz savaşçımı dersiniz özgürlük savaşçığımı dersiniz ne derseniz deyin sonuçta onlarında bir direnişleri söz konusuydu. Bu direniş öyle bir noktaya geldi ki devlet havadan uçaklar dışında karadan o bölgelere gidemedi dolayısıyla Türkiye’nin veya güvenlikçi politikaların artık tutmayacağı bu işi çözmeyeceği sonuçta anlaşıldı bunun üzerine sayın Abdullah Öcalan başbakana bir mektubu var o mektupta siz bu işi böyle çözemezsiniz Orta doğuda bir sürü olay gelişiyor eğer siz bir politika yapmak istiyorsanız Kürtlerle barışmak zorundasınız. Kürtlerle ilgili demokratik taleplere çözüm getirmelisiniz bunun üzerine başbakanın adamları başta da istihbarat teşkilatından sayın Fidan sayın Öcalan’la görüştü ama o zamana kadar biz hep diyorduk ki gidin bu işin muhatabı odur çünkü barış yapılacaksa savaşan insanlar arasında yapılır. Onu muhatap alacaksınız ama muhatap almak istemiyorlardı. Bunun adını ananları cezaevine atıyorlardı fotoğrafını taşıyanları cezaevine atıyorlardı. Onunla ilgili slogan atanları cezaevine atıyorlardı. Ama sonuçta anlaşıldı ki sayın Abdullah Öcalan bu işin çözümünde en etkili aktördür. Bunu bir sürü köşe yazarları da yazmaya başladı söylemeye başladı. Sonuçta milli istihbaratında önemli kadroları buna ikna oldu. Devlette ikna oldu yani bu isim artık bu işi şekilde götüremeyiz diye derken tabi bu arada sorunun çözümü için demokratik planda bizimde çok ciddi taleplerimiz vardı seçimler sırasında bunu oldukça yüksek sesle dile getirdik. Bütün Kürtler ve Türkiye’deki diğer demokrasi güçleri dört tane ana talepte birleşti. Bu dört ana talep şuanda akil insanları Doğu Güneydoğu dada yedi bölgede de yapmış olduğu çalışmalarda da tam doğrulanmış bulunmaktadır. Bunlardan birisi ana dil sorununun çözülmesidir. İkincisi kimlik sorununun çözülmesidir”



-Karşı çıkan bölgelerde varmış sayın vekilim özellikle Karadeniz?



Halil Aksoy, “Blok karşı çıkmalar yok esas itibarıyla belirleyici olan o bölgelerde bile belirleyici olan budur. Yani % 94 bu ifade hem komisyonun ifadesidir hem başbakanın ifadesidir hem de sayın Öcalan’ın ifadesidir. %99 oranında insan sürecin dikkat edin devamından yanadır ama sürecin devamından yana olan her insanın talebi farklı olabilir ama üzerinde en fazla birleştirilen sorun ana dil sorununun çözülmesidir. Kürt dilinin ana yasal güvenceye kavuşturulması hepsinin de birinci maddesi budur.( Bu konuda sizin görüşünüz ne yani devamlılığını nasıl görüyorsunuz bu sürecin süreç in devamını mı yani içinizde bir umut ışığı var mı umutlu musunuz ?) Biz bu umudu bu güveni kendi düşüncemizden alıyoruz önce tabi bu düşüncenin kaynağı da halkımızdır. Bölge halkının hemen hemen tamamı bu sorunun bu şekilde çözülmesini istiyor devamından yanadır. Geçenlerde Diyarbakır da biz bir konferans yaptık barış ve çözüm konferansı bu barış ve çözüm konferansına katılanlar arasında korucularda vardı aşiret temsilcileri de vardı kanaat önderleri de vardı siyasi partilerde vardı yani bölgede şu veyahut bu şekilde sözü dinlenen ne kadar yapı varsa ne kadar inanç varsa hepsi gelmişlerdi ve onlarla yapmış olduğumuz konferansta temel bir ortaklık temel bir görüş üzerinde mukavata varılan temel görüş yine belirteceğim bu dört olaydı ve bu kadar yüksek derecede halk talebi olduktan sonra bizim ona umutla güvenle bakmamamız için hiçbir neden yok. Ama umutla ve güvenle yürütüle bilmesi için de bu talepleri samimi ve doğru bulanlarında bu taleplerin arkasında durması lazım.”

- Peki sayın vekilim burası çok güzel gitti diyelim yani şuan da gidiyor bu süreç umut ediyoruz ki sonuna kadarda gitsin peki bu sürecin sonunda seçimlerde oy kaybı yaşayacağız düşüncesi sizde oluşuyor mu BDP’ de oluyor mu böyle bir düşünce?



Halil Aksoy, “ Böyle bir düşüncemiz yok. Ama diyelim ki somut olarak böyle bir oy kaybı da yaşanacak ama biz bu ölümlerin durması adına bu oy kaybına dünden razıyız insanlar ölmemelidir. Ama ben inanıyorum ki her insan her vicdanlı insan ölümlerin önüne geçebilmek için kadınlar beyaz yazmalarını erkekler ellerini kaldırmalıdırlar ve bu şekilde bu süreç yürümelidir anlata biliyor muyum biz umudumuzu ve güvencimizi onlardan alıyoruz. Mutlaka bu güvence bu taleplerin insanlarımızın arkasında kalmada gizlidir, eğer biz bu taleplerin arkasında kalmazsak bozabilirler bunu provokasyonlar yapılabilir süreç geri dönerse altında hepimiz kalırız. Bu gemi batarsa hepimiz batarız. Bu nedenle bu gemi batmamalı yürümeli ve hepimizde bu anlamıyla görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz şimdi şunu belirteyim Kürtlerin ana dillerinin anayasal bir güvenceye kavuşturulmasıdır. Bir diğeri yani bu insanlar bir kimliğe sahiptirler. Ve tanrının belki vermiş olduğu bir kimliktir. Dilleriyle beraber bir kimlik oluşmuş Kürt bunlar. Bunlara Kürt demek veya ben Kürdüm demek yasaklanamaz önü kesilemez bunun önü açık tutulmalıdır. İkincisi bu yani kimlik sorunu Kürt halkının kimlik sorunu. Üçüncüsü ise mademki Kürt’üz bir ismimiz olmalı bulunduğumuz yerde bir ismimiz olmalı bakın Osmanlı döneminde bir isim veriyorlardı bölgeye hiç kimse kusura bakmasın Osmanlılar mesela buraya Kürdistan diyorlardı Kürdistan eyaleti diyorlardı Selçuklular döneminde bile Kürdistan eyaleti deniyor peki Atatürk dönemine bakalım ilk Türkiye Büyük Millet Meclisinin anayasası 1921 anayasası varsa bilgisayarda tıklayın hemen açın orada da diyor ki muhtar bölgeler özerk bölgeler”.

BU NEDİR BUNUN ADI DEMOKRATİK ÖZERTLİKTİR

“Yani Kürtlere tanınacak olan statünün temelleri Türkiye’nin tarihinde var. İnsanlarımızın tarihinde var. Bunlardan birisini Kürt coğrafyasında yaşamakta olan insanlara vermek kıyameti koparmaz bu ülkede bölünmez. O nedenle bu insanların mutlaka üçüncü talepleri olan sıtadü hakkının da bu anlamda verilmesi gerekiyor. Peki sıtadü hakkıyla beraber ne düşünülür bu insanlar hem bulundukları yerde kendi kendilerini yönetmelidirler hem de metropoldeki yerlerde de mutlaka yönetimlere katılmalıdırlar. Bu nedir bunun adı bunun adı demokratik özertliktir. Bakın kimse yanlış anlamamalı mesela muhtariyet özertlik anlamındadır. Muhtariyet eski Osmanlıcadan gelme özertlik anlamındadır. Şimdi biz demokratik özertlik derken bakıyorsunuz bir bakan kalkıp şunu söylüyor diyor, ” vallahi biz demokratik özetliğin ne olduğunu anlayamadık” bu inkarın bir şeklidir böyle olmaz. O nedenle bu talepte arkasında durulması gereken bir taleptir ve bunun için Türkiye’nin idari yapısında reform gerekiyor. Avrupa da bunu istiyor dünya da bunu istiyor. Ama biz bu sistemle de zaten yürüyemiyoruz yani aşırı merkeziyetçi devlet yapısıyla bu iç yürümüyor yani bizim mahallemizdeki çeşmemizin yapılmasının başbakanın emrine bağlı olması doğru bir şey değil. Bizim mahallemize çeşme yapılacaksa çeşme halkı kendi arasında karar verip o çeşmeyi yaptırmalıdırlar ve bunun finansmanı da doğrudan doğruya yerel yönetimde pat diye çıkmalıdır. Dünyanın bir çok yerinde öyledir bak ben şeye misafirliğe gittim Danimarka’ya, kardeşimin evine gittim şimdi kardeşim ‘benim misafirim geliyor benim onu ağırlıya bilmem için paraya ihtiyacım var bana 2000 Euro para ver’ dedi yerel bankaya. Yerel banka ben ordayken “gelmiş mi misafirin” ‘ geldi’ dediler,”hoş geldin” dediler, 2000 Euro’yu verdiler çıkıp gittiler bir saat içerisinde. Benim burada söylemek istediğim bu biz bu işleri bürokrasiye bağlarsak işte bir çeşmenin yapımını bir hükümete bırakırsak olmaz bizim dediğimiz budur. Kendi kendimizi yönetme iradesini geliştirmemiz lazım. Artık temsili değil doğrudan yönetim gerekir. Ve mesela şu olmalıdır ben iş yapamıyorsam bir milletvekili olarak bana oy verenler diyebilmelidir, “ ya sen iş yapamıyorsun dön gel.” İmza kampanyası açıp beni geri çağıra bilmelidirler, bende lütfedip geri gelmeliyim bürokrasi budur. Şuna emin olun biz yıllarca demokrasiden yararlandırılmaya yararlandırılmaya, demokrasiyi en iyi öğrenen bir halkız. Onun içinde eğer biz yönetirsek hiçbir ayrıcalık gütmeyiz. Eğer bir özgürlük alanı açılırsa biz kendimizle beraber tüm bölge halklarını özgürleştireceğiz, özgürleştirmeliyiz. Kürt, Azeri, Türk Fars, Arap, Ermeni, Yahudi, Süryani kim varsa eşit ve insanca yaşayacağız. İnançlar açısından da öyle herkes dinini özgürce yaşamalı, özgürce yaşamalı dır” dedi.

Haber: Filiz Demir/ ART

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder