15 Aralık 2014 Pazartesi

Ağrı Savaşçılarının Bir Tuğgenerali Esir Alması

                             (Türkiye'nin 4. Genelkurmay Başkanı Salih Omurtak)

Ağrı İsyanı'nda, Şeyh Zahir liderliğindeki savaşçılar, dönemin Tuğgenerali Salih Omurtak'ı esir alıp, sonrasın da serbest bırakırlar. Esir almalarının sebebi, Ağrı Savaşçıları'nın bölgede devletden daha güçlü olduğunu kanıtlama amaçlıdır. Serbest bırakılmaması durumunda, devlet, bölgedeki sivil halka karşı daha büyük katliamlara baş vururdu.


Aşağıdaki yazı, Mustafa Balbal'ın 'Arararat'taki Esir Generalden Kan Çiçekleri' adlı kitabından alınmıştır. Mustafa Balbal, yukarıda ismi geçen kitabı, isyan içinde yer almış Şeyh Zahir'in kardeşi Şeyh Abdurrahman ve yine kadın pêşmergelerden Emine (Şeyh Abdurrahman'ın karısıdır) ile yaptığı röportajlardan derleyerek yazmıştır.

GENERAL SALİH OMURTAK ESİR ALINIYOR

Genelkurmay Başkanlığının görevlendirdiği ve bölgede sürekli bulunan bu general savaş kurallarına hiçbir zaman riayet etmeyerek, rutin dışı davranması herkes tarafından biliniyordu. Bu rutin dışı uygulaması arasında sağ olarak ele geçen ayaklanmacılara yapılan insanlık dışı muamelelerden sonra vahşice katledilmeleri, yine bölge insanına ve ayaklanmacıların ailelerine karşı olan katı tutum gibi örneğini çoğaltabileceğimiz pek çok insanlık dışı uygulamalar yer alıyordu.

Oysa on’u aşkın ayaklanmacı grubun eline onlarca, yüzlerce esir asker geçerdi. Esir askerler üç-beş gün sonra serbest bırakılandı. Ağrı isyanı dönemindeki Kürt Ayaklanmacıların bu yönü çok iyi bilinmekteydi. Bu konuda birkaç örnek verebiliriz.

Ağrı Dağına doğru hareket hâlindeki askeri birlikle bir ayaklanmacı grup arasında gün boyu süren çatışmada ayaklanmacılar bir top mevzisini basıp, yirmi askeri esir alır. Topun namlusu diğer askeri mevzilere doğrultulur. Geri kalan on di top mermisi de patlatıldıktan sonra top yakılarak imha edilir. Karanlık çöktükten sonra esir alman yirmi asker serbest bırakılır.

Yine Şeyh Zahir’in grubu tarafında basılan Tuzluca Pirli Karakolu ile Gewgewe çatışmasında ve buna benzer çatışmalarda esir alınan yüz’ti aşkın asker kısa zaman sonra serbest bırakılmıştı. Taşburun Süvari Birliği baskını esnasında esir alınan yirmi bir asker o gece serbest bırakılır. Üstelik kendilerini koruyabilmeleri için bir adet silâh ile yeteri kadar gıda maddesi verilerek. .
Savunmasız,güçsüz insanları affetmek Kürtlerin doğası gereği yaptıkları insani davranışlardır. Bunun gibi örnekler ilerleyen sayfalarda da yer alıyor. Altı yıllık isyan süresince Zil an başta olmak üzere altmış bini aşkın halktan savunmasız Kürt insanının öldürüldüğü net olarak bilinmektedir. Oysa ayaklanmaya katılan eli silâhlı kişilerin sayısı en fazla üç bindir.

Peki bu öldürülen altmış bini aşkın insan ne yapmıştı? Öldürülen bu altmış bini aşkın insan silâhlı ayaklanmacılar olsa idi bu güce karşı devlet tamamen yenilgiye uğrayabilirdi. Çünkü asker üç bine yakın ayaklanmacıya karşı çok zaman zorlanarak uğrayarak ayaklanmayı ancak altı yılda bastırabildi. Bu doğrultuda geniş kapsamlı operasyonlar düzenleyerek sivil halka yöneliyordu. Bu da toplu kıyımlar şeklinde oluyordu. Başta Zilan’da (Şimdiki Erciş’in Kardoğan köyü ve çevresi)da yapılan dünyada benzeri az bulunan toplu katliamlar gibi.

Bütün bu saydığımız antidemokratik dışı uygulamalada kısmen de olsa altında imzası olan General Salih Omurtak’ın 1929 Ekim ayının ortalarında, Kars’tan İğdır’a geçeceği bilgisi Şeyh Zahir’e ulaşır. O bölgeye yakın bir alanda bulunan Şeyh Zahir, grubunu alır ve yolu kapatır. Yolun yakınındaki kayalık ve tepelere elliye yakın nişancı yerleşerek mevzi alır, grubun geriye kalan kısmı ise bir mil kadar uzağa mevzilenir.

Şeyh Zahir, General Salih Omurtak'ın konvoyunu durdurabilme ya da gerekirse imha edebilme veya esir alabilmenin muhasebesini arkadaşlarıyla detaylı bir şekilde yaptı. Yapılan değerlendirme sonucunda şu karara varıldı.

Eğer konvoy pusuya düşüp general öldürülürse bu devlete bir davetiye olur, bu da Ağrı halkının katliamına neden olabilirdi. Bu fırsatı devlete vermemek için en azından general konvoydaki askerlerle beraber esir alınıp silâhlarına el konularak serbest bırakılacaktı. Bu da bir generali esir almanın ayaklanmacılar için her zaman kolay olabileceğini ve bu nedenle askeri komuta için bir göz dağı olacağı şeklindeydi. Alınan kararın mantıklı olup olmaması bir yana o günkü şartların öyle gerektirmesiydi. Diğer anlamda da bu eylem, psikolojik olarak askeri cephenin var olan moralini alt etme amaçlıydı.

Eğer generalin konvoyunda saldırı amaçlı bir hareketlilik göze çarparsa anında karşılık verilecek, tersi olursa ateş için komut beklenecekti.

Herkes nefesini tutmuş tarihi bir olayın olacağı anı beklerken, askeri konvoy görünmeye başladı. Takriben konvoy yirmi dakika sonra ayaklanmacıların bulunduğu bölgeye ulaştı. Bir askeri jip, beş tane de askeri cemseden oluşan altı araçlık konvoyda yüzü aşkın asker bulunuyordu. Kürt Ayaklanmacılarca yolun ortasına birkaç büyük kayadan oluşan bir set oluşturulmuştu. Generalin içinde bulunduğu jip taş engeline hızını azaltarak yakınlaşınca, ayaklanmacılardan Şeyh Abdurrahman ve Bekir adında iki ayaklanmacı rüzgar hızıyla yolun ortasına fırlayarak herkesin teslim olmasını bağırarak anlatmaya çalıştılar. General bu durumun çok ciddi olduğunu hemen kavramış olacak ki cebinden çıkardığı beyaz bez mendilini ve yanında bulunan karısının elindeki çiçeklerden bir demet alarak hemen arabadan indi. Anında yanındaki emir subayına emir vererek: »kimse araçlardan inmesin ve herhangi bir yanlış harekette bulunmasın« diye bağırdı. Generalden emir alan subay diğer beş cemseyi bu konuda bilgilendirdi. Bü şekilde konvoydaki askerler araçlarından inmediler. Hakimiyeti sağlayan general Şeyh Abdurrahman’a sorarak:
— Evladım bu kimin destesi(grubu) din Diye heyecanlı bir şekilde som sordu.
Şeyh Abdurrahman:
— Şeyh Zahir’in destesidir, diye cevap verdi.
Şeyh Abdurrahman generali uyarak:
— Ellerini havaya kaldır, dedi.
General, hemen beyaz mendilini havaya kaldırarak
— Evladım sorun yok sorun yok. Diyerek sakinleştirmeye çalıştı.
Arabadan inen karısı hıçkırıklara boğularak »ne oluyor ne oluyor Salih, ölecek miyiz? diyerek garip bir şekilde davranıyordu. General karısını sakinleştirmek için:
— Hanım bir şey olmaz, bu deste Şeyh Zahir efendinin destesidir. Çok iyi bir insandır.
Oysa daha beş dakika öncesine kadar ayaklanmacılar için Şaki, kaçak, çapulcu gibi küçük düşürücü laflarla ithamda bulunan general için artık; Şeyh Zahir Allah tarafından gönderilmiş bir melek kadar iyi bîr insan olmuştu. Artık o şaki değil, efendi, kaçak değil bir muhatap, eşkıya değil bir ayaklanmacı komutan idi.
General,
— Evladım Şeyh Zahir efendiyi görebilir miyiz?
Şeyh Abdurrahman sakin ve ciddi bir ifade ile generalin sorusuna cevap vererek
— Birazdan burada olur diye cevap verdi.
Yaklaşık beş-on dakika olmuştu konvoy duralı. Kimsenin araçlardan inmemesi için sık sık general tarafından ikaz ediliyordu. Şeyh Abdurrahman, koşar adım Şeyh Zahir’in yanma vardı.
Şeyh Zahir sürekli çatışmalarda kullandığı ağır makinalı tüfeğini olduğu yerde bıraktı ve olası bir çatışmada kullanmak üzere Şeyh Abdurrahman'ın rnakinalının başına oturmasını istedi. Şeyh Abdurrahman ağır rnakinalının başına geçti. Şeyh Zahir tabancasını yanına alarak Feto ve ismini öğrenemediğimiz bir başka ayaklanmacıyla beraber bir komutan edasıyla generale doğru kendinden emin bir tavırla yürüdü. General ve karısı da onlara doğru yürümeye başladılar. Mesafeli bir el sıkışmadan sonra Şeyh Zahir konvoyu durduran ayaklanmacı Bekir’e dönerek Kürt’çe:
— (Eğer tiştek bi me biqewime tu general bikuje) Eğer ki bir anormallik olursa sen hemen generali öldür dedi.

Bekir
—■ Bele (olur) şeklinde aldığı emri yerine getirebileceğinin cevabım vererek elindeki mavzeri beş metre uzakta olacak şekilde generale doğrultmuş duruyordu.
Kürtlerde namus kavramı güçlü olduğu ve kadına son derece saygı gösterildiği için, bir kadının herhangi bir olaya müdahale etmesi durumunda Kürtler tarafından saygı ile kabul edilir. Kürtler kavgalarında, savaşlarında .düşmanlıklarında tarihleri boyunca kadının barış anlamındaki müdahalesini dikkate alıp mutlak bir uzlaşmaya varmışlardır. Bu törenin güzelliği halen Van yöresinde oynanan folklorik oyunlardan Bablekan ve Avasor isimli oyunlarla çok net bir biçimde sergilenmektedir. Şeyh Zahir’in olayın başından sonuna kadar generalin eşine karşı saygılı davranışı, Kürtlerdeki bu törenin güzel bir örneğini oluşturmaktadır. Bunun farkında olan general, eşine dönerek:
— Canım elindeki çiçeklerden bir kısmını beyefendilere verir misin? dedi.
Kadın eşinin söylediklerini az buçuk kavramış olacak ki ağlamaklı bir şekilde elindeki çiçekleri Şeyh Zahir’ e ve arkadaşlarına uzattı. Generalin duygu sömürüsü yaptığı her halinden belliydi.
General;
— Şeyh Zahir efendi buyurun sizi dinliyorum dedi.
Şeyh Zahir;:
— Bizler sizin zulmünüzden dolayı dağa çıkmış bulunuyoruz. Erkekçe savaşıyoruz, askerlerinizi esir alırken sonradan serbest bırakıyoruz, sizler ise aldığınız ayaklanmacı esirleri işkencelerle öldürüyorsunuz. Sivil halktan ne istiyorsunuz? Binlerce sivilin kanma girdiniz. Senin yaptıklarından bizim haberimiz vardır, bunlar karşılıksız kalmayacak. Tüm köyleri yakıyorsunuz, insanlara eziyet ediyorsunuz. Sizin devletiniz dünyanın en korkak ve barbar devletidir, yaptığınız zülüm ve hakaretten başka bir şey değil. Savaşmanın bir onuru ve kuralı vardır dedi:
Bu arada ses tonunu yükselten Şeyh Zahir’ in ciddi olduğunu anlayan generalin karısı Şeyh Zahir in ayaklarına kapanmaya yeltenince Şeyh Zahir nazikçe müdahale ederek rahat olmasını istedi.
General:
— Ben bu bölgede uzun süreden beri görev yapıyorum. Görevim süresince kurallar ölçüsünde hareket ettim, dedi.
Şeyh Zahir :
— Senin söylediklerinin hiçbir tanesi doğru değil ve inanmıyoruz.
General:
— Beyefendi ben doğruları söylüyorum.
Şeyh Zahir:
— Doğru konuşmalısın. Senin söylediklerine kanmayız. Sen bize sözlü olarak değil yazılı olarak teminatta bulunacaksın dedi.
General:
— Neleri kabul etmemi istiyorsunuz? şeklinde tedirginliğini dile getirdi.
Şeyh Zahir:
— Başta, bundan sonra sivil halka dokunmayacaksınız, aldığınız ayaklanmacı esirlere kötü muamelede bulunmayacaksınız, köyleri boşaltmayacaksınız. Gerçi yüz kişilik grubumuzun üzerine üç -dört bin asker gönderiyorsunuz. Tabi ki bu herkesin bildiği gibi savaş kurallarını ihlal etmekten başka bir şey değil. Gerçi bizden beş ölürse sizden yüz ölüyor, yine de bu sizin bileceğiniz iş, ama savaş ölçüsü çerçevesinde üzerimize gelirseniz her şey daha iyi olur ve Ankara’ya bu konuda mevcut sorunun çözümü doğrultusunda dayatmada bulunacaksın dedi.
General:
— Sizin söylediklerinizi dinledim, dikkate alacağım dedi.
Şeyh Zahir generalin karısına dönerek:;
— Kocanız bu sözünde durmazsa kendisinden boşanacak mısınız? diye sordu.
Kadın;
— Sizlere söz veriyorum, aynısını yapacağım yeter ki bize zarar vermeyin dedi.
Şeyh Zahir generale dönerek ;
— Buyur bu söylediklerini yani kabul ettiklerini eşinin yanında kâğıda dök dedi.
General bunu kabul eder ve kendisini ayakta bekleyen emir subayına seslenerek kâğıt kalem getirmesini istedi.
General emir subayına emir vererek;
—- Yaz evladım, dedi.
Şeyh Zahir generalin kendisinin bizzat yazması için itiraz ederek
— Kendin yaz dedi.
General ;
— Fark etmez ben yazarım, dedi.
Ayaklanmacıların istedikleri tüm şartlar iki ayrı kâğıda yazıldı. Antlaşmanın altında Şeyh Zahir’ in ve generalin imzaları yer aldı. Bir nüshası ayaklanmacılarda, diğeri ise generalde kaldı.
Gerçi böyle bir antlaşmanın hiçbir önemi yoktu ve bunu ayaklanmacılarda çok iyi biliyordu. Koskoca Uluslararası antlaşmalara uymayan devlet, bu geçersiz kâğıt parçasına mı uyacaktı? Generalin yüz metreden sonra parçalayarak atacağı kâğıdın akıbeti zaten biliniyordu. Amaç, psikolojik ve başarı anlamında general ve diğer askeri güçleri alt etmekti.
Sıra görüşmenin ikinci safhasına gelmişti. Bu safha da sağ salim sonuca bağlanırsa artık mesele kalmayacaktı.
Şeyh Zahir:
—- Şu cemseler de kaç asker var? dedi.
General:
— Yüz on asker var, dedi.
Şeyh Zahir;
— O zaman yüz tane silah ve mühimmatın çoğunu bize bırakacaksın dedi.
General her ne kadar bu talebe karşı itiraz etti ise de bunu Şeyh Zahir’e kabul ettiremedi. Talep edilen miktarda silah ve mühimmat araçlardan yere indirildi.
Saatler öğleden sonra üçü gösteriyordu. Artık esir general ve beraberindeki esir askerin serbest bırakılma zamanı gelmişti. Şeyh Zahir istenilen silah ve mühimmat ile beraber üç adet dürbünü teslim aldıktan sonra generale dönerek;
— Artık gidebilirsin , seni bu kadının hatırı için serbest bırakıyoruz ve bir dahaki sefere böyle ucuz kurtulamayacaksın bunu bilmeni isterim.
İkide bir el ayak taarruzuna geçen kadın bir daha Şeyh Zahir’in eline sarıldı ve zorla eline çiçek tutuşturdu.
General canını kurtarmanın sevinci ile kolundaki saati çıkarıp Şeyh Zahir’e verdi. Şeyh Zahir’de saatini ona vererek, saatler barış adına değiştirildi. .
Şeyh zahir generale dönerek;
— Ben mevzime ulaştıktan sonra siz hareket etmeye başlayın, dedi. Şeyh Zahir ve arkadaşları generalden ayrılırken, Bekir adındaki ayaklanmacı konvoy ayrılana kadar orada kalacaktı.
General , karısını iki defa şeyh Zahir’e verdiği bu çiçekleri düşünerek Kürtlerin ve Şeyh Zahir’in kırmızı kanma bulayarak ikinci bir kez takdim etmenin muhasebesi ile Benzi solmuş korkmuş bir şekilde Jipine atladı ve konvoy tekrar harekete geçti. Konvoy daha yirmi metre ilerlemeden cemsenin birinden bir silah sesi yükseldi. Buna karşılık orada bekleyen Kürt ayaklanmacı Bekir’de silahın patladığı cemseye doğru  iki el ateş etti, bu ateş sonucunda cemsede bulunan bir teğmen yaralandı.
Ateş sesini duyan general hemen arabasından indi yine »Kimse araçlardan inmesin« ve »sorun yok sorun yok« diye olayı yatıştırmaya çalıştı.
Şeyh Zahir tekrar Generalin yanma gelerek kendisini sert bir şekilde azarlayıp şöyle dedi.
— Sizlere hiç bir zaman güven olmaz , biz sizleri serbest bırakıyoruz, sizler ise buna karşılık bize ateş ediyorsunuz. Bu erkekliğe sığmaz dedi.
General Şeyh Zahir’in çok gergin olduğunu görünce kendisini yatıştırmaya çalışarak, şöyle dedi.
— Siz sakin olun, ben ateş edeni bulurum, lütfen siz sakin olun, dedi.
Generalin emri doğrultusunda ateş eden asker bulundu ve araç komutanı olan üst teğmen ile birlikte çağrıldı. General ateş eden askere sorarak,
— Sen neden ateş ettin oğlum? dedi.
Generalin sorularına cevap vermeye çalışan asker ise,
— Komutanım silah elimde patladı, ben isteyerek patlatmadım dedi.
Bu defa general üst teğmene dönerek,
— Sen bu askere disiplin denen şeyi öğretmedin mi? diye üst teğmene bağırarak elini üsteğmenin omuzundaki rütbelere atıp kopararak yüzüne fırlattı ve konvoyun hareket etmesini emretti.
General tekrar Şeyh Zahir’e dönerek bu olaydan dolayı üzüntü duyduğunu bildirip tekrar izin isteyip yola koyuldular.
General Salih Omurtak’ın Şeyh Zahir’in destesi tarafından esir alınışım , Devletin resmi tarih yazıcısı ve emekli kurmay albay Reşat Halli olayı özünden uzaklaştırarak çarpıtılmış bir şekilde Devletin resmi tarih sayfalarına şu şekilde yansıtmıştır; Kars’tan İğdır’a otomobil ile gelmekte olan hudut komisyonuna ait yirmi beş kişinin Şeyh Zahir’in adamlarının baskınına uğradığını, çarpışmada bir subayın yaralandığını yazar.

Sonuç olarak Kürt ayaklanmacılar bu eylemden kazançlı çıkmışlardır.

1- Bölgede en büyük nizamı orduya sahip devletin generali, esir alınıp kendisine esir muamelesi yapıldı.
2- Ayaklanmacılar bu konudaki savaş gücünün yeterli olduğunu ortaya koydu.
3- Her zaman ve her yerde ayaklanmacılar, istediklerini yapılabileceğini ortaya koydu.
4- Yüz adet tüfek ve bunlara ait mühimmat ile birlikte üç adet dürbüne el konulması eylemin kapsamını ortaya koydu.

Generale gelince çok şey kaybetmişti.

1- Otuz yıllık kariyeri askerlerin gözü önünde yerle bir olmuştu ve üstelik karısının yanında.
2- Ayaklanmacılara mecburiyetten verilen silah ve mühimmat ayrı bir kayıptı.
3- Bir subay yaralanmış bir üst teğmenin rütbesi sökülmüştü.
5- Ordunun kendine olan güveni sarsılmıştı.
Bu durum general için ileriki günlerde ayaklanmacıların üzerine gayri nizami bir şekilde kapsamlı bir askeri yığınakla gidileceğinin habercisiydi.
Bir çok ayaklanmacıyla birlikte Şeyh Zahir ile dört kardeşinin kanının döküleceği yaklaşım, ertesi gün şafakla beraber belirmeye başladı. Özellikle Şeyh Zahir’in gurubuna yönelik askeri saldırı giderek katılaşıyordu. Şeyh Zahir’in bulunduğu bölgelere daha fazla askeri operasyonlar düzenlenmeye başlandı.
Şeyh Zahir’e yardım ve yataklık edenler askerler tarafından öldürüldüler. Bu da Şeyh Zahir destesinin orduya karşı sürekli elde ettiği başarılara karşı tepki idi.
Şeyh Zahir tüm çatışma ve baskınlarda bizzat kendisi ve beş kardeşi başta olmak üzere en ön saflarda çatışırken hayatlarını kaybetmişlerdir. Sadece Şeyh Abdurrahman adında tek bir kardeşi hayatta kalabildi.
Aşiretsel giicü olmamasına rağmen cesareti ve olağanüstü savaşkan yönü itibariyle ayaklanmacılar tarafından daima komutan kabul edildi ve son derece saygın bir kişiliğe sahipti.
Şeyh Zahir’e yardım ve yataklık edenlerden askerler tarafından kimlerin ve nasıl öldürüldükleri M. Kalman’ın Ağrı Ayaklanması kitabında şu şekilde aktarılmıştır.

»Şeyh Zahir’in destesine yardım ve yataklık ediyor, onları koruyorlar diye çokları hakkında ihbarlar yapılıyordu. Kişisel kıskançlık ve kırgınlıklar böylelerinin sayısını artırıyordu.« Bir ara Ahtalar Baş köyden Zübeyt Adıgüzel, kardeşi Mıho; Ahtalar Orta Kentli köyünden Qedo, yine aynı köyden İsmaile Bıro; Sağırtaş köyünden İsmaile Bıraki; Tendürek köyünden Eliye Usıv’da şikayet edildiler. Bu köylerin o günkü isimleri sırayla Gunde Orte, gunde jerin Kevre Ker ve Tendürek'ti. Tendürek’li Eliye Usıv on altı-on yedi yaşlarındaydı henüz. En yakın yer olan Pernavut nahiyesinde (Şimdiki adı Gaziler) bir bölük asker vardı. Kumandanı da Yüzbaşı Kemal Binatlı idi.
(Bin atlı daha sonraları general rütbesi ile 27 mayıs 1960’ta İstanbul merkez komutanlığı yaparken askerî darbecilerce tutuklandı ve cezalandırıldı. Üniversite öğrencilerine işkence yaptığı savıyla yargılandı)
İşte bu Kemal Bin atlı yüzbaşı ihbar edilen herkesi kurşuna dizmekle ünlüydü. Pernavut’un altındaki Ağabey Deresinde bir süre önce yine o yakın köylerden on iki kişiyi kurşuna dizmişti. Şimdi de isimlerini verdiğim köylüler getiriliyordu Pernavut’a.
Yine orada seyyar jandarma komutanı Arap asıllı bir yüzbaşı daha vardı., adı Mehmet Beydi. O yüzbaşı Kemal Binat- lımn bu kan dökücülüğüne engel olmak istiyordu. Kemal Beyin eline düşmeden bu köylüleri Tümen komutanlığın merkezi olan Beyazıt’a Şimdiki adı Doğubeyazıt’a erkence göndermeyi arzuluyordu. Yolların çok elverişsiz olduğu o dönemde soğuk kış mevsiminde birbirlerine bağlı, elleri kelepçeli bu zavallılar perişan bir durumda yürütülürdü. Bugün kısaltılmış haliyle yüz otuz -yüz kırk kilometre olan bu yolu ancak birkaç günde alabilen köylüler Beyazıt tümenine teslim edilirler ifadeleri alınır, ifade verenlerden Eliye Usıv’a sıra geldiğinde ortalık iyice kararmıştır. İfadesinin alınmasını ertesi güne bırakırlar ve kendisini karanlık bir bölüme götürerek içeri atarlar kapısını kilitledikleri bu hangar gibi yerde silâhlı iki nöbetçi beklemektedir.
Eliye Usıv bu karanlık yerde bir köşede bir şeylerin üzerinde oturur, ancak ne olduğunu bilmez. Bunların karpuz büyüklüğündeki bu sert ve soğuk şeyleri ayırt edebilmek için elle yoklar. Hem soğuktan titrer ve hem de bunların insan kafaları olduğunu hissedince birden ürküntü duyar ve çok korkar.
Komşu köylü ve akrabası olan Zübeyt ‘in orada olduğu zannıyla.
— Zübeyt diye seslenir.
Karanlıkta bir ses yanıt verir. Kürtçe:
— Sus ulan deyyus.
Eli susar, titrer, üşür, çeneleri tıkırdayıp durur ve korkudan ne yapacağını bilmezken gece yarısı kapıyı birileri açar, ellerinde küçük idare lambaları ile resmi üniformalılar içeri girerler. En öndeki;
— Gel Eli Beşo der.
Köşedeki Eli Beşo Sakan aşiretindendi ve yörede yiğitliği ile tanınıyordu.
Eli Beşo ayağa kalkarak birkaç adım öne çıkar. Öndeki yeniden;
— Saatini ver bakalım, der.
Eli beşo:
—- Ben saatimi vermem Gelin öldürün ve saatimi alın, yoksa ben kendim vermem, der.
Gelenlerden izin ister ve orada uygun olmayan yerde soğukkanlı davranışlarla namaz kılar sonra alıp götürürler Eli Beşo ‘yu.
Çocuk yaştaki Eliye Usıv o karanlık yerde yapayalnız sıranın kendisinde olduğu düşüncesi ile bekler. Bir ya da bir buçuk saat sonra kapı yeniden açılır ve Eli Beşo’nun kesik kafası bir torbanın içinde karanlık odaya fırlatılır ve o sırada on altı - on yedi yaşlarında bir gencin içerde olduğunun farkına varırlar. Eliye Usıv'ı alarak arkadaşlarının bulunduğu yere getirirler, yarı ölü bir hâldedir. Soğuk ve korkudan benzi solmuş; zor soluk almaktadır. Arkadaşları onu aralarına alır ısıtırlar, teselli ederler. Eliye Usıv Kutlay 1991 yılı ilkbaharında öldü.*

Yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi Şeyh Zahir in devlet tarafından nasıl hedef alındığı ve köylülerin bile kendisine yardım ettiklerinden dolayı nasıl hunharca öldürülmektedirler. Bu anlamda generalin esir alınışından sonra Şeyh Zahir in destesine yönelik ordunun tutumu çok katı boyutlara ulaştı.
Generalin konvoyu gözden kaybolduktan sonra Kürt ayaklanmacılar elde ettikleri zaferin sevinci ile toparlanıp ele geçirdikleri silâh ve mühimmatı alarak tekrar Ağrı Dağına doğru yola koyuldular.

Gece boyu yürüyen grup gün doğmadan önce yürüyüşlerini bırakarak gün boyunca oldukları yerde hareketsiz olmak zorunda oldukları için beş nöbetçinin haricinde herkes kayalıklar arasına dalarak uyumaya başladı.

Mustafa Balbal'ın ARARAT’TAKİ ESİR GENERALDEN KAN ÇİÇEKLERİ adlı kitabından alıntıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder