16 Mayıs 2015 Cumartesi

Ağrı İsyanı ve Kürt Kahramanlığı



    Ağrı isyanının kıvılcımını çakan kişi, Celalî aşiretinin Hesesorî koluna mensup bir aileden gelen Broyê Heskê Telî’dir.


İsyanın doğuşu

Ağrı isyanının kıvılcımını çakan kişi, Celalî aşiretinin Hesesorî koluna mensup bir aileden gelen Broyê Heskê Telî’dir.

Broyê Heskê Telî, Birinci Dünya Savaşında Ruslara karşı, Osmanlıların yanında yer aldı. Ayrıca Ermeni soykırımıyla sonuçlanan süreçte de Osmanlıyla birlikte hareket etti. Bu süreçlerde, Osmanlı devleti adına önemli işler yapan Bro, Birinci Dünya Savaşından sonra kurulan Türkiye cumhuriyeti ile de iyi ilişkilerini sürdürdü.



1925’te Şeyh Sait isyanı başarısızlıkla sonuçlanınca, Türk birliklerinin elinden kurtulmayı başaran isyancı Kürtler, Ağrı ve Dersim çevresi başta olmak üzere Kürdistan’ın değişik bölgelerine sığındılar. Ağrı ve Dersim, hem arazi koşullarının gizlenmeye elverişli olması hem de bu bölgelerde Kürtlerin devlete karşı olan duruşları nedeniyle diğer bölgelere oranla daha güvenlikliydi. İsyancı Kürtlerin, bu bölgelere gitmeyi tercih etmesinin nedeni buydu.

Türk devletinin saldırılarından kaçıp bölgeye gelen Kürtler genelde olumlu karşılandılar ve bölgedeki aşiretler tarafından korundular. Ancak bu durum her aşiret için geçerli değildi. Bazı Kürt aşiretleri ya da aşiretli olmayan Kürtlerden bazıları: İsyancıları ihbar etme, yakalayıp Türklere teslim etme veya bizzat öldürme gibi olumsuz yaklaşımlar içine girdiler.

Broyê Heskê Telî de, bu süreçte isyancılara karşı olumsuz tutum içinde olan Kürtlerden biriydi. İsyancıların peşine düşmüş ve onları yakalayıp Türklere teslim etmek için oldukça önemli çabalar göstermiş bu sayede Türk devletiyle ilişkilerini daha da geliştirmişti.

Ancak ne Birinci Dünya Savaşında oynadığı rol, ne Ermeniler karşısında gösterdiği yararlılık ne de Şeyh Sait isyanına katılan Kürtleri yakalamak için gösterdiği çaba Broyê Heskê Telî’yi kurtarmaya yetmedi. Şeyh Sait isyanından sonra, Kürt ileri gelenlerini Kürdistan’dan sürgün etme kararı Ağrı’ya kadar ulaştı. Broyê Heskê Telî'de sürgün kararı çıkan Kürtler arasından yer alıyordu.

1926 yılının baharında, Bro’ya yönelik sürgün kararı, jandarmalar tarafından uygulanmak istendi. Bro, bu kararı tanımadığını belirterek kendisini sürgün etmeye gelen jandarmalarla çatışmaya girdi. Ardından dağa çıkarak Ağrı isyanını başlattı.

İsyanın büyüyebileceği endişesine kapılan Türk yetkililer, Bro ile anlaşmak için görüşme talebinde bulundular. Helas köyünde yapılan görüşmelerden bir sonuç çıkmayınca Türk ordusu saldırıya geçti. Ancak Broyê Heskê Telî ve yanındaki Kürt savaşçılar, yaptıkları plan ve saldırılarla Türk birliklerini yenmeyi başardılar. Ağır kayıp vererek geri çekilmek zorunda kalan Türk ordusunun yenilgisini gören halk Bro’nun etrafında toplanmaya başladı.

Şemkan aşireti reisi Temîre Şemkî ve kardeşi Çerxo, Sakan aşireti reisi Şeyh Abdulkadir ve çevresindekiler, sürgünde bulundukları İzmir’den kaçarak Bro’nun yanına geldiler ve isyana katıldılar.

Güçlenmeye başlayan Bro önderliğindeki isyan güçleri, Ağrı merkezini ele geçirmek amacıyla bir saldırı düzenledi. Ancak içerdeki Kürtler destek vermeyince, bu girişim başarısızlıkla sonuçlandı. Ağrı, stratejik önemdeydi. Eğer merkez ele geçirilebilirse diğer bölgelerle iletişim sağlama, silah ve cephane temin etme, araziye hakimiyet gibi hususlarda önemli avantajlar sağlayacaktı. Ancak bunda başarılı olunamadı.

Osmanlı döneminde Ağrı, Beyazıt sancağı içinde yer alan küçük bir yerleşim birimiydi. Ağrı’nın daha önceki adı Şarbulak'tı. Daha sonraki süreçlerde, Ermenilerin yaptırdığı kara taşlı kiliseden dolayı Karakilise adını aldı. Cumhuriyet döneminde adı Karaköse olarak değiştirildi. Ağrı isyanından sonra ise önce il yapıldı sonra “Ağrı” adını aldı.

Ağrı yüzyıllar boyunca İran-Osmanlı ve Rusların savaşlarına, yine tüm bu güçlerle Kürtlerin çatışmalarına, 1890-1920 arasındaki süreçte ise binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan Ermeni halkının tasfiyesine tanık olmuş bir bölgeydi.

Böylesi bir coğrafyada yaşayan Kürtler, saldırılara karşı dayanabilmek için, güçlü aşiret birlikleri oluşturmuşlardı. Celalî, Haydaran gibi nüfusu yüz binleri bulan konfederasyon veya aşiret birlikleri sayesinde öz savunmalarını yapabiliyorlardı. Böylesi bir güç yoğunlaşması gerçekleşmese, böylesi bir alanda yaşamaları söz konusu olamazdı.

KÜRT SOYKIRIM PLANI


Şeyh Sait isyanından sonra yürürlüğe konulan Şark Islahat Planı ile başlatılan Kürt soykırımı bir adım daha ileri taşınmış, bu plan gereği Kürt ileri gelenlerinin sürgün edilmesi uygulanması başlatılmıştı. Sonraki yıllarda yenilenen sürgün yasalarıyla bu soykırım yöntemi devam ettirildi.

1926 yılında, bazı Kürt ileri gelenlerin sürgün edilmesi kararı alınmış ve bu karar birçok bölgede isyanların çıkmasına neden olmuştu. 1927 yılında da ayni içerikte, yeni bir karar alındı. 1927 yılında çıkarılan sürgün yasası ile Kürdistan’da etkin olan 1400 ailenin sürgün kararı alındı. Sürgün kararı çıkan ve sürgün edilenler arasında Said-i Nursi de yer alıyordu. Van müftüsü Şeyh Masum Efendi, Şeyh Fehîmê Arvasi gibi tanınmış isimler de vardı. Bunlar arasında bulunan ve üzerinde durulması gereken bir kişi de Kör Hüseyin Paşadır.

Sultan Abdülhamit döneminde, Sultan’la iyi ilişkiler kurup, 8 tane Hamidiye Alayı oluşturan (bu yaklaşık on bin aşiret savaşçısı demektir) Birinci Dünya Savaşında ve daha sonra da Ermeni soykırım sürecinde Osmanlı yanında rol oynayan Kör Hüseyin Paşa’ya ilişkin olarak en çarpıcı değerlendirmeyi yapan yine bir Türk’tür. Ünlü Türk tarihçisi Cemal Kutay, bir televizyon programında ”Doğu Anadolu’yu Rus ve Ermenilerden Kazım Karabekir Paşa değil, Kör Hüseyin Paşa kurtardı" demiştir.

Birinci Dünya Savaşı, Ermeni soykırımı ve daha sonra da Kurtuluş Savaşı sürecinde önemli rol oynayan Kör Hüseyin Paşa da, Kürt olduğu ve Kürdistan’daki herhangi bir devlet karşıtı faaliyete katılabileceği varsayılarak sürgüne gönderildi. Kör Hüseyin Paşa’nın, Şeyh Sait isyanındaki rolünü de yeniden hatırlamak gerekiyor. Bütün bunlar, yeni Türk devleti için bir şey ifade etmiyordu. Zamanında, lazım olduğu durumlarda kendilerinden yararlanılmış, işleri bittiğinde ise ya Kör Hüseyin Paşa gibi sürgüne gönderilmiş ya da Hasan Hayri gibi idam edilmişlerdi.

Sürgün edilen aileler Erzurum, Bayburt, Trabzon, İstanbul ve İzmir güzergahından götürülüp, Ege’nin çeşitli bölgelerine dağıtıldılar. Bu aileler yan yana ve birbirlerine yakın olan bölgelere yerleştirilmiyorlardı. Her biri farklı bir yere dağıtılıyordu. Hüseyin Paşa’nın ailesinin dağıtıldığı yerleri belirtirsek, adı geçen 1400 ailenin de nasıl dağıtıldığını izah etmiş oluruz: Kör Hüseyin Paşa Antalya’ya, oğlu Nadir Bey Kayseri’ye, oğlu Salih Bey Balıkesir’e, oğulları Abdullah, Arif ve Haydar Beyler Konya’ya ve oğlu Mehmet Bey Manisa’ya sürgün edilmişti. Tabi bu oğullardan her birinin kendi aileleri de vardı.

AĞRI’DA TOPLANMA BAŞLIYOR

Sürgün edilen aileler, genellikle varlıklı Kürt aileleriydi ve yüzyıllardır biriktirmiş oldukları bir servetleri vardı. Bu ailelerin sürgün kararı çıkınca, ailelere ait olan mallar açık artırmayla satıldı. Bir kısmının paralarına devletçe el konuldu, bir kısmının paraları ise sahibine verildi. Aileler de ellerine ne geçti ise alıp, sürgün yollarına düştüler.

Her biri, Türkiye’nin farklı bir bölgesine dağıtılan Kör Hüseyin Paşa ve çocukları, dostlarının da yardımıyla, gizli bir plan yaptı ve kaçmak için harekete geçtiler.

Kör Hüseyin Paşa, oğulları Mehmet, Abdullah, Yusuf, Arif ve Nadir, torunu Süleyman, yeğeni Ehmedê Zêro Xatunê ve Hayti aşiret reisi Hacı Musa Bey, ailelerini arkalarında bırakarak Suriye’ye firar ettiler. Burada Xoybun Cemiyeti’ne üye olan Kürt ileri gelenleri ve Kamuran Bedirxan gibi Kürt liderleriyle görüştüler. Ardından hiç zaman kaybetmeden, yollarına devam ettiler. Amaç: Ağrı’daki isyana katılmak üzere, Suriye’den Irak’a, oradan da İran üzerinden Ağrı’ya geçmekti.

Hüseyin Paşa, oğlu Abdullah ve torunu Ahmet Irak’a geçtiler. Çeşitli engeller çıktığı için İran’a geçemediler ve birkaç gün oyalanmak durumuna kaldılar. O günlerdeki sıkıntıların aşılması için girişimlerde bulunurlarken, Hüseyin Paşa’nın yakın akrabası olan Hacı Musa Bey’in oğlu Medeni, Namaz üstündeyken Kör Hüseyin Paşa'yı vurarak öldürdü. Aynı anda, deredeki suda yıkanan Abdullah ve Ahmet'de öldürüldü.

Medeni kaçıp, Türklere teslim oldu. Bu, önceden hazırlanmış bir plandı. Kör Hüseyin Paşa’nın firar ederek Suriye’ye geçtiğini ve oradan da Irak üzerinden İran’a geçeceğini öğrenen Türk devleti, Hacı Musa’nın kardeşi Nuh’u suçlarını affetmek vaadiyle bu plana razı etmişti. Nuh, ise Mendeni’yi ayarlamış ve bu cinayetleri işletmişti.

Hüseyin Paşa’nın oğulları Yusuf, Arif ve Süleyman ise aylar süren bir yolculuktan soran Süphan dağına ulaştılar. Hüseyin Paşa, yolla çıktıkları zaman, tedbir olması amacıyla kendisine, çocuklarına ve torunlarına farklı güzergahlar belirlemişti. Yusuf, Arif ve Süleyman farklı bir yol izleyerek Süphan'a ulaşmışlardı. Ancak ihanet, burada da yakalarını bırakmadı. Şeyh Toho ve Mamê Hamze gibi Kürtlerin öncülük ettiği yerel “milis” müfrezelerinin takibi sonucunda, saklandıkları mağaralar deşifre edilen Yusuf, Arif ve Süleyman, kendilerine yardım eden Gefoyê Hamdikî ile birlikte öldürüldüler.

Akıllara durgunluk veren bu ihanet örnekleri, sadece bazı ölümlere yol açmadı. Kör Hüseyin Paşa’nın öldürülmesi, Ağrı isyanına çok önemli katkılar sunabilecek olan, hatta isyan bölgesine ulaşması durumunda büyük ihtimalle isyanın önderlik görevini üstlenecek olan büyük bir şahsiyetin yitirilmesi anlamına geliyordu. Yine, Kör Hüseyin Paşa’nın öldürülmesiyle, Ağrı isyanına güç verecek birçok aşiretin destek sunması engellenmiş oluyordu. Çünkü Kör Hüseyin Paşa’nın bu aşiretler üzerindeki etkisi, devletin etkisinden çok daha fazlaydı. Ayrıca, Paşa’nın ve çocuklarının öldürülmesi, pek çok aşiretin korkmasına ve devlet yanında yer almalarına neden olmuştur. Osmanlı ordusundaki kırk senelik askerlik hayatında binlerce kişilik orduları yönetmiş, I. Dünya savaşı, Rus savaşı ve Ermeni soykırım sürecini yaşamış, Tuğgeneralliğe kadar yükselmiş biri olan Kör Hüseyin Paşa’nın daha isyana katılmadan öldürülmesi Kürtler açısından büyük bir kayıp, Türk devleti açısından ise hiç masrafı olmayan büyük bir başarı olmuştur.

Hüseyin Paşa’nın oğulları Mehmet ve Nadir ise Suriye’den yürüyerek yola çıktılar. Büyük badireler atlattıktan sonra Ağrı’ya ulaştılar ve Ağrı isyanında önemli roller oynadılar.

Bu olayların yaşandığı süreçlerde, Broyê Heskê Telî'nin başlattığı isyan gittikçe yayılmış ve çatışmaların şiddeti artmıştı. 15 Haziran 1926’da, 9. Tümen'e bağlı askerlerin harekete geçti, 16 Haziran’da çatışmalar başladı. Daha önceki isyanlardan farklı olarak gerilla taktiği uygulayan Bro, hızlı birliklerle Türk ordu güçlerine ani darbeler vurarak geri çekiliyor ve böylece çok az kayıp vererek, önemli bir savaş yürütüyordu. Türk ordusu, darbe yediği her saldırıdan sonra daha büyük güçlerle Ağrı’ya yöneliyordu. Saldırılar yoğunlaşıp, darbe yeme olasılığı artınca Bro ve güçleri sınırı geçerek İran denetimindeki Doğu Kürdistan topraklarına geçiyorlardı. Böylece isyan güçleri her geçen gün daha da büyüyordu.

25 Ağustos 1927’de, Genelkurmay Başkanlığı, Ağrı’ya yönelik yeni bir harekat için emir verdi. İran devleti ile sınırdaki geçişler konusunda görüşmeler yapılması yönünde siyasi bir karar da alındı. İsyan güçlerinin çatışmalar sırasında İran’a geçmelerini engellemek yine kara ve hava birliklerinin yapacağı saldırılarla isyan güçlerini imha etmek amaçlanıyordu.

Hazırlıkların tamamlanmasından sonra 8 Eylül 1927’de operasyon başlatıldı. İlk birkaç günde herhangi bir çatışma olmadı. Bro ve güçleri, Türk devletinin istediği yerde ve zamanda değil, kendi istedikleri yerde ve zamanda çatışmaya girme taktiğini uyguluyorlardı.

Türk birlikleri, çatışmaların gidişatını değiştirecek bazı hamleler yaptı. Savaş uçakları gelip sivil-savaşçı ayrımı yapmadan bölgedeki halkın üzerine bomba yağdırmaya başladı. Bu saldırıların amacı, isyana destek veren halkın edebildikleri kadarını imha etmek kalanları da yıldırmaktı. Bunun yanında, isyan güçlerini tahrik etmek ve çatışmaya çekmek de amaçlanıyordu.

Kürtler bu oyuna fazla gelmediler ve çatışmaları sürdürecek savaşçı yapısını büyük oranda korudular. Ancak, Türk birliklerinin sıkıştırdığı bazı aşiretler İran’a geçmek için yola koyulunca, alınan istihbarata göre konumlanan Türk ordu birliklerin pususuna düştüler. Yaklaşık 150 Kürt, bu çatışmalarda yaşamını yitirdi.

Bro ve isyan güçlerini tümden imha etmek amacıyla başlatılan operasyon, istediği amaca ulaşmadan sona erdi. Çok ciddi kayıplar vermeden bu büyük saldırıyı atlatan Kürtler, büyük bir moral üstünlük yakaladılar ve bu moral üstünlükle Türk ordu birliklerine pek çok saldırı düzenlediler. Bazı bölgelerde kendi denetimlerini kurdular ve denetimlerindeki alanlarda Ağrı Kürt Cumhuriyetini ilan ederek Kürdistan bayrağını çektiler.

XOYBUN CEMİYETİ MÜDAHİL OLUYOR

Şeyh Sait isyanının yenilgi ile sonuçlanmasından sonra, dağınık halde bulunan Kürt hareketinin ve kadrolarının yeniden örgütlenmesi gereği, Kürt aydınları ve bazı Kürt şahsiyetleri arasında yoğun olarak tartışılıyordu. Özellikle, isyan sonrasında Rojava'ya kaçmayı başaran ve burayı kendileri için üslenme alanı olarak belirleyen Kürtler, Kuzeydeki mücadeleyi buradan takip ediyor ve destek olmak için çaba gösteriyorlardı. Yeni bir mücadelenin şart olduğu ve mücadele enerjisinin belirli bir alanda toplanarak yoğunlaştırılması gereği, birçok Kürt ileri geleni tarafından savunuluyordu. Ancak pratik olarak, bu düşüncenin öncülüğünü Mamduh Selim Bey yaptı.

O dönemde, Kürt ulusalcılığının öncülerinden biri olan Memduh Selim Bey; Dr. Mehmet (Şükrü) Sekban, İhsan Nurî, Şeyh Sait’in oğlu Ali Rıza, Berazî aşiret reisi Mustafa Bey, o sıralarda Paris’te bulunan Şerif Paşa, Mısır’da bulunan Celadet ve Kamuran Bedirxan gibi pek çok ileri gelen Kürt şahsiyeti ile görüşerek, kurulacak olan örgüt konusunda onay ve desteklerini istedi.

Kürdistan Teali Cemiyeti, Kürt Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti, Kürt Millet Fırkası ve Mısır’da bulunan Kürt İstiklal Komitesi gibi örgütlerle görüşmeler yapıldı ve bu örgütlere, Xoybun çatısı altında birleşme teklifi yapıldı.

Bütün bu görüşmeler sonuç verdi ve Eylül 1927’de, Lübnan’daki Bihamdun’da toplantılar başladı. Bir kongre olarak örgütlenmiş olan bu toplantıların başlangıç tarihi, aynı zamanda Hoybun Cemiyetinin kuruluş tarihi olarak da kabul edilir (5 Eylül 1927) Hoybun’un ilk lideri Celadet Bedirhan Bey’dir ve örgütün ilk çalışmaları Lübnan’da planlanıp-yürütülmüştür.

Kürtler arasında güçlü bir sinerji yaratan Xoybun örgütlenmesi, kısa sürede Şam, Beyrut ve Hasekê gibi yerlerde gelişme gösterdi. Çalışma tarzını, illegal örgüt yapısına göre belirlemiş olmasına rağmen kısa süre içinde önemli sayılabilecek bir güç ortaya çıkardı.

Ortaya çıktığı süreç ve Kürdistan toplumunun genel özellikleri dikkate alındığında, ileri ve önemli bir örgüt olan Hoybun örgütünün belirlemiş olduğu Tüzük’ün ilk beş maddesi hem Hoybun cemiyetini anlamak hem de Ağrı isyanını kavramak açısından oldukça önemlidir.

"1-1927 senesi Eylül ayının beşinci günü toplanan Birinci Kürt kongresinin kararıyla ve Hoybun adıyla, ulusal bir Kürt örgütü kurulmuştur.

2- Örgütün amacı, Türkiye boyunduruğu altındaki Kürdistan ve Kürtlerin kurtuluşu ve doğal ve ulusal sınırları içerisinde bağımsız bir Kürdistan devleti kurmaktır.

3-Bu amaca ulaşabilmek için örgüt, tüm Kürtleri etrafında toplayacak, karşılıklı çıkarlar çerçevesinde her türlü unsurla ilişkiye geçecektir.

4-Kürt ulusal andını ve bu tüzüğün gereklerini kabul eden ve yerine getiren her Kürt, Hoybun örgütüne girebilir. Her fert, örgüte giriş esnasında bir giriş ücreti verecek ve aylık bir taahhütte bulunacaktır.

5-Örgüte girecek olan her kişi, görevli bir heyet huzurunda, belirlenmiş olan yemini okumak zorundadır"

Tüzüğün beşinci maddesine göre, Kürt ulusal çıkarlarını korumayı ve geliştirmeyi esas alan bir yemin metni yazılmıştır. Bunun dışında da, her üyenin kardeşlik andını okuması zorunluluğu vardı. Bu önlem sembolikti, fakat aşiret kimliğinin aşılarak ulusal kimliğin güçlendirilmesi ve ulusal bilincin geliştirilmesi anlamında önemli bir düzeyi ve tedbiri ifade ediyordu.

Kuruluş kongresinden sonra biri tüm kamuoyuna, diğeri de Sosyalist Enternasyonal’e olmak üzere iki bildiri yayınlandı. Bildirilerde, Hoybun’un kuruluş amacı özetlendikten sonra, Türk sömürgeciliğinden kurtulma için uluslararası camianın desteği isteniyordu. Ayrıca, Türkiye’den kopan Kürt mültecileri kabul ettikleri için Fransa, Suriye, İngiltere, İran ve Irak hükümetlerine teşekkür ediliyordu.

Örgütsel yapılanmasını ve çizgisini oluşturan Hoybun cemiyeti, pratik olarak da bazı çalışmalar yapmak üzere harekete geçti.

Ağrı isyanı ve Hoybun cemiyeti, çok iç içe olgular olduğu için pek ayrı tutulamazlar. Ancak Ağrı’daki isyan, Hoybun’un kuruluşundan öncesine dayanır. Hoybun örgütü kurulur kurulmaz, tüm gücünü Ağrı isyanının geliştirilmesi ve güçlendirilmesi çalışmalarına vermiştir. İsyanı sürdüren Kürtlerle ilişki kuran Hoybun, isyanın önderliğini üstlenme konusunda isyancıları ikna etmiş ve örgütçü yönü gelişkin olan yine Türk ordusundaki subaylığından ve katıldığı isyanlardan dolayı büyük tecrübeye sahip olan İhsan Nuri Paşa’yı askeri komutan olarak Ağrı’ya göndermiştir.

Ağrı’daki isyanı başlatan ve liderliğini sürdüren Broyê Heskê Telî, İhsan Nuri geldikten sonra, önderlik görevlerini bir bütün olarak Hoybun’a devretmiş ve kendisine verilen görevlere göre hareket etmiştir. Bu Kürt tarihinde istisnai bir durumdur. Ağrı isyanına kadar gerçekleşen Kürt isyanları içinde bu tarz bir davranışa rastlanmaz. Aşiret gerçeği, Kürt egemenlerinin zihniyet yapısı, bu tarz fedakarlıkları kaldırmaz. Ama Broyê Heskê Telî, bu yaklaşımı büyük bir mütevazilik ve yüreklilikle göstermiştir.

Kuruluşundaki bildirgeden de anlaşılacağı gibi, Hoybun örgütü devrimci bir örgüttü. Örgütün önderleri de, diğer Kürt isyanlarındaki önderliklere göre çok daha yetkin ve daha ilerici bir karaktere sahipti.

Türkiye’yi sömürgeci bir güç olarak tanımlayan Hoybun örgütü, ideolojik ve örgütsel çalışmalarını bu eksende yürütüyor ve dünyanın çeşitli yerlerindeki (özellikle Latin Amerika’daki) gerilla mücadelelerini esin kaynağı olarak alıyordu. Aşiretçiliği, yerelliği ve şahısların egemenliğini aşmak isteyen Hoybun örgütü, çalışmalarını da buna göre yürütüyordu. Ağrı dağına çekilmiş olan Kürdistan Bayrağını ulusal bir sembol olarak Kürtlere kabul ettiren Hoybun, basın-yayın faaliyetlerine de önem veriyordu. Birçok gelişme karşısında bildiri ve broşürler yayınlayarak ideolojik faaliyeti güçlü tutmaya yine Türk devletinin yaptığı propaganda ve politikaları boşa çıkarmaya önem veriyordu. Kürt kadınlarını hem isyana hem sosyal ve siyasal yaşama katmaya çalışıyordu. Pek çok kadronun yer aldığı güçlü bir örgütsel yapılama ile çalışmalarını yürüten Hoybun örgütü, Kürt ulusal bilincinin gelişmesini ve Ağrı’daki isyanın da yayılmasını sağlıyordu.

Türkiye, İran ve Sovyetler Birliği'nin sınırlarının kesiştiği noktada gerçekleşen Ağrı isyanı, bölgenin stratejik konumu nedeniyle, Türkiye açısından stratejik düzeyde bir tehlike yaratıyor buda Ankara hükümetini zorluyordu. Ayaklanmanın taşıdığı stratejik önem dolayısıyla, Türk devleti, ciddi önlemler almak durumunda kaldığını görüyordu. Bu temelde isyanın bastırılması için kapsamlı planlamalar yapıldı.

Bu doğrultuda: İran’a ve Sovyetler Birliği’ne işbirliği çağrısı yapıldı. Ayaklanmayı bastırmak için yapılacak olan masrafı karşılamak üzere borçlanma planları–girişimleri gerçekleştirildi. Sovyetler Birliği ve İran devletleri, elde edecekleri çıkar karşılığında, ayaklanmanın bastırılması konusunda, yardım edeceklerine dair Türk devletine taahhütlerde bulundular ve daha sonraki süreçte Türk devletine çok önemli yardımlarda bulundular.

Ağrı Ayaklanması, Türk devleti için öylesine korkutucu olmuştur ki, M. Kemal, Newyork Times gazetesine verdiği demeçte, “Bu Kürt savaşının fazla sürmesi halinde kendisinin bizzat Kürdistan’a gidip ayaklanmayı bastıracağını" belirtmiştir. Yine Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, bölgeye özel geziler düzenleyerek ayaklanma hakkında ayrıntılı bilgiler edinmeye ve bu bilgilere dayanarak ayrıntılı planlamalar yapmaya çalışmış, raporlar hazırlayıp M. Kemal’e sunmuştur.

Kapsamlı siyasi, diplomatik, ekonomik ve askeri tedbirler alan Türk hükümeti, Kürtler arasında parçalanmaya yol açması için psikolojik-hukuki tedbirleri de devreye koydu. 9 Mayıs 1928’de, Genel Af yasası çıkarıldı. Bu yasa ile isyancıların bir kısmının teslim olması, teslim olanlardan isyan konumlanması-silahlar-ilişkiler vb. hakkında bilgi alınması hedefleniyordu. Eğer bu yasa başarılı olursa, daha önceden her türlü hazırlığı yapmış olan askeri birlikler ile saldırıya geçilecek ve sayıları azalan, moralleri bozulan Kürt isyancılar imha edilecekti. Genel Af yasası bu amaçla bir psikolojik harekat olarak gündeme getirilmişti.

Hoybun örgütü, Türk devletinin bu niyetini anladı ve karşı atağa geçti. Propaganda çalışmalarıyla, bildiri ve broşürler yayınlayarak halka durumu izah etmeye çalıştı ve Türk devletinin oyununa gelinmemesini istedi.

İSYAN ÖNDERLERİNİ SATIN ALMA ÇABALARI

Türk devleti, isyan güçlerinin teslim olması için girişimlerini sürdürürken, aynı zamanda isyanın önderleriyle de ilişki kurmak istiyordu. Bu amaçla, yetkili bir heyet oluşturuldu ve Ağrı’ya gönderildi. 1928 yılının mayıs ayında Şeyhli Köprüsü çevresinde gerçekleşen görüşmede Ankara’dan gelen 12 milletvekili ile bölgedeki askeri ve sivil erkandan oluşan kalabalık bir heyet hazır bulundu. Kürt tarafını temsilen İhsan Nuri, Broye Heskê Telî ve Ferzende’den oluşan siyasi delegasyon ile 60 civarında savaşçı katıldı. Görüşmede devlet tarafı İhsan Nuri ve arkadaşlarına; silahlı mücadeleye son vermesi durumunda önemli ekonomik ve sosyal görevler vaat ederken; Kürtler adına söz alan İhsan Nuri’de devlet güçlerinin Kürdistan’dan çekilmesini şart koştu ve Türk devletinin Kürdistan’ın bağımsızlığını tanımasını istedi. Muhatap olarak da Hoybun örgütünü işaret etti.

Uzlaşmaz taleplerin dile getirildiği görüşmelerden herhangi bir sonuç çıkmayınca, Doğu illeri Birinci umum müfettişi İbrahim Tali (Öngören) ve Van valisinin yazdığı mektup ile yeni bir öneride bulunuldu; İhsan Nuri’ye kolordu komutanlığı rütbesi, istediği bir ülkede büyükelçilik ve büyük miktarda para önerildi. İhsan Nuri Paşa, bu mektuba yanıt verdi ve görüşmeler sırasında dile getirmiş olduğu talepleri yineledi.

Türk devleti, sadece İhsan Nuri ile değil, diğer isyan önderleri ile de ilişki kurmak, onları mücadelelerinden vazgeçirmek istiyordu. Bunu başarabilirse, direniş cephesini bozmuş olacaktı. Böylece öncüleri teslim alınan Kürtlerin kendi davalarına olan inancı büyük darbe yiyecekti. Çünkü halk ”Öncülerimiz para-pul, mevki için bizi bıraktı, demek ki, mesele ülke meselesi değil bireysel çıkar meselesiymiş…” diye yaklaşacaktı.

Türk devletinin ilişki kurduğu isyan önderlerinden biri de Broyê Heskê Telî’ydi. Bro, kendisine gönderilen mektuba şu cevabı veriyordu;

“Beyazıt Valisi Süreyya Bey,

1360 No ve 28. 2. 28 tarihli mektubunuza cevap veriyorum. Mektubunuzu zevkle okudum. Mektubunuz, bizim teslimiyetimizi kabul ettiğinizi bildiriyor. Oysaki biz, hiçbir resmi makama teslim olmak isteğimizi ya da boyun eğdiğimizi söylemedik. Eğer gerçekten bir af varsa, bu genel olmak ve uygar çağımızın yasalarına uygun olmak zorundadır. Eğer hükümet, Af’la cahil insanları aldatmayı amaçlıyorsa bu başka bir sorundur. Demek ki, bizim gibi insanlara bu tür bir şeyi istemeniz gerekmez. Çünkü biz, yeterince tecrübe sahibi, dünyayı gören, tanıyan insanlarız. Türk hükümeti bunu kabul etmek zorundadır. Eğer siz uygarlığa, çağımıza, ırkımıza ve dinimize uygun olarak bir genel af çıkartırsanız onu zevkle kabul ederiz. Ama eğer bu önlemlerle, halen vahşi gözüyle gördüğünüz insanları kastediyorsanız, aldatılacak hiç kimseyi bulamazsınız. Ancak bütün sürgünler yurtlarına döndükten sonra bizim de dönüşümüz söz konusu olabilir…”*

ÇATIŞMALAR YOĞUNLAŞIYOR

Türk ordusu bu yöntemiyle fazla bir sonuç alamadı. Arkasından da operasyonlar ve çatışmalar dalga, dalga yayıldı. Türk ordusu, yapmış olduğu saldırılarda, çok acımasız davranıyordu. Mesela, Muş’lu Şeyh Rıza yakalanınca diri, diri tandıra atılmıştı. Benzer örnekler, isyan boyunca artarak yaşanacaktı.

Çatışmalarda isyan güçlerinin önemli başarılar elde ettikleri dönemler oldu. "Kurtarılmış bölge ve alanlar” oluşturuldu. Bu bölgelere girip çıkanlar, izin kağıtlarıyla girip-çıkabiliyorlardı. İsyan güçleri düzenli birlikler oluşturmak üzere savaşçılara üniforma giydiriyor ve kasketlerine HOYBUN arması takıyorlardı. Gerillanın vur-kaç taktiğini uyguluyor, istedikleri hedefi vurduktan sonra güvenlikli alanlara çekiliyorlardı. İhsan Nuri Paşa, "Ağrı’yı düşmana teslim etmeden, çete savaşı ile Kurdistan'da devletin Kürtler üzerindeki nüfusunu kırmak ve Kürtler arasında bağımsızlık düşüncesini egemen kılarak onları toplu bir ayaklanmaya hazırlamaya çalışıyorduk. Bu taktik, Hoybun merkezince tespit edilmişti…”** diyordu. Bu taktiğin uygulanması önemli başarılar getirdi. Türk ordusu darbelenerek bir çok alandan çıkarıldı ve bu tür başarılar isyana desteği artırdı. Hesanan’lı Ferzende Bey, Sipkî aşiret reisi Abdülmecit Beyin oğlu Halis Bey, Zikrî aşiret reisi Ahmedê Hacî Bero gibi bölgenin etkin isimleri ve aşiretleri isyana katıldılar.

28 Aralık 1929’da, Atatürk, Fevzi Çakmak ve İbrahim Tali’nin de katıldığı Bakanlar Kurulu Toplantısında, Ağrı’ya yönelik kapsamlı bir harekatın yapılması kararlaştırıldı.

9. Kolordu’ya bağlı birlikler, planlamaya uygun olarak hazırlıklarını yaptılar. Bu arada halk arasında panik havası yaratıp, güvensizlik yaymak için “katliam yapılacağı” propagandası geliştiriliyordu. Direnişin ve direnişi yürütenlerin halkla olan bağlarının koparılması, halkın direnişçilere olan desteğinin kesilmesi, askeri harekat öncesinde, en fazla önem verilen konuydu. Eğer bunda başarılı olunursa, isyanın ezilmesi çok kolay olacaktı.

Haziran 1930’da, 40 bin asker ve savaş uçaklarının desteğiyle Türk ordusu harekete geçti. Uçaklar, bir yandan sivil halkın yaşadığı köy ve çadırları bir yandan isyan güçlerini bombalıyor; kara birlikleri de, isyan güçlerinin tuttukları bölgeleri ele geçirmeye çalışıyordu.

Türk ordusu, ilk olarak Kabaktepe’yi ele geçirmiş, büyük bir saldırı için mevzilenmeye başlamıştı. Buna karşılık olarak, İhsan Nuri Paşa’nın talimatı üzerine Haydaran aşireti üyelerinin öncülük ettiği bir grup savaşçı Çaldıran-Doğubayazıt telgraf hattını keserek direnişin büyütülmesi için harekete geçme kararı aldı. İhsan Nuri Paşa, aynı zamanda bazı aşiret liderlerine mektuplar göndererek durumu anlatıp, destek istedi.

Kör Hüseyin Paşa’nın oğulları Mehmet ve Nadir Beylerin öncülük ettiği Haydaranlılar, Zilan mıntıkasına yerleştiler. Belîkan ve Halîkan aşiretleri, Haydaranlılara destek vereceklerini açıkladılar.

Türk ordusu, büyük saldırı için hazırlanırken, isyan güçleri de kendi cephelerini genişleterek ve bazı önemli noktalara saldırılar düzenleyerek karşı hazırlık yapıyorlardı.

İsyan güçleri Zilan bucak merkezini ve jandarma karakolunu basarak buraları ele geçirdiler ardından da Erciş’i ele geçirmek üzere harekete geçtiler. Bu eylemlerdeki amaç, Ağrı üzerine yoğunlaşan askeri gücün dağılmasını sağlamaktı. Sonraki süreçte Hasanabdal ele geçirildi. Erciş Havaalanı ele geçirilip iki uçak yakıldı ve hava bombardımanına gelen iki uçak düşürüldü. Tüm bu çatışmalarda, yüzlerce asker esir alındı. Bunlar sonradan serbest bırakılacaktı (Sadece Hasanabdal’da iki yüz asker esir alınmıştı. ) Ayrıca askeri birliklerin büyük miktardaki silah, cephane ve erzağına el konuldu.

Zilan bölgesinde, Haydaran, Kalkanî, Bekiran ve Ademan aşiretleri vardı. Çevredeki diğer bazı aşiretlerin desteği de alınarak bir cephe oluşturulmuştu. Bu cephenin amacı, Ağrı’nın yükünü hafifletmişti. Fakat Zilan cephesi, İhsan Nuri Paşa’nın haber olmadan, Türk ordusuyla cephe savaşına tutuşmuştu.

Hiç hesapta olmayan bu gelişmelere, isyanın karargahı olan Ağrı’dan herhangi bir müdahale yapılmadı, gerekli yardımlar gönderilmedi. Buna bir de Keskoî aşiretinin ihaneti ve Türk ordusunun yanında çatışmalara girmesi eklenince Zilan’daki direniş kırıldı ve ardından da korkunç bir katliam başladı.

Bu gelişmelerden hemen sonra Genelkurmay Başkanlığı, 28 Ağustos 1930’da talimat göndererek, 2 Temmuz 1930 tarihi itibariyle “tedip” harekatının başlatılmasını istedi. Hareket bölgesinde 9. Kolordu’ya Elazığ’daki 17. Tümen ve 7. Kolordu takviyeler yaptı. 62. Alay Muş’a gönderildi. 14. Süvari Tümeni ise her an savaşmaya hazır olacak vaziyette hazırlandı.

19 Haziran’dan itibaren, Muradiye, Zilan, Patnos, Süphan dağı ve Aladağ’da (Iğdır) Kürt isyan güçleri, Türk ordusuna önemli darbeler vurmuş, 5. Seyyar Jandarma Alayı bozguna uğratılarak tüm silah ve teçhizatlarına el konulmuştu. Hesenan aşireti liderlerinden Fetullah Beyin oğlu Sevdin Bey, Malazgirt’e ulaşıp burada faaliyet yürütmeye, Norşin ve Aktepe‘ye yönelik olarak askeri eylemlere başlamıştı. Bu arada Patnos'da kuşatılmıştı.

Türk ordusu Genelkurmay Başkanlığının talimatıyla 2 Temmuz 1930’da başlatacağı harekatı, bu gelişmeleri de dikkate alarak planlanmıştı. Operasyon planını 9. kolordu komutanlığı yaptı. 2 Temmuz günü Genelkurmay başkanlığının bu planı çerçevesinde Kaymaz, Haçan, Kalesor, Çilî ve Osmanlı köyleri bombalanarak yerle bir edildi. Hemen arkasından da Patnos ve çevresinde, "isyancılara yardım" gerekçesiyle halka karşı saldırıya geçildi.

Katliam başlıyor


Uçak filolarıyla aralıksız olarak isyan güçleri ve sivil halkın yaşadığı alanları bombalayan Türk ordusu, kara harekatı sayesinde de alan hakimiyeti sağlamaya çalışıyordu. Ancak bunlar, Türk devletinin, Kürt savaşçıları yenmesi için yeterli olmuyordu. Komşu ülkelerin yardımı gerekiyordu. Türk devleti, bunun için uluslararası diplomasiyi tüm olanaklarını harekete geçirerek devreye koydu. İran’dan yardım istendi. İran devleti, kendi çıkarlarına uygun olduğu için bu öneriyi kabul etti. Bu temelde ilk olarak isyanın gelişiminde önemli rol oynayan, isyan güçlerinin İran-Türkiye sınırından geçişlerinde çok önemli yardımlarda bulunan aşiretler üzerindeki etkisi nedeniyle isyanın desteklenmesinde büyük rolü olan Usibê Evdal Ağa’yı tutukladı. Ağrı isyanının simgelerinden biri olan Usibê Evdal Ağa’nın yakalanması Kürtler için büyük bir darbe oldu. İran devleti bununla da yetinmeyecek tutukladığı Usibê Evdal Ağayı zindanda katledecekti.

Muradiye, Zilan, Ercüş ve Patnos'ta Türk ordusu ile çok şiddetli çatışmalar yaşandı. Yeni gelen takviye güçlerinin verdiği destekle, Türk ordusu, isyan güçlerine önemli darbeler vurdu. Fakat esas kayıplar halka yönelik katliamlarda yaşanıyordu. Sadece Zilan deresinde, binlerce sivil insan katledilmiş, 44 köy yakılmış, halkın mallarına ve hayvanlarına el konulmuştu.

Zilan deresinde yakılan köyler şunlardı: "Hasan Abdal, Aks, Şahbazar, Doğancı, Tendurek, Çakır Bey, Yılanlık, Harhus (Xarxus), Babazeng, Komir, Şor, Şorik, Murşit, Mescitli, Karakilise, Kuruçem, Mülk, Yekmal, Kilise Gos, Aşağı Partaş, Yukarı Partaş, Binesê , Bunîzî, Pelexlu, Kerx, Söğütlü, Mixarê Karadağan, Kele, Hastekar, Suvarköy, Kızılkilise, Ziyaret, Hiraşen, Komik, Şeytanpava, Birhan, Koşköprü, Zarava, Kaşesor, Egis, İlanî, Hacibaş" ***Yaşanan katliam, Türk basınına da yansımıştı:

”Eşkıya tenkil ediliyor. Kuvvetlerimiz Ararat Ağrı dağını tamamen kuşatmışlardır. Hükümet bu kez Şark (Doğu) meselesini kökünden hal etmeğe karar verdi. Hükümet imhaya azmetmiş…Halkın hayvanlarını çalan, köyleri yakıp yıkan bu haşerenin artık tamamen kökü kesilmek üzere…Yalnız adi bir hırsızlık için değil, anavatanda yeni bir irtica hamlesi yapmak hırsıyla hudutlarımıza saldırdıkları anlaşılan müfsitlerin (fesatçı), bu sefer katiyetle boğulması azmiyle tedbir alındığı muhakkaktır… Cumhuriyet Gazetesi-2 Temmuz 1930****

2-15 Temmuz 1930 tarihleri arasında çıkan cumhuriyet gazetelerinde gelişmeler şu şekilde veriliyordu;

”Eşkıya, layık olduğu şiddetli cezayı görmekte gecikmeyecek. Tenkil harekatı süratli ilerliyor. Şakiler kuşatma çemberinde, Şakiler pek müşkül durumda, birliklerimizin demir çemberi içinde kalmış bulunuyorlar. İlk safhada hayli zayiat veren eşkıya…"

"Şakiler Perişan… Şakiler korku ve telaş içinde. Uçak bombardımanı ve birliklerimizin yürüyüşü önünde şakiler sürekli gerilemekte. Mecnun ve sergüzeştçi türedi tertipleri kökünden kazınmak üzeredir. Eşkıya mahvedildi. Dehşetli köpek yiyen şakiler. Şarkta başkaldıran şekavet ve irtica kendi bozuk kanı içinde boğulmuştur. Yaşamaya azmetmiş bir millet olduğumuzu bir daha ispat ettik…”

13 Temmuz 1930 tarihi Vakit gazetesi ise daha geri kalır bir durumda değildi. Onun gelişmeleri aktarma tarzı da en az cumhuriyet gazetesi kadar ırkçı, aşağılayıcı ve faşizandı…

”Asiler beş günde yok edildi. Zeylan deresindekiler tamamen yok edildi. Bunlardan bir kişi dahi kurtulamamıştır. Ağrı’da harekat devam ediyor. Dünden beri harekat sahasında tek bir şaki kalmamıştır. Büyük kuvvetlerimiz yüksek sarp dağlara iltica edenleri de mahvetmiştir. Zeylan deresi yüzlerce cesetle doludur…” *****

Halka dönük katliam bu kadar açık verilirken, bir yandan da bu soykırımcılığın Kürtleri ne kadar medenileştirdiği, onlar için ne kadar yararlı olduğu işleniyordu. 14 Temmuz 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesi bu konudaki haberinde şunları yazıyordu;

"Hayvanlarla bir damda yatan, hela yapmayı bile bilmeyip de evlerinin üstünü ve kırları gübreliğe çeviren bu iptidai (ilkel) çevreye; ordumuz ayni zamanda medeniyet getirmiştir. İnsanca yaşamayı aşılamıştır…” ******

Türk basınında, Kürtlere ilişkin haberler, ne kadar da tanıdık geliyor. “Eşkıya” kelimesinin yerine “Terörist” kelimesini koyduğunuzda, yakın zamanda Türk gazetelerinin yazdıklarıyla hemen hemen aynılaştığını görürsünüz.

Zilan katliamıyla ilgili 16 Temmuz 1930 tarihli cumhuriyet gazetesindeki “Ağrı dağı harekatı bu hafta başlıyor” adlı yazı bu konuda çok çarpıcıdır

"Ağrı dağı tepelerinde kovuklara iltica eden 1500 kadar şaki kalmıştır. Tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türkün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Eşkiyaya iltica eden köyler tamamen yakılmaktadır. Zilan harekatında imha edilenlerin sayısı 15 bin kadardır. Zilan deresi ağzına kadar ceset dolmuştur…Bu hafta içinde Ağrı dağı tenkil harekatına başlanacaktır. Kumandan Salih Paşa bizzat Ağrı’da tarama harekatına başlayacaktır. Bundan kurtulma imkanı tasavvur edilemez…” *******

Türk basınında yansıdığı gibi, Zilan’da, yaklaşık on bin Kürt katledilmiş, bölge yasak bölge ilan edilerek 1950 yılına kadar kimsenin bu bölgeye yerleşmesine izin verilmemiştir. Van’ın Erciş ilçesinin 20 km. kuzeyine düşen Zilan deresine ancak isyandan 50 yıl sonra 1980’de Afganistan’dan getirilen Afgan göçmenler yerleştirilmiştir.

Zilan ve Süphandağı arasındaki çatışmalardan sonra, halka yönelik katliamlarda çok büyük kayıplar verildi. Çatışma sahalarındaki bütün Kürtlerin öldürülmesi ihtimali vardı. Halkın bir kısmı, bu tehlikeyi görerek İran’a çekildiler. İhsan Nuri Paşa, Broyê Heskê Telî ve onlara bağlı savaşçılar ise Ağrı’da idiler. İran’a kaçmayı başaramayan Zilan’lılar, korunabilmek amacıyla Ağrı’ya sığındılar ve İhsan Nuri Paşa’nın yanına gittiler.

Türk devletinin İran ile yaptığı anlaşmaların gereği olarak, İran devleti arkadan Kürtlere yöneldi. İran Usibê Evdal Ağa’yı Tebriz Hapishanesine götürmüş ve orada öldürmüştü. Hemen arkasından da Qeleni bölgesinde bulunan aşiretine yönelmiş, barbarca bir katliama girişmişti. Bu saldırılardan kurtulanlar da Türk sınırını geçip İhsan Nuri Paşaya sığındılar. On binlerce Kürt, Ağrı dağına yığılmıştı.

İsyan güçleri hem daha geniş alanlar açarak yayılmak, hem de moral üstünlüğü yakalamak amacıyla Ağrı’nın Kuzeydoğusundaki Aralık ve Sovyetler Birliği-Türkiye sınırındaki Başkent nahiyelerini bastı. Her iki nahiye de ele geçirildi, askerler esir alınarak silah ve teçhizatlarına el konuldu.

Bu saldırılar biraz olsun moral yaratmaya yetti. Ancak on binlerce insanın yığıldığı Ağrı dağındaki sorunları çözmek için moralden daha fazlasına ihtiyaç vardı. Çünkü, sıkıntılar her geçen gün artıyordu. Binlerce kadın, yaşlı ve çocuğun yiyecek-içecek ihtiyacını karşılaması çok zordu. Birçok yaşlı ve çocuk açlıktan dolayı yaşamını yitirmiş salgın hastalıklar nedeniyle ölümler başlamıştı.

SÖNMEYEN İNSANLIK ATEŞİ: KÜRT KAHRAMANLIĞI

Çevre bölgeler Türk ordusu tarafından kuşatılmıştı. Herhangi bir bölgeden yardım alma olanağı yoktu. Açlık ve hastalıktan dolayı yaşanan ölümler, ciddi bir moral bozukluğuna yol açıyordu. Bu durumda en iyisi, Ağrı’yı terk etmekti. Kürtler de bunu yapmaya çalıştılar. Ancak Türk devleti, İran ve Sovyetler Birliği ile anlaşmalar yaparak, sınırlardaki güçleri engelleyecek tedbirler almalarını sağlamıştı. Kürt halkına bütün kapılar kapatılmış, katliam dışında hiç bir seçenek bırakılmamıştı.

Kürt halkı Ağrı’da sıkışmıştı, direnerek ölmekten başka bir çare yoktu. İsyan önderleri de bunu görüyordu. Tek umut Ağrı’da, Türk ordusunu yenmek ve geri çekilmesini sağlamaktı. Bunu yapmak için de çok büyük bir irade gücü ve inanç gerekiyordu. Tam da bu nokta da Broyê Heskê Telî, Kürt tarihinde başarıya gidemeyen ancak hiçbir gücün de söndüremediği kahramanlık ateşini gürleştiren bir hamleye girişti. Savaşçıların daha iyi savaşmaları, gözlerinin arkada kalmaması ve ailelerin düşman eline geçip kendilerine karşı kullanılmaması için, ailesinde silah tutabilecek bir-iki oğlu dışındaki herkesi kurşuna dizdirdi. Kürdistan tarihindeki en göz yaşartıcı olaylardan biri olan bu olay, bağımsızlık ve özgürlüğe yüreğini adamış olanların gösterdikleri fedakarlığı anlamak açısından çarpıcı bir örnektir.

Türk birlikleri, Eylül 1930’da, bir taraftan uçaklarla Ağrı ve çevresini bombalarken, bir taraftan da İran devletiyle yaptığı anlaşma gereği, İran topraklarından içeri girip Ağrı'yı arkadan kuşattı. Kürt isyan güçleri, zor durumda kaldıkları zaman İran-tarafına geçip, orada bulunan akraba aşiretlerden ya da isyana destek veren çevre aşiretlerden yardım alabiliyor, eğer darbe yemişlerse toparlanma zemini bulabiliyorlardı. Ancak bu sefer işler çok farklı bir şekilde gelişiyordu. İran, Kürtlerin içine düştüğü zayıf durumu görmüş ve yenileceklerini anlamıştı. Türkler ise, yardım karşılığında bazı çıkarlar vaat ediyordu. Sömürgeci bir devlet olarak İran doğası gereği Türklere yardım edince, kırk bin kişilik Türk ordusu Ağrı dağını kuşatmış oldu.

Türkler, İran dışına, Sovyetler Birliği ile de antlaşma yaptı. Sovyet askerleri, Aras nehri boyunca askeri yığınak yapmış Culfara bölgesine asker yerleştirerek, Kürtlerin olası bir durumda, nehri geçip kurtulma kapılarını kapatmıştı. Bu 'sözde sosyalist' Sovyetler Birliği devletinin dünya özgürlük tarihindeki en büyük ihanetlerinden biri olarak tarihe geçecekti.

Çevreleri kuşatılan, kaçış yolları kapatılan açlık ve hastalık içindeki binlerce kişiden oluşan kadın, çocuk ve yaşlıların yarattığı ağırlığı taşıyan Kürt savaşçılar, cephane sıkıntısı ile de karşı karşıya kalmıştı. Salih Paşa komutasındaki Türk ordusu adım adım ilerliyor ve çemberi daraltıyordu. İngiltere'nin verdiği uçaklar ise gece-gündüz bombardıman yapıyor, İngiliz pilotlar Türk ordusu saflarında ürettikleri yeni uçakları deniyorlardı. Türk devleti ise Türk halkını ve kamuoyunu Kürt isyan güçlerini İngiliz uşağı olmakla, İngiliz desteğiyle Türk devletine karşı isyan etmekle suçluyor, yürüttüğü katliam ve soykırımı böyle gerekçelendiriyordu. Yakın bir zamanda açılan İngiliz arşivleri ise bunun böyle olmadığını, Türk devleti ile İngiltere arasında Ağrı İsyanı sürecinde yoğun bir diplomasinin yaşandığını ve İngiltere'nin askeri olarak Türk ordusunu son teknikle donattığını dahası teknik elemanlarını ve pilotlarını göndererek Kürt isyan güçleri üzerinde Türk pilotlarına uygulamalı eğitim sağladığını göstermektedir.

İsyan önderleri kötüleşen gidişat karşısında bir şeylerin yapılması gerektiğine karar verdiler. Zenyan Geçidini kullanarak kuşatmayı yarmaya çalışacaklardı. Zenyan Geçidi, sarp ve uçurumlarla çeviriliydi. Türk ordusu müdahale etmese bile, geçidin uçurumlarında pek çok kayıp verilecekti. Ancak başka çare de kalmamıştı. Gece, gizlice yola çıkılacak ve kafile, kafile sınırı geçmeye çalışacaklardı. Hazırlıklar hızla yapılıp, gece saatlerinde yola çıkıldı. Zenya geçidinin belli bir noktasında Türk ordusu kafileyi fark ederek vurmaya başladı. Asker ateşi ve uçurumlardan düşme nedeniyle yüzlerce insan öldü. Ancak kuşatma yarıldı ve kafile Aras nehrinin kıyısından İran sınırını geçti.

KÜRT KANI ÜZERİNDE İRAN-TÜRKİYE ORTAKLIĞI

İran askerleri de Kürtleri bekliyordu. Çünkü çatışa çatışa kuşatmayı yarmaya çalışan Kürtleri görerek tedbir almışlardı. İranlı askeri yetkililer, Kafileye sınırdan geçemeyeceklerini ve eğer ilerlemeye devam ederlerse vuracaklarını belittiler. Arkalarında, dehşet tablolarını bırakarak gelmiş olan Kafile geri dönmeyi kabul etmedi. Bunun üzerine, İran ordusunun saldırısı başladı. Burada da yüzlerce Kürt yaşamını yitirdi.

İhsan Nuri Paşa, silahlı bir savaşçı grubunu örgütleyerek, İran askerlerini vura, vura bir geçiş koridoru oluşturulması emrini verdi. Kürt savaşçılar da öyle yaptılar ve kafile çatışa çatışa çoğu akraba olan aşiretlerin topraklarına ulaşmayı başardı.

Bölgede bulunan Kürt aşiretler, gelenleri koruma altına almak için büyük fedakarlıklarda bulundu ve gelenleri farklı yerlere yerleştirdiler. Ancak İran devleti bu duruma sessiz kalmayacaktı. Daha bir yıl önce, Usıbê Evdal Ağanın öldürülmesinden sonra saldırdığı ve çatışmalara girdiği bölge aşiretlerinin yanına silahlı Kürt savaşçıların gelip yerleşmesini kabul etmeyeceğini bildirdi. Silahlarını teslim etmeleri için baskı yapmaya başladı. Yaşananlardan yeterince ders çıkarmış olan Kürtler, silahlarını teslim etmeyeceğini söyleyince, İran ordusu akraba köylere yerleştirilen Kürtleri vurmaya başladı. Bir süre çatışan ancak İran güçleri karşısında dayanamayan Kürtlerin bir kısmı öldürüldü, bir kısmı teslim oldu, bir kısmı Van ve çevresine, bir kısmı ise geldiği dağlara geri döndü.

İran devleti, Kürtleri dağıttıktan sonra İhsan Nuri Paşa, Kör Hüseyin Paşa’nın çocukları, Bro’nun kardeşi Eyüp Ağa ve bazı Kürtler için sığınma hakkı verdi ve bunları Tahran, Tebriz gibi yerlere dağıttı.

BİR KAHRAMANLIK ÖRNEĞİ: BROYÊ HESKÊ TELÎ


Ağrı isyanı, yenilgiyle sonuçlanmıştı. Ancak Ağrı’daki direniş devam ediyordu. İsyanı başlatan Broyê Heskê Telî, İran’a geçmemişti. Öncesinde yaptığı ve içine düştüğü yanlışlar ne kadar büyükse, ağrı isyanındaki kahramanlığı, çabası, anlayışı ve kararlılığı bundan onlarca kat büyük olan Broyê Heskê Telî, Türk ordusuna karşı savaşmaya devam ediyordu. Öncesinde yaptığı yanlışların özeleştirisini verircesine büyük bir irade ve kararlılıkla direniyordu. Bu direniş sadece askeri değil siyasi, ahlaki olarak da sürüyordu. Kürt kahramanlığı onun şahsında bir kez daha ayağa kalkmış, Kürdün özgürlük tarihine geçiyordu. Öncesi ne olursa olsun onun isyan sürecine damgasını vuran kişiliği, kendini küllerinden yaratırcasına ayağa kalkan ve halkının onur sayfalarına şanlı bir kahraman olarak geçen bir örnek oluşturuyordu.

İran ve Türk devletleri, pek çok kere Bro’yu tuzağa düşürmeye ya da çeşitli vaatlerle satın almaya çalıştılar ama olmadı. Bro, her seferinde bu saldırıları ve girişimleri boşa çıkarmayı bildi. Fırsat buldukça da Türk birliklerine yönelik saldırılar düzenledi. Türk ve İran ordu güçleri, Bro’yu alt etmeyi başaramadı ama Emirhan adındaki bir Kürdün öncülük ettiği bir milis grubu Bro’yu takip edip pusuya düşürdü ve yaralı olarak ele geçirdi. Kendisinin, Türk ordusuna teslim edilmemesini rica eden Broyê Heskê Telî, Emirhan’dan olumsuz yanıt alınca, hakaretlerde bulunarak onu tahrik etti ve kendisini öldürttü.

Reşoyê Silo, Şeyh Zahir, Seyithan ve Alican gibi ileri gelen Kürt isyancılar, çevrelerindeki 80-100 kişilik direnişçi gruplarıyla bir–iki sene daha direnişi devam ettirdiler. Fakat sonunda, büyük bir kısmı vuruldu. Kalan birkaç kişi ise teslim oldu.

SOYKIRIM DERİNLEŞTİRİLİYOR

5 Mayıs 1932’de yeni bir sürgün kanunu yürürlüğe kondu. Devlet yanlısı milis güçlere eleman veren aşiret ve ailelere dokunulmadı. Onun dışında kalanlar, Anadolu’nun değişik illerine sürgün edildiler. Böylece Ağrı isyanın kalıntıları da ortadan kaldırılmaya çalışıldı.

İsyan bastırıldıktan sonra, İran devleti Ağrı dağının İran’a bakan yamaçlarını (doğu bölümünü) Türk devletine bıraktı. Karşılığında ise Kutur ve Bezirgan bölgelerini aldı. Türk-İran sınırı, bu anlamıyla, resmi olarak değişmiş oldu.

Ağrı isyanı süreci, Kürtler açısından önemli derslerle dolu bir süreçtir. Olayların gelişiminin ötesinde, bu isyanın çıkış nedenleri, isyanın yaşandığı sürecin özellikleri, isyanın yenilgi ile sonuçlanmasının nedenleri ve yenilgiden sonraki genel durumu doğru bir şekilde anlamak, günümüzü anlamak açısından da önemlidir. Türk devletinin kullandığı savaş taktikleri, savaşı yürütebilmek için kullandığı temel ideolojik argümanlar ve bunların günümüzdeki biçimleri konusunda doğru değerlendirmeler ve çıkarımlar yapabilirsek, çok zor gibi görünen pek çok soruna rahatlıkla izah getirebiliriz.

Ağrı isyanını, birkaç ana başlık altında değerlendirebiliriz.


A- İyi bir örgüt, nitelikli bir kadro yapısı, eksiklikleri de olsa ayrıntılı olarak hesaplanmış bir yol haritası ve belli ölçüde de halk desteğine sahip olan Ağrı isyanının yenilgiyle sonuçlanmasının nedenlerini izah ederken, İhsan Nuri Paşa, şunları belirtir:

“ Bölgenin tümünde esaslı bir teşkilatın olmaması

. Türk kuvvetlerinin sayıca fazlalığı ve silah üstünlüğü

. Türk ordusunun disiplinli yapısı

. Direnişin hiçbir yerden yardım almaması

. Sovyetler Birliği ve İran’ın Türkiye’yi desteklemesi

. KÜrdistan’ın diğer bölgelerindeki Kürtlerin yardıma gelmemesi

. İran devletinin, kendi sınırları içindeki Ağrı dağının doğu yamaçlarını anlaşma karşılığı Türk devletine bırakması" *********

B- Ağrı ayaklanması, Kürdistan’ın diğer bölgelerinden ve parçalardan toplu bir yardım alamamıştır. Ancak Kürdistan’ın değişik parçalarındaki Kürtler arasında ulusal duyguların gelişmesi ve başka bir parçadaki Kürtlere destek verilmesi açısından ilk isyandır. Ağrı isyanı; İran, Irak, Suriye ve Sovyetlerdeki Kürtlerin Türkiye Kürdistan’ında bir araya getirilip savaştırılması başarısını göstermiştir. Bu yönüyle önemlidir.

C- Ağrı isyanındaki önderler, diğer isyanlarda olduğu gibi, egemen güçler tarafından ele geçirilememişlerdir. Önder kadroların büyük çoğunluğu İran’a kaçmayı başarmışlardır.

D- Ağrı isyanının sonuçları içinde en önemlisi, Zilan katliamıdır. Bu bölgede direnişi sürdüren Kör Hüseyin Paşa’nın oğulları Nadir ve Mehmet önderliğindeki Kürtler, Derveş Bey komutasındaki devlet güçleri tarafından korkunç bir şekilde katledilmişlerdir. Türk askeri Zilan deresinde ele geçirdiği kadın-erkek, çocuk ve yaşlıların hepsini ya kafasını keserek ya da kurşuna dizerek öldürmüştür. Katledilen Kürtlerin sayısı konusunda farklı kaynaklarda farklı rakamlar verilmektedir. Bunlar 6 bin ile 20 bin arasında değişmektedir.

E- İsyanın gerçekleştiği bölgelerde, uçakların bombaladığı birçok köy tümden imha olmuştur. Yaklaşık iki yüz köy, ya askerler tarafından yakılarak ya da uçak bombardımanı ve top atışlarıyla haritadan silinmiştir.

F- Zilan deresi, 1950’deki Demokrat Parti dönemine kadar “yasak bölge” olarak kalmış, 1980'de ise bölgeye Afganlılar getirilip yerleştirilmiştir.

HOYBUN ÜZERİNE KISA BİLGİ

Şeyh Sait isyanından sonra isyan bahane edilerek Takriri Sükûn kanunu çıkarılır, muhalif olan bütün kesimler, “vatana ihanet” ile suçlanarak cezalandırılırlar. Yoğun bir baskı ve asimilasyon politikası ile Kürtler sürgün edilir, Kürdistan’ın birçok yerine Türkler yerleştirilmeye başlanır. Kürtler yok edilmesi gereken bir halk olarak görülür. Başta dilleri olmak üzere tüm Kürtlük öğesi taşıyan gelenek, görenekleri, ulusal bayramları yasaklanır. Şehir ve köy isimleri değiştirilerek, tam bir Türkleştirme politikası uygulanır.

Bütün bunlar yaşanırken çeşitli isyanlarda yenilen ve dağılan birçok Kürt, yeni bir isyan organize edebilmek için 1927’de toplanıp HOYBUN adı altında daha güçlü bir örgütlenmeye giderler. HOYBUN örgütünü çoğunlukla sürgünde yaşayan Kürt aydınları ve isyanlardan kurtulanlar kurar. Örgütün kuruluşunda AZADİ örgütünün kurtulan üyeleri, Kürdistan Teali Cemiyeti, Kürt Teşkilatı İçtimaiye Cemiyeti ve Kürt Milli Fırkası’nın eski üyeleri yer alırlar. Bu örgütler gizli bir kurultay gerçekleştirerek, yeni bir hazırlığa başlarlar. HOYBUN örgütünde önemli ölçüde Ermeni renginden de bahsedilir. Örgüt daha çok güneybatı Kürdistan, Suriye ve Lübnan’da yaşayan Kürt sürgünlerinin oluşturduğu bir birlik örgütüdür. Bilindiği gibi o zamanlar Suriye Fransız işgali altındadır. Yani örgütte Fransız ve İngiliz etkisi de vardır. Kendi özgücüne tam olarak dayanma söz konusu değildir. Belli bir programı ve stratejisi vardır. Diğer isyanlara göre en derli toplu isyan örgütü olarak da değerlendirebiliriz ama bunu sadece hazırlık aşaması için diyebiliriz. Çünkü isyan başladığında, isyana katılması gereken birçok kesim isyana destek sunmamıştır. Bu bakımdan hazırlık aşamasında olan strateji ve program, uygulama aşamasında hayata geçirilememiştir. Bu da kendisiyle birlikte ciddi sorunlar yaratmıştır.

Kürt-Ermeni ilişkisine de belli bir yer veren örgüt, bu ilişkisini büyük bir ihtimalle şu esaslara dayandırıyor; birincisi, daha çok yenilmişlerin ittifakına benziyor. İkincisi, her iki güç daha çok sürgünde örgütlenip yeniden ülke içerisinde bir ortak isyan organize etmek istiyorlar. Üçüncüsü, dış destek arayışında olan hem Kürtler hem de Ermeniler bu ittifakla Fransız ve İngilizlerin de desteğini almaya çalışıyorlar.

1-Kemal Süphandağı, Ağrı Direnişi ve Haydaranlılar, sy:163, Fırat yay

2-İhsan Nuri-Kürtlerin Kökeni

3-Kemal Süphandağı, Ağrı Direnişi ve Haydaranlılar

4-Türk basınında Kürtler, Faik Bulut, sy:115-116 Melsa yay

5-Age. sy:116

6-Age. sy:124

7-Age. sy:56

8-Age.sy 147

9-İhsan Nuri-Kürtlerin Kökeni


Fırat Haber Ajansı - ŞİYAR KOÇGİRİ

8 yorum:

  1. Sayın Şiyar Koçgiri yazınızı oldukça sade,anlaşılabilir ve tarafsız buldum.Bu haliyle sizi tebrik ediyorum.Amma velakin sizinde bu isyan hakkında bilmediğiniz veya bilipte sırası gelmediği için yazamadığınız yüzlerce acı gerçek daha varki onlardan birini şimdilik yazmak istiyorum.İsyan öncesinde Tutak,Hamur,Diyadin,Çaldıran,Muradiye,D.Beyazıd başta olmak üzere Tendürek dağları Suriye ve Iraktan gelen Yezidi veya Ezdi diye bilinen ve şeytana tapanlar tarafından korkunç bir yağma ve tecavüze uğramışlardır.Devlet ve emniyet teşkilatının zayıf olduğu ağrı ve çevresi bu ezdilerin zülmüne uğramış hatta yaşlılarımızdan duyduğumuz kadarıyla D.Beyazıd Tahılka köyüne Ezdilerin yaptığı baskında bütün kadın ve kızların tamamına tecavüz edilmiş ve altın ve hayvanlarını alarak gitmişlerdir.İşte bu ezidi topluluğa karşı devletin harekete geçişi bunları ağrı dağı civarına toplamıştır..Bu ezdilerden Xalis bege Sıpki diğer ezidilerle beraber bu harekete öncülük etmişlerdir..ağrı aşiretleri ve kürt halkı bu isyanda ezidilere destek olmamaışlardır.Broi Hesiko Telli yani İbrahim ağa bu ezidilere katıldığı için sonradan pişman olmuş ve bu pişmanlığını gören Ezidiler tarafından öldürülmüştür..bu iddiaları destekleyecek bilgileri size göndereceğim..bilahare İbrahim ağanın hanımı üç Ezidi(şeytana tapan) beğ tarafından teker teker alınmıştırki sizde bu hadiseleri bilirsiniz..ve nitekim Zilan deresi hadisesininde Kürt değil Van ve bitliste Kürt katliamı yapan Ermeni çetelerin yerleştiği ve toplandığı yerler bonbalanmış ve ermeni çete ve köyleri yakılmıştır..İhsan Nuri ise bildiğiniz gibi Kazım Kara bekir paşanın yüzbaşısıydı..Ermenileri Erivana kadar sürüp Erivan anlaşması yapan Kazım Karabekir paşaya karşı kendiside fılle olduğu için Ağrı dağındaki isyancılara katılmıştır..Bir ağrılı olarak şunu söylemek istiyorumki Hoybun bir Ermeni teşkilatı idi ve Ermeni teşvikiyle kurulmuştu.Ağrıda yerli Gurmanç aileler asla bu bozuk taifelere katılmamışlardır..destek olmamışlardır..lütfen yalanla kurulan tarihin nesilleri ve halkları tarumar ettiğini unutmayalım ..saygılarımla ve selamlarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Birincisi Ağrı Direnişlerinin olduğu bölgede yani Ağrı- Iğdır-Kars bölgelerinde Êzdî yoktu, şuanda da yok (Dönemin Türkiye Cumhuriyeti Salnamelerine bakarsan görürsün) İkincisi bahsettiğin Taxılka Köyü (Türkçe ismi Bardaklı), Ağrı Direnişine katılmış ve köyden Cafer Oğlu Şazo Ağrı Direnişene katıldığı gerekçesiyle idam edilmiştir. Yani bu köy isyancılar tarafından değil, isyancılara karşı savaşanlar tarafından talan edilip, yağmalanmıştır.

      N.Ö

      Sil
  2. Çok şanslısınki gençsin Nihat bey..sende benim yaşımda olsaydın,varmıydı yokmuydu görebilirdin..Ben Ağrıda var demedim dikkat ederseniz..Ağrıya Irak,Suriye ve İran taraflarından gelen Ezidiler dedim..bunlar Ağrıda fakir fukara köy,kasaba halkını talan ettiler ve bu talan 1970 lere kadar sürdü..yaşadım,izledim,gördüm..işte 1950 liler,60 larda ortalığı kasıp kavuran bu gurupların köyleri basışını görmüş olsaydın bunlar Kürtmü yoksa şeytanmı o zaman karar verebilirdiniz..Ben ne yazdım Ağrı halkının halk olduğunu,temiz ve saf Gurmançlar olduğunu ve yerli halkın halen aynı yürek temizliğine sahip olduğunu Türkiyenin her yerinde sevildiğini..Şeytanın çocuklarıyla Gurmançları karıştırmayın lütfen..Sibkilerin boğazından tek bir lokma helal ekmek geçtiğini duydunuzmu??Git Hamurun Tutağın köylerinden tut,ta Şoşike kadar sor..saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben burada ne Sipkileri savunuyorum nede Êzdîleri, yalnız Ağrı Direnişinde kesinlikle Êzdiler yer almamıştır. Ağrı Direnişi ile ilgili tüm kaynakları okudum, ayrıca Ağrı, Iğdır, Kars ve Van'da en az 100 yaşlı insanımız ile röportaj yaptım. Hiç birinden kesinlikle Êzdilerin Ağrı Direnişi içerisinde yer aldıklarını duymadım.

      Eğer katıldıklarını iddia eden bir kaynak yada bir şahıs varsa, bizimle de paylaşın. Ve katılsaydılar bile, bunun neyi kötü? Onlarda Kürt halkının bir parçası, keşke katılaydılar da hep beraber Ağrımızı barbarlardan temizleseydik ama malesef katılmadılar. Daha doğrusu bölgede olmadıkları için katılamadılar.

      Ve son olarak şeytan olan Êzdiler değil, kendi halkını küçük görüp, şeytan ile kıyaslayanlardır. Zira yüce dinimizde islamda da, aslını inkar edenler için "DİLSİZ ŞEYTAN" ifadesi geçiyor.

      Sil
    2. ne yazıkki ağrı direnişinin bastırılıp ve sonu katliam ile bitmesine sebep olan şimdi ezidiler gelmiş yok kadınlara tecsvüz etmişte işte bu tezi uygulayan söyleyen kişilerin dedelerinin namussuzca ihaneti sonucu yapılan direniş başarısız olmuştur. o zamanda bunların dedeleri ırkçı faşist devlete kucak açıp kendi akrabalarına ve ırklarına ihanet etti tek başarısızlık sebebi ihanettir yoksa bin devlet gelse direnişi bastıramazdı

      Sil
  3. Sayın admin bu kadar şey yazmışsınız ama hiç ermenilerin yaptığı kürt katliyamlarini yazmamışsınız ya hu biz dedemizden ninemizden az duymadık bu katliyamları sırf müslüman oldukları için koyleri ateşe veren insanlari ahırda kilitleyip yakan binbir türlü işkence yapan kafirleri bize cici göstermeyin artık şu türk düşmanliğiniz yüzünden asıl düşmanlarımız olan ermenileri insanlar unutmasin ve unutmayın ki gözleri hala bizim toprakta daha gecen senelerde ermenistan devlet başkanının ''bizler karabağı aldık çocuklarımızda ağrıyı alsın'' sözlerini unutmayın..saygılarımla.

    YanıtlaSil
  4. bu katlimaın tek sebebi osmanlı imparatorluğu dağıldığında kürtlerden yardım istendiğinde cumhuriyeti beraber kuralım sonra ortak devlet formulunu kulanırız dendiğinde kürtlerin ağa begleri hamidiye alayları kuruldu kazımkarabekirin atatürke verdiğin fikirle ama daha sonra verilen sözleri tutmamak için toprak butunluğu için o kürtlere sürgün iğdam ve katliam başlatıldı

    YanıtlaSil
  5. EŞŞEK ADSIZ EZIDILER AGRI ISYANINDAN 150 SENE ÖNCE KATLIAMDAN GEÇİRİLEREK ERMENISTANA SÜRGÜN EDILMIŞLERDI..

    YanıtlaSil