1 Şubat 2013 Cuma

Ağrı'nın Baş Eğmez Gelini: Yıldız Alpdoğan

Bu fotoğraf 1993'te Amed'te bir mahkeme salonunda yabancı bir fotoğrafçı tarafından çekildi.

4 genç asker. İki asker kadını göz altından süzüyor. Şüphe ile bakıyorlar. Ortalarında bir sivil adam oturuyor.

Ve bir kadın önlerinde. Hakim sorgusunda. Belli ki kadın ifade veriyor. Bu foto dünya basını olmak üzere pek çok yerde geçen bir kare. Peki fotonun hikayesi ne?

Hikaye ilginç aslında.
Temiz giyimi ve asil duruşu ile militarizmin resmiyeti önünde duran ve fotoda ki tek güvenli duruşa sahip kadın aslen Denizlili. Mahkemeye çıkıp yargılandığı zaman yaşı 21 idi. 88'de evlendi... Bir Kürt ile evlendi ve İzmir'e gitti. Yüksek Hemşire okulunda okumaya başladı. Kürt hareketi ile tanışması da evliliği ile doğrudan ilgili.
93 yılında Cizre yakınlarında yakalandı. Ona isnat edilen suç: PKK'ye yardım ve üyelik. Hatta katılım yapacağı söylendi.

Arkada duran ve oturmuş, yüzü bezmiş sivil siyah giyimli adam, bir korucu. Askerlerin arasına sinmiş, güveni ve gücü onlardan bilmiş ve görevini yapmış olmanın garip huzuru ile oturuyor orada öylece. Tam da olması gereken yerde. "Arkada"... Yani arkadan vuran adam kendisi. Bu kadının yakalanmasında rol alıyor.

Yargılanan bu kadın 12 yıl 6 ay ceza aldı bu yargılandığı mahkemeden. Adı Yıldız Alpdoğan. Kendisi Süleyman Alpdoğan ile evlenmişti...

Süleyman Alpdoğan, yani bildiğiniz adı ile şehit Hozan Serhad.

Süleyman Alpdoğan (Ş. Hozen Serhad) Kimdir?

 
D.T: 1970 Ağrı
Ö.T: 1999 Hakkari

Bir hozan... Bir sanatçı... Bir devrimci... Sürekli yenilik peşinde koşan bir yaratıcı... Kimimiz televizyon programında bir stran seslendirirken, kimimiz Ulusal Orkestra’yı yönetirken, kimimiz gecelerde tiyatro sahnesinde, kimimiz sazın telleriyle ’alay’ edercesine oynarken tanıdık O’nu... Yüreğini ülkesinin dağlarıyla buluşturup, Sefkan, Mizgin, Sarya ve daha nice isimsiz kahramanın oluşturduğu kültür ve sanat kervanında yerini aldıktan sonra, bir aydan bu yana da O’nu, ’Hewlêr’le yeniden ’keşfettik’. Kimdi bu özgürlüğün aşığı, özgürlük savaşçısı? O bir hozan... bir sanatçı... bir devrimci idi... Her şeyden önce O bir öğretmendi... Bir yenilik arayışçısı idi...


Serhad, 24 Temmuz 1970 yılında, Ağrı Patnos'lu olan babasının memuriyeti dolayısıyla bulunduğu Ağrı’nın Eleşkirt ilçesinde doğdu. Henüz bir yaşında iken, babası Mehmet İhsan (Nuri)’nın yaşamını yitirmesi, annesi Gülsün ve kardeşleriyle birlikte Patnos’a dönmelerine neden olur. İki kız, üç erkek olmak üzere beş kardeşten en küçüğü olan Serhat’ın, diğer ismiyle Süleyman Alpdoğan’ın çocukluk ve gençlik yılları da burada geçer. Türkiye’deki eğitim sistemine göre ilk, orta ve liseyi Patnos’ta bitirir.

Derslerinde oldukça başarılıdır. Okuldaki başarısı, çocukluğundan itibaren arkadaşlarıyla olan ilişkilerine de yansır. O, her zaman yeni ve farklı birşeyler peşindedir. Bu özelliği kendisini kültürel ve sanatsal aktivitelere de yönlendirir. Henüz 7 yaşında iken, ortaokula giden abisinin çaldığı bağlamaya merak sarar ve her fırsatında "tıngırdatmaya" çalışır. Ancak her seferinde abisinin sert tepkileriyle karşılaşır ve saz, boyunun ulaşamayacağı yüksekliğe asılır. Ancak O, pes etmez, direnir. Sonra sazın telleri kopartılır, yine nafile... İş kendisinden beş yaş büyük olan abisi ile kavgaya varır. Ancak O bir kere başlamıştır ve geriye dönüş yoktur... O dönemi abisi Arif Alpdoğan, şöyle anlatıyor; "Evde bir tek bağlamamız vardı. O bağlamayı almak için annemle bir yıllık emeğimizi sarfettik, O çok meraklıydı. Bağlamaya birşey olur diye korkuyordum. Çok kavga ettik... Pes etmedi. Fakat aradan bir yıl geçti, benden daha iyi melodiler çıkarmaya başladığını gördüm. Ondaki bu hırs ve azmi görünce, destek olmaya başladım."

İlk kasetini çıkardı

Yıl 1985-86’dır... Kürdistan ve Türkiye’de çocuk sanatçı furyası başlamıştır. Her gün yeni bir çocuk sanatçı gündemleşmekte, gençlik bu kanala çekilmektedir. Ulusal bilinç ve Kürt sorunundan uzak, politika ve siyasetin olmadığı bir ortamda büyüyen Süleyman da, bu furyaya yakalanır. Kaset yapmak üzere İstanbul’a gider. Bu gidiş aynı zamanda aileden de ilk ayrılışıdır. Abisinin arajmanlığını yaptığı ’Gülo’ isimli ilk kasetini, Murat Esen adıyla, bugünkü İMÇ (İstanbul Manifaturacılar Çarşısı) denilen plak şirketlerinin bulunduğu yerde çıkarır. O dönemle birlikte öne çıkan sanatçılardan birisi de Küçük Emrah’tır. İstanbul’da bir süre birlikte kalırlar. Ancak ekonomik şartların zorluğundan tekrar Patnos’a dönmek zorunda kalırlar.

1987’de liseyi bitirdiği sırada Patnos’ta devlet tarafından bir operasyon gerçekleştirilir. Birkaç arkadaşı yakalanır. Bu olay üzerine Bursa’da Belediye Konservatuarı ve aynı zamanda İdari Bilimler Fakültesi’nde okuyan abisi Arif, acilen yanına götürür. Çünkü, ulusal, ideolojik duygulara kapılması istenmez.

1988’de 1800 kişinin arasından ikinci sırada İzmir Ege Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuarı Bölümü’nü kazanır. Konservatuar’a girdikten sonra bağlama yerine, bir Azeri enstrümanı olan çift hörgüçlü ’tar’ üzerine eğitim alır. Bunun yanında kaval, gitar, bağlama, klavye de çalmaya başlar. Konservatuar yılları Süleyman için, kendini sorgulama ve bir çıkış yolu bulma dönemidir. Artık hem Kürtlük, hem de Kürt sanatı, müziği üzerine araştırmalarla başlar.

Tabular yıkılıyor

Kendisi gibi Konservatuar okuyan abisi Arif, "Türk halk müziğinde Ege yöresinin türkülerinin çok otantik, müzik motiflerinin çok iyi olduğunu, içeriğinde kahramanlık sergilendiğini, bunlara yönelmesinin kendisi açısından daha iyi olacağını" söyler. Süleyman ise, "Aynı makamların Kürtlerde de var olduğunu, hatta özellikle hicaz parçalarda biraz daha otantik, güzel ve duygusal işlendiğini" savunur. Araştırmalarını bu süreçte daha da hızlandırır. Serhat ve Botan yöresinin parçaları üzerinde durur. "Batmane Batmane" parçasını bu dönemde, Ege’deki gibi değişik enstrümanlar kullanarak, batı sazları eşliğinde yorumlamaya çalışır. Böylelikle daha zengin bir müzik kültürünün ortaya çıkacağı kanısındadır.

1991 Şubat ayına gelindiğinde Süleyman abisini şaşırtmıştır. Ulusal ve ideolojik sorunlardan uzak tutulmak istenen Süleyman, politik duruşuyla, inanılamayacak kadar abisini hayrete düşürmüştür. Tartışmalarında daha bir derinlik vardır. Buna bir de evlilik kararını açıklaması eklenince, ortalık adeta daha da karışmıştır. Çünkü bu bir tabuyu yıkmak demekti. O güne kadar küçük, büyükten önce evlenemez, bu bir gelenekti, töreydi ve şimdi Süleyman bunu da çiğniyordu. Burada da yine dediği yapılır. Üniversite’de tanıştığı okul arkadaşı Yıldız’la aynı ay Denizli’nin Kivrili ilçesinde aile dostlarıyla birlikte sade bir düğün yapılır.

İncelen ip kopuyor...

Artık Süleyman’la Yıldız için de karar anı gelip-çatmıştır... Ve o güne kadar düzenle aralarında giderek incelen ip, kopmuştur. 1991 yılının Temmuz ayında Partiye katılırlar. Yıldız, Cizre’de tutuklanır ve şu anda tutuklu bulunduğu Amasya Cezaevi’ne konulur. Toplam 12 yıl 6 ay hapse mahkum edilir.

Süleyman ise önce Haftanin’e, oradan Mahsun Korkmaz Akademisi’ne geçer. Müzik eğitimindeki yetkinliği göz önünde bulundurularak Avrupa’da kültür-sanat faaliyetleri için Hünerkom’a gönderilir. Böylece 4 yıl sürecek bir Kültür maratonu da başlamış olur.

Süleyman sadece müzikle sınırlandırmıyordu kendini. Aynı zamanda tiyatro oyunlarında da oynuyordu. Kendisine ölçü aldığı başarı grafiği burada devam ediyordu. Ancak her ne kadar Avrupa ortamı teknik açıdan insanı geliştirse de, olanaklar sunsa da, "Bir devrimci için ülkeye dönmek bir görevdir" diyordu. Yine Kürt müziğine, kültürüne, folkloruna karşı var olan tehlikeleri de sezerek şunlara dikkat çekiyordu; "Bizim güçlü bir kaynağımız var. O kaynağa dönüş, özellikle orada Kürt kültürünü ortaya çıkarmak, bize düşüyor. Bugüne kadar dengbêjler belli bir noktaya getirdiler, biz bunlara el atmazsak ortada kaybolacak. Zaten Türkleştiriliyor. İzzet Altınmeşe, Nuri Sesigüzel gibileri örnektir. Eski parçalarımızı çıkaralım, okuyalım, geleceğe aktaralım, bunlar kaybolmasın." O, klasik parçaları modernizmle yorumluyordu.

Ve Hozan Serhat 1996 yılında kaynağa dönüşü gerçekleştirdi. Zap’ta birkaç ay kaldıktan sonra, Hewlêr’de bulunan Mezopotamya Kültür Merkezi’ne gider. Güney Kürdistan’ın hemen her yerinde gecelere, morallere katılır. Behdinan ve Süleymaniye’de canlı ve dinamik tarz ve temposuyla faaliyetlerini aralıksız devam ettirdi. Süleymaniye’de Güzel Sanatlar Akademisi Orkestrası’nın dikkatini çeker ve ilk kez bu orkestrada bir tamburwana yer verilir.

16 Mayıs 1997’de PDK peşmergeleri MKM ve Heyva Sor kurumlarını ablukaya alır. MKM de bulunan sanatçıların bir ksimi öldürülür. Ancak katliamdan dört gün önce Süleymaniye’ye geçen Hozan Serhat (Süleyman), yine yüzünü gösteren ihanet üzerine yazdığı "Hewlêr" yaşanılanları tüm gerçekliği ile ortaya koymaktadır.

Hüseyin Kaytan ve Kameraman Halil Uysal’ın gruplarının Botan’a gitmesi kararlaştırılır. 91 yılından bu yana kamera ve fotoğraf makinesinin girmediği Botan’ı duyan Hozan Serhat da gitmeyi önerir, ancak önerisi uygun görülmez. Botan’a gidip klip çekmek istediğini bildirir. Israrlar sonunda kabul edilir.10 Temmuz 1999 günü Hakkari’ne şehit düşer.,





2 yorum:

  1. vay be çok şaşırdm daha neler görecez bakalım

    YanıtlaSil
  2. Mekanı cennet olsun iyiki geçtin bu dünyadan güzel insan ☀️✌️❤️

    YanıtlaSil