29 Aralık 2012 Cumartesi

Ağrılı Bir Lider; İhsan Aksoy


1944 Ağrı doğumluyum,Ankara İktisadi ve Ticari ilimler Akademisi mezunuyum.
1966 yılında  –Yeni Akış- dergisinde yayımlanan Kürtçe küçük bir şiir denemesiyle Kürt demokratik oluşumuna aktif adım atmış oluyordum.



 Bir Lider Bir Portre: İhsan Aksoy

1975’ lerdeki TKSP’nin (Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi) kurucusu ve siyasi lideri, bugün KADEP (Katılımcı Demokrasi Partisi) basından sorumlu Genel Başkan Yardımcısı İhsan Aksoy’la Kürt Yakın Tarihi ve kendisi üzerine bir söyleşi

Aksoy: ‘’Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO), demokratik ve özgürlükçü diri bir    ses olarak Kürt ulusal demokratik uyanışında tarihsel bir yer edinmiştir''

İhsan Aksoy’un Biyografisi

1944 Ağrı doğumluyum,Ankara İktisadi ve Ticari ilimler Akademisi mezunuyum.

1966 yılında  –Yeni Akış- dergisinde yayımlanan Kürtçe küçük bir şiir denemesiyle Kürt demokratik oluşumuna aktif adım atmış oluyordum.Yine aynı yılda Türkiye İşçi Partisi Mersin il örgütünün üye olarak çalışmalarına katıldım.Daha sonraları aynı örgütün Mersin il yönetiminde de görev yaptım.

1969’da Ankara Devrimci Doğu Kültür Ocağına üye oldum ve örgütün eğitim işlerinde görev aldım.

1970 yılında ANT dergisinde Kürtlerle ilgili bir yazımdan dolayı daha sonra hakkımda dava açıldı.

1971 Haziran ayında tutuklandım.DDKO davasından yargılanarak 11 yıl 4 ay ağır cezaya çarptırıldım.

1974 yılında çıkan genel afla salıverildim. Kısa dönem askerlikten sonra Mersinde kitap ve kırtasiye dükkanı çalıştırdım.

1975 yılında Özgürlük Yolu Dergisinin kadrosunda yer aldım.Dergide bazı makale türü yazılarım,Kürtçe şiirlerim ve Türkçe’den Kürtçe’ye “küçük Kara Balık” çevirim yayımlandı.Aynı zamanda Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisinin kuruluş çalışmalarında yer aldım.

1976 yılında Ağrı’da kısa süre çıkan “Demokrasi” gazetesinin çalışmalarını yürüttüm.

1977 yılında Ağrı belediyesinde çalışırken Genel İş sendikası Ağrı temsilciliği yaptım.Bir kaç kez kısa süreli tutuklanıp salıverildim.Aynı dönemde Bitlis’te de tutuklanma kararları çıkınca Ağrı belediyesinden ayrılmak zorunda kaldım.

1978 yılında Adana da kısa süre memurluk ve öğretmenlik yaptım.Aynı yıl Özgürlük Yolu grubunun ve TKSP’nin çalışmalarından ayrıldım.

1979 yılında bazı arkadaşlarla Ankara’da Pêkanîn yayın evini oluşturduk.Bu yayın evinde Necip Erdem imzasıyla –Ulusal Sorun ve Türkiye’de Ulusal Sorun- isimli bir kitabımla A.Kasımlo’nun İran KDP’si 4.Kongre kararları ve İran’a ilişkin bir kitabı yayımlandı.

Faşizan gelişmelerin yoğunlaşmasıyla 1980 Mayıs ayında İran üzerinden Türkiye’den ayrıldım.Bir süre Mahabat’da KDP kontrolündeki bölgede yaşadıktan sonra Tahran üzerinden Almanya’ya gelerek siyasal sığınmacı  isteminde bulundum.

1980’den itibaren Frankfurt,Duisburg,Bremen,Aschafanburg ta kurduğumuz “Mala Gelê Kurd” derneğinde çalışmalar yaptık.Gazîya Welat ve wekhevi dergi ve gazetelerini çıkardık.

1983’te buradaki çalışmalardan da ayrılarak Bir süre Frankfurt’ta yaşadım.1985 yılında Kürdün Türküsü isimli roman’ım Welat yayınlarında Bonn Kürt Enstitüsü tarafından yayımlandı.Aynı yıl PKK yandaşı Berxwedan dergisinde Kürt sorunuyla ilgili makale türü birkaç yazım yayımlandı daha sonra burada yazmayı bıraktım.

1989 yılında Darmstadt civarında bir bölgeye yerleştik kısa süreli bahçe yapı işlerinde düz işçi ve plastik fabrikasında işçi olarak çalıştıktan sonra,bir yakınımın yardımıyla Darmstadt kent merkezinde Ararat ismiyle Kürt mutfağı yapan bir küçük lokanta açtım.Orada 17 yıl garson ve işletmeci olarak çalıştım

2004 yılının Şubat ayında hakkımdaki tutuklama taleplerinin zaman aşımına uğraması dolayısıyla Türkiye’ye döndüm.İki günlük Terörle Mücadele şubesinin soruşturmasından sonra serbest kaldım ve Mersin’e yerleştim

Mersin’de bazı eski arkadaşlarımın maddi katkılarıyla Açılım Dergisi ve Açılım Dergisi Yayınlarını oluşturduk.Ayda bir olmak üzere 12 sayı yayım yaptık.Açılım Dergisi yayımlarında da Kürdün Türküsü’nün Türkiye’deki baskısını yayımladık.

2007 yılında Ankara’ya gelerek Katılımcı Demokrasi Partisi’nde genel başkan siyasal danışmanlığı yapmaya başladım.Halen Ankara’da yaşamakta ve kadep’te çalışmalarımı sürdürürken düşün ve edebiyat çalışmalarıma da devam ediyorum..


Siz, KUKM’de, Kürdistan Tarihi içinde yer almış ve halen başka isimle devam eden  
‘’Özgürlük Yolu’’ ve illegal  TKSP (Türkiye Kürdistanı Sosyalist  Partisi)’nin lider  
 kadrosuydunuz. Ancak, Kürt aydınlarının bir legal  TİP (Türkiye İşçi Partisi) dönemi de var. Siz de 1966  yılında TİP’in Mersin İl örgütünde  aktif çalıştınız. Bize TİP içindeki  çalışmanızı ve daha sonra neden koptuğunuzu açıklar mısınız?

 İ.AKSOY: 1960’lı yılların Türkiye İşçi Partisi’nde o dönemin yurtsever Kürtleri yer aldılar. Bunun belirgin nedenlerinin başında 1960’tan sonra legalitede sosyalist  düşüncelerin basın aracılığıyla yaygınlaşması, Kürtlerde öğrenim görenlerin sayısal olarak artması,Türkiye’deki genel ve bölgeler arasındaki oransız toplumlar farklılıklara duyulan tepkilerin sosyalist düşünce ve aktivitelerde kendisini ifade etmesi,TİP’in programında    “Doğuda” yaşayan ve Kürtçe konuşan yurttaşların kendi anadillerinde kendilerini ifade etmelerinin belirtilmesi,feodalist sömürücü yapının değiştirilmesinin ifade edilmesi ve benzeri birtakım istemlerin TİP’in programında yer alması ve TİP yöneticilerinden bir çoğunun geçmişte baskıcı uygulamalara karşı olan şahsiyet olarak tanınmaları gibi nedenler Kürt aydınların büyük kesiminin TİP içinde  yer almasına ya da TİP’le dayanışma içinde olmasına yol açıyordu. Sosyalizmin ulusların kendi kaderlerini kendilerinin belirlemesi hakkı ilkesini temel alarak sosyalist bir yönetimin Türkiye’de gerçekleşmesi halinde Kürtlerinde kendi kaderlerini kendilerinin belirleyeceğini ve sorunu sosyalist bir çözüme ulaştıracağı inancı vardı. Bende,sosyalist düşüncelere eğilimi olan genç bir Kürt olarak TİP içinde yer aldım.
Ankara’da öğrenci kaydım olmasına karşın devam zorunluluğu olmadığından yakınlarımın bulunduğu Mersin’de yaşamaktaydım.Bu bakımdan da Mersin TİP il örgütünde üye ve son dönem yönetici olarak yer aldım.Bu dönemde TİP’in Mersin il örgütünün tüm çalışmalarına katıldım.
Zaman içinde TİP kadrolarında ayrışmalar oldu. Kürtler “doğulular grubu ”ismiyle tanındılar. Aybarcılar, sendikacılar ve Emek grubu adıyla bilinen gruplar oluştu. Gençliğin bir kesimi TİP’i “pasifist”,”revizyonist” gibi savlarla eleştirip silahlı mücadelenin gerekliliğini savundular.Bir kesim parlamenter seçilmek için fırsatlar kolladılar.Parti ilk zamanki hareketliliğini ve coşkusunu yitirmeye başladı.Bir umut olma mesajını veremedi.Parti içinde Kürt demokratik hak ve özgürlük istemlerini “ayrımcılık”,”bölücülük” vb .suçlamalarda bulunanların sesleri yükselmeye başladı.Buna koşut olarak Kürt aydınları da Kürt sorununu giderek daha içerikli bir biçimde algılayıp çözüm için yeni yol ve yöntemler üzerinde tartışıp görüşüyorlardı.TİP’ten uzaklaşan değişik devrimci kesimlerde Kürtlerin konumu ve sorunun çözümü konusunda TİP’e oranla daha cesur ve ileri önerileri tartışıyordu.”Ulusların kendi kaderlerini kendilerinin belirleme hakkı” teorik olarak ve değişik algılama biçimleriyle tartışılıyordu.Bu arada Kürtlerin bir ulus mu,yada halk mı olduğu konusu da uzun teorik tartışmaların odağında yer alıyordu.

Fikir Kulüpleri içinde ve diğer gençlik örgütlerinde de Kürt sorunu ve bu sorunun çözümü konusu başat bir yer alıyordu.Fikir Kulüplerinde ve diğer bazı ilerici gençlik örgütlerinde Kürt sorunundan dolayı ayrışmalar yaşanıyordu.1969-70 yıllarında Kürt yurtsever gençliğinin kendi örgütünü kurması genel bir anlayış birliğiyle sonuçlandı. DDKO’nun Ankara ve İstanbul’da kurulup daha sonra Kürdistan’daki kent ve kasabalarda kurulmaya başlanmasıyla Kürt yurtsever,devrimci gençliğinin büyük kesimi burada yer aldı.DDKO’ların kuruluşundan önce Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi ilegalitede faaliyet gösteriyordu daha sonra Şıvancılar olarak bilinin Türkiye’de Kürdistan Demokrat partisinin de ilegalitede faaliyetleri vardı.Ama bunlar gençlik kesiminde fazla etkin değillerdi.Son zamanlarda Şıvancılar DDKO’lar içinde bir kesim aracılığıyla etkinliklerini arttırmaya ve yandaş bulmaya çalıştılar.Böylece Kürt devrimci gençliği fiilen “ayrı” örgütlenme yoluna girdi.TİP bu dönemde içindeki ayrışmalar ve daha bir çok nedenden dolayı sürekli kan yitiriyordu.Kürt hareketi de Irak Kürdistan’ında ivme kazanıyor ve çok ciddi bir ulusal güç haline geliyordu.

Benim gibi bir çok Kürt yurtseveri TİP ile ilişkilerini koparmadı ama DDKO’da kendisini daha iyi bir biçimde ifade etmiş olduğu noktasından hareket ediliyordu.TİP olağan üstü kongresinde “doğu ve güneydoğu Anadolu bölgesinde Türklerden ayrı etnik bir yapıya sahip olarak Kürt yurttaşların yaşadığı..”biçiminde bir karar geçirildi.Bu kararın alınmasında TİP’li Kürt yurtseverlerinin katkı ve dayatmaları vardı.Ama klikleşmeler,eleştirel suçlamalar,ayrılmalarla birlikte devletinde baskı ve sindirme girişimlerinin yanı sıra faşist militanların devlet destekli saldırılarıyla da TİP çözülme sürecine girdi. Yoğun toplumsal   kargaşa içinde de işlevsiz kaldı ve daha sonrada muhtırayla birlikte TİP yöneticileri de tutuklandılar ve Kürtlerin varlığını ilan eden kongre kararından dolayı da anayasa mahkemesi tarafından siyasi partiler yasasını ihlal ettiği gerekçesiyle parti kapatıldı ve yöneticileri sıkıyönetim mahkemesinde ağır cezalara çarptırılarak 1974 genel affıyla birlikte salıverildiler.Böylece TİP tarih sahnesinden çekilmiş oldu.Aftan sonra kurulan TİP eski TİP’in yarattığı havayı yaratamadı.Prosovyetik bir marjinal parti olarak 1980 askeri darbesine kadar legal olarak çalışmalar yürüttü.TKP ile oluşturduğu birlikten belli bir süre sonrada tamamen silindi.Bu süre içinde de Kürt ulusal demokratik hareketi Kürt yurtseverlerini değişik Kürt ayrı örgütlerinin çatısı altında toplayarak büyüyerek yoluna devam etti..


Bilindiği gibi, DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları)’lar, Kürdistan tarihinde önemli bir süreç. Kuzey Kürdistan’da Dersim  Direnişi sonucu oluşan sessizliği kırıp, KUKM  için (Kürdistan Ulusal Kutuluş Mücadelesi)  o dönem için bir kıvılcım olmuştur.Bu süreci   Kürdistan tarihindeki önemi  ve yeri açısından  değerlendirir misiniz? Siz  de DDKO Davası’ndan  yargılandınız.

İ.AKSOY: DDKO’lar  Kürdistan ulusal demokratik hareketinde tarihi bir öneme sahiptir. Uzun bir sessizlikten sonra önce Ankara ve İstanbul’da olmak üzere ağırlığını yüksek öğrenim görmekte olan Kürt gençlerinin öncülük ettiği ve desteklediği örgütlerdir.1900’lerin başlarında oluşup faaliyet gösteren “Kürdistan Teali cemiyeti”nden yıllar sonra Kürt yurtsever gençlerinin öncülük ettiği ağırlığını tüm Türkiye’de duyuran saygın ve sorumluluğunun bilincinde devrimci örgütlenmelerdir. Küçümsenmeyen işler başarmış,demokratik ve özgürlükçü diri bir     ses olarak Kürt ulusal demokratik uyanışında tarihsel bir yer edinmiştir. Faaliyetlerini sayıp dökmeden şunu söylemek olanaklıdır,o günkü Türkiye devrimci hareketinin   en nitelikleriyle yarışacak kalite ağırlığında bir örgütlenmeydi.
En önemlisi tüm kışkırtmalara karşın anarşiye prim vermediği gibi baskılara da boyun eğmeden demokratik savaşımını kapatılıncaya kadar özveri ve cesaretle yürütmüştür.Nitelikli ve yetişkin sorumluluğunun bilincinde değerli üyeler ve yöneticileriyle de demokratik kamuoyunun saygı ve sevgisini kazanmış  ve daha sonra sıkıyönetim mahkemelerindeki genel davranış ve savunmalarıyla da bu sevgi ve saygıyı hak ettiğini kanıtlamıştır.Bir çok yandaş ve yöneticisi Kürt özgürlük savaşımında tüm yaşamı boyunca militanlık ve yönlendiricilik yaparak da gelecek nesillere zengin bir devrimci miras ve yurtseverlik bilinç birikimi ve inanç kaynağı bırakmıştır.DDKO’ların önemi ve değeri Kürt ulusal demokratik hareketi boyutlandıkça  kendisini daha da gösterecektir…DDKO aynı zamanda değişik görüşlere sahip devrimci Kürtleri aynı çatı altında demokratik bir birlik halinde tutmak gibi bir değere de sahiptir..


DDKO  Davası’nda  İddianameye karşı  altı  kişinin ‘’Cevap’’ olarak  ilk kapsamlı siyasi 
savunmaları  hem daha sonraki sürecin siyasi savunmaları ve hem de Kürdistan devrimi  açısından sizce tarihsel süreç açısından nasıl bir rol oynadı? 

İ.AKSOY: DDKO davasında altı arkadaşımızın iddianameye cevap niteliğindeki savunmaları, DDKO davasında siyasal savunma yapılması konusunda atılan ilk adım niteliğinde ve tarihsel bir öneme sahiptir.Bu iddianameye cevap verildikten sonradır ki DDKO sanıkları grupsal siyasi savunma yapma kesin kararına vararak daha sonra mahkeme sürecini de siyasal tartışma alanına çevirmişlerdir.Sıkıyönetim mahkemelerindeki DDKO duruşmalarının her oturumu Kürt sorununun tartışılıp,Kürt demokratik hak ve özgürlüklerinin bilimsel bir ağırlıkla savunulduğu arenalardır.. Bunun ilk adımını altı arkadaşımızın iddianameye cevap niteliğindeki savunmaları teşkil etmektedir

1975 yılında ‘’Özgürlük Yolu’’  ve  TKSP’nin lider kadrosu arasındaydınız,  o dönemi  
 bize biraz  anlatır mısınız? 

 İ.AKSOY: DDKO davası sürecinde askeri tutukevinde ve daha sonra ceza evinde tutuklu bulunan siyasiler tutukluluktan önceki Kürt sorununa ilişkin değerlendirme ve tartışmaları daha ayrıntılı ve belirgin bir biçimde sürdürdüler.Temel tartışma konusu Kürdistan’ın sömürge mi,bağımlı bir bölgemi, yada  başka bir statüye sahip olup olmadığına dair tartışma ve değerlendirmelerdi ve buna bağlı olarak Kürt demokratik hareketinin ayrı olarak örgütlenmesi gereğinin olup olmadığıydı.
1960’lı yıllardan itibaren sosyalist düşüncelerin Kürtler arasında da yandaş bulması,Kürt ulusal demokratik hareketinin Türkiye’nin genel devrimci hareketinin bir parçası olduğu ve Türkiye işçi ve emekçi kitlelerinin devrimci hareketiyle örgütsel bir birlik içinde mücadele ederek Türkiye genel devrimci hareketinin başarıya ulaşması doğrultusunda ilerlemesi düşüncesi vardı.Ayrı örgütlenmenin sosyalizme aykırılığı dile getiriliyor ve buna örnek olarak Sovyet Devrimi öncesinde Lenin ve arkadaşlarının “Buntçu”lara karşı verdikleri mücadele ile Stalin döneminde Sultan Galiev’e karşı tutumlar dile getiriliyor ve sosyalist düşüncenin klasik yapıtlarından örnekler veriliyordu.Yine Stalin ve Lenin’in ulusal soruna dair yapıtlardan örnekler verilerek Kürtlerin uluslaşmalarını henüz tamamlayamamış,tarihsel olarak oluşan bir halk topluluğu olduğuna dair görüşler vardı.
Ancak “milliyetçi” olarak bilinen KDP ve Şıvancı kesim zaten fiilen kendi başlarına ayrı örgütlenmelerini gerçekleştirmiş ve belli kesimleri örgütlemişlerdi. Mustafa Barzani öncülüğündeki Irak Kürdistan’ındaki Kürt ulusal özgürlük mücadelesi de Türkiye Kürdistan’ındaki tüm kesimler tarafından onaylanıyor ve bu harekete yakınlık duyuluyordu. Özellikle Türk sol kesimleri Kürtlerin kendi başlarına ayrı örgütlenmelerinin Türkiye devrimci hareketini zayıflatan ve bölen bir gelişme olduğunu ve Kürt milliyetçiliğini “sosyalist harekete” karşı çıkardığı gibi eleştiri ve suçlamalarda bulunuyordu.Kürt devrimcilerinden bir takımları da bu düşünceleri onaylıyordu.
Ancak tutuklamalar döneminde Kürt yurtseverlerinin büyük bir kesimi Kürdistan’ın bir sömürge olduğunu ve Türkiye Kürdistan’ında ayrı Kürt örgütlenmesinin “sosyalizm”e ve genel devrimci harekete karşıt bir şey olmadığı, bir zorunluluk ve doğal bir örgütlenme hakkı olduğu biçimindeki görüş ve inanış yandaş ve genel bir onay gördü.
1974 genel affıyla salıverilen DDKO hükümlüleri böyle bir tartışma ve değerlendirme ortamından dışarıya çıktılar.
Yurt dışında bulunan bazı Kürt yurtseverleri de genel aftan yararlanarak Türkiye’ye döndüler. Görüşmeler, tartışma ve değerlendirmeler ,birbirlerine düşünsel yakınlık duyan unsurlar arasında derinleşerek sürdü. Biz yedi arkadaş,Türkiye Kürdistan’ının sömürge konumunda olduğu ve demokratik hak ve özgürlük mücadelesinin ayrı bir Kürt örgütlenmesini gerektirdiği,bunun için zaman geçirmeden örgütlenerek Kürt yurtsever düşüncelerini geniş Kürt yığınlarına ulaştırıp onları örgüt çatısı altında toplama gerekliliği konusunda görüş birliğine vardık.
Aynı şekilde ayrı bir Kürt örgütünün mücadelede bağlaşığının Türkiye ilerici,yurtsever,devrimci hareketinin oluşturduğunu belirledik.

Bu Kürt örgütü,anti-sömürgeci,anti-emperyalist ve her türden zorbalığa ve anti-demokratik uygulamalara karşı savaşımı esas alıyordu.Dünya sosyalist sistemi,antifaşist güçler ve uluslar arası devrimci güçler örgütün doğal dostları konumunda olduğu belirlemesinden hareket ediliyordu.
Legal planda koşulların elverdiği tüm olanaklardan yararlanılacak,gençlik dernekler etrafında örgütlendirilip,bilinçlendirilerek parti saflarına yönlendirilecekti. Basın ve yayın aracılığıyla örgütün düşünceleri kitlelere ulaştırılacak,Kürt kitlelerinin bilinçlendirilmesine çalışılacaktı. Ayrıca seminerler,konferanslar,demokratik kitle gösterileriyle kitleleri demokratik hareketlilik içinde tutacaktık.Yine yayın aracılığıyla Kürt dili,tarihi ve edebiyatıyla ilgili araştırma ve değerlendirmelerle yazılı örnekler sunulacaktı.
Böylece Türkiye Kürdistan’ı  Sosyalist Partisi (TKSP) kuruldu.Önce Özgürlük yolu Dergisi yayımlandı.Daha sonra Özgürlük Yolu yayınları kuruldu ve Türkçe ve Kürtçe yayınlanan Roja Welat gazetesi yayımlanmaya başladı.Devrimci Halk Kültür Dernekleri (DHKD) İstanbul,Ankara,Adana,Diyarbakır gibi şehirlerde kurularak TKSP’nin legalitedeki gençlik örgütleri gibi çalışmalar yaptılar.Ayrıca Töb-Der,Tüm-Der ,mühendis odaları gibi demokratik meslek kuruluşlarında ilerici Türk örgütleriyle bağlaşıklar halinde yönlendirme ve yönetimlerinde söz sahibi olmak için çabalar harcandı.
TKSP illegal olmasına karşın legal demokratik çalışmaları da önemli uğraş alanları olarak benimsiyordu.Kürt dilinde yazılı edebiyat örnekleri,tarih ve Kürt dili çalışmaları yayımladı.Türkiye Kürdistan’ının gelecekteki nihai kurtuluş statüsü somut koşullara göre belirlenecekti.Yani federalizm,bağımsızlık,otonomi,yada sadece demokratik hakların kullanımı somut koşulara göre belirlenebilecekti.Mücadele yöntemi de (silahlı,silahsız vb.) yine somut koşullara göre belirlenip yaşama geçirilecekti. Kısacası net ilkeler yerine genel teorik, belirlemeler  programa egemendi.
TKSP prosovyetik bir çizgi izliyor ve Kürtlerin gerçek kurtuluşunu sosyalist bir düzende görüyordu. Yandaşları arasında silahlı eylem yanlıları olmasına karşın örgüt, silahlı eylemlerden uzak,daha çok “aydın” karakterli bir yapıdaydı.
Özet olarak,TKSP Kürt Ulusal demokratik bilincinin belli kitlelerde oluşmasında katkılarda bulunan 1975’te kurulmuş olan bir sosyalist Kürt partisi olarak Kürt mücadele tarihinde yer aldı.Burada amacım kurucuları arasında yer almış olmayı geçmişimin onurlu bir olayı olarak benimsediğim TKSP’yi eleştirmek,yada övgüler dizmek değil, sadece partinin oluşum sürecini belirlemeyi amaçladım..


1977 seçimlerinde ‘’Sömürgeci Parlamento’’nun nitelikleri ve CHP’nin  ‘’Ö zgürlük 
Yolu’’na göre  faşizme karşı desteklenmesi üzerine ‘’Rızgari’’ dergisiyle aranızda  çok 
yoğun tartışmalar  olmuştu.  Neydi bu tartışmalar? 

İ.AKSOY: Türkiye’de Parlamento  Kürtlerin temsil edildiği bir kurum değildir.Bu doğru.Ama bu böyle olunca, parlamenter olguyu yok saymak, seçimlere sırt dönmek gerekmez.Legal mücadeleyi olabildiğince oraya da taşımanın olanaklarını elde etmeye çalışmak gerekir. Parlamento gibi Türkiye’deki diğer meslek kuruluşları ve sivil örgütlerde de Kürtlerin “Kürt “ olarak temsil olanağı yok.Ama buna karşın,bu örgütlerde de Kürt yurtseverleri seslerini duyurmaya ve yönetimde yönlendirme olanağını elde etmeye çalışmışlardır.Yani bunlar nasılsa sömürgecilerin oluşturduğu kurum ve kuruluşlardır oaralara uzanmanın gereği yoktur gibi bir düşünceden hareket edilmemesi gerekir..
1977 genel seçimlerinde “Özgürlük Yolu” anti-faşist söylemlerinden dolayı “milli cepheci”lere karşı CHP’nin desteklenmesini savundu. Rızgari ise bağımsız adayların seçime girerek bağımsız Kürt siyaseti doğrultusunda kitleleri yönlendirmesi gibi görüşlerden hareket etti. Bu belki çok uzun irdelemeleri gerektiren geniş bir konu.Ancak şunu söyleyebilirim ki, CHP’nin söylemleri o gün,bu gün ki gibi değildi ve CHP, faşist baskı ve  saldırılara karşı çıkıyordu.Kendisi de parti olarak bu saldırılardan nasibini alıyordu. Faşist militanlar ve devletin kolluk güçleri ilerici,demokrat ve devrimcilere karşı azgın saldırılar içindeydiler.Böylesi bir durumda iktidarın el değiştirmesi faşist saldırıların önüne geçilmesinde olanaklar yaratabilecekti.

Kaldı ki Kürt demokratik hareketi seçimlerde Türkiye’nin demokratik bir ortama geçirilmesi konusunda kendi başına bir güç ve etkinliğe sahip değildi. Mamafih Rızgari’nin Muş’ta desteklediği bağımsız milletvekili adayı zayıf bir destek sağlayarak o gün anti-faşist eğilimlere karşı böylesi bir politikanın bir güç oluşturamayacağının da belli ölçüde bir örneğini vermiş oldu. Türkiye’de demokrasi savaşımında Kürtler hiçbir zaman kendi başlarına yönlendirme,değiştirme ve dönüştürme gücüne sahip değildirler.Kürtler böylesi bir mücadelenin ağırlıklı bir bağlaşığıdır.Ama bunu genel devrimci bağlaşıklarla başarıya taşıyabilir…

Dediğim gibi konu çok uzun tahlilleri gerektirir,burada sadece bunları belirtmiş olmakla yetineyim..


1978 yılında TKSP’den ayrıldınız. Ayrılık nedenleriniz nelerdi?

İ.AKSOY: 1978 yılında TKSP’den ayrılmamı bir takım düşünsel farklılıklarla izah etmek istemem.Çok özlüce bu konuda şunu belirtebilirim; örgütler   insanların düşünce birliği yapmalarının sonucunda oluşur.İlk aşamada iyimserlik ve birlikteliğe duyulan inanç ağırlık noktasını oluşturur.Daha sonra ve zaman içinde değişik nedenlerden dolayı örgütü oluşturan yada örgütü yöneten kadrolar arasında ayrılıklar ortaya çıkar.Bunlar düşünsel ayrılıklar olabildiği kadar,çalışma biçimi veya pratik öngörüler,yada kişisel olarak birlikte çalışamama nedenlerine dayanabilir.Buna daha pek çok neden eklenebilir.Bizde genel kabul gören yaklaşım ayrılıkların mutlaka ideolojik nedenlere dayandırılmasıdır.Kuşkusuz bu önemli bir nedendir.Ama salt bundan kaynaklanmayan ayrılıkarda vardır.Eğer birlikte çalıştığınız insanlarla uyum konusunda ciddi karşıtlıklar ve birbirine inançsızlık gibi bir durum varsa zaten bir yerde kalmanın anlamı ortadan kalkar.Ben böylesi nedenlerin ağır  bastığı bir noktada örgütten ayrıldım.İşin doğrusu bu..

Bir polemiğe yol açamasında dolayımı detaya girmiyorsunuz?

İ.AKSOY: TKSP’den ayrılma konusunda her hangi bir polemik konusu,yada eleştiriye uğrama gibi çekincelerden dolayı ayrılık nedenlerini saklıyor değilim.Olayın üzerinden 30 yıl gibi bir zaman geçmiş.Kaldı ki böylesi bir konuda zamanında bile söylenmesi gerekeni söylemek durumundayım. Her zaman şuna inanıyorum ki,örgütsel tüm çalışmalar bir ekip işi olduğuna göre, insanlar aynı şeylere inansalar, aynı ilkeleri savunsalar da eğer birbirlerine uyum içinde değillerse,birbirlerinin yoldaşlıkları konusunda şu yada bu ölçekte kuşkuları varsa birlikte yol yürümelerinin eninde sonunda olanaklı olmadığı ortaya çıkar.Öyleyse böyle bir kanıya varıldığında yolları ayırmak daha vicdani ve akıllıca bir şey olmuş olur.
O günkü anlayışımla TKSP’nin düşünsel yapısıyla her hangi bir çelişkim yoktu.Örgüt genişledikçe,yeni arkadaşlar bize katıldıkça kuruluş aşamasındaki sıcak dostluk ve yoldaşlık yerini bir takım grupsal eğilimlere bıraktı.Yada ben gelişmeleri böyle algıladım. Belki o dönemde işsiz oluşum,ne profesyonel nede tam anlamıyla amatör bir konumda bulunuşum gibi belirsizlikler de duygusal davranmama yol açmış olabilir. Ağrı gibi küçük bir yerde de sürekli bir yalnızlık ve gözaltı gibi bir yaşam da bende bir takım alınganlıklar yaratmış olabilir. Ama bu arkadaşlarla yürüyemeyeceğim kanısı bana egemen oldu.

Partiden hiç kimseye benimle birlik olmaları konusunda asla gitmedim. O dönem Ağrı’ya söylentiler olmasın diye hiç uğramadım. Bir zaman önce Mehdi Zana değişik nedenlerle örgütten kopmuştu ve bu konuda onunla hiçbir konuşmamız olmamıştı. Ben yaşamım boyunca siyasal konularda ya bir kurulun içinde eleştiri ve önerilerimi söyler ve yaparım,yada tek başıma çekip giderim.Bu doğru mu değil mi üzerinde durmak istemiyorum. Ama bir grup içinde başka ve yeni bir klik yaratma gibi girişimlerin etik açıdan ve kişilik olarak asla benimsemediğim ve benimsemeyeceğim bir yöntemdir ve bu yöntemin başarılı olacağına da inanmam.
Daha sonra Necip Erdem takma adıyla yayımladığım “Ulusal sorun ve Türkiye’de ulusal sorun” adını taşıyan kitabımda da Türkiye Kürdistan’ının ekonomik ve sosyal yapısı üzerine düşüncelerim var.TKSP Kürdistan’ın sosyo/ekonomik yapısını “yarı-feodal” olarak belirlemişti.Ben bu kitapta T.Kürdistan’ın sosyo/ekonomik yapısının kapitalist olduğunu ileri sürüyor birtakım ekonomik ve istatistik verileri kanıt olarak göstermeye çalışıyorum. Kendime esin kaynağı olarak da Lenin’in “Rusya’da Kapitalizmin Gelişimi” isimli eserini almıştım.Hiç kuşkusuz aceleye getirilmiş yetersiz bir çalışmaydı..Birde Kürt örgütlerinin birlik yapmaları konusu işlenmeye çalışılmıştı. Kürt örgütlerine ve bu arada TKSP’ye “saldırı” niteliğinde eleştiriler yok.Çünkü bir takım kızıştırmalara karşın,ben bir örgütten ayrıldım diye onu yıkmaya çalışmayı da feodal kin ve öfkenin biçimlendirdiği gereksiz ve ilkel bir anlayış olarak görüyordum ve görüyorum.Ama örgüt mensuplarının çok daha değişik görüşlere sahip olduklarını daha sonra öğrendim.Acı bir gülümsemeyle üzerinde bile durmadım.Bağnazca militanlık kin ve öfkeyle örülmüş ilkel bir yapıyı dokur ve her zaman onarımı olanaksız insani yıkımlara yol açar.        
O günkü TKSP’ye bu günkü anlayışım ve değerlendirmemle baktığımda ,yapısının eklektik düşünceler üzerine kurulduğunu görüyorum.Onun esas alması gereken yol ve yöntemi diğer Kürt örgütleriyle yarışmaya girmeden düpedüz ve çok açık bir biçimde ve Kürtler üzerindeki tüm baskı ve zulme karşı demokratik mücadelede net ve açık bir biçimde ısrar etmesi ve Kürdistan özgürlük mücadelesinde böyle bir özellikle yerini alması gerekirdi.TKSP’nin kadroları ve mensuplarının genel yapısı buydu.Ama TKSP her konuda “öylede olur,böylede olur” gibi kendine güvenmeyen ikili ve net olmayan bir yol benimsedi.Bağımsızlık mı?Olurda olmazda?Silahlı mücadele mi?Olurda olmazda.Türkiye devrimci hareketiyle birlikte örgütlenme mi?Olurda olmazda. Ama altını çizmek istiyorum o dönem benim bu yaklaşımlar konusunda hiçbir itirazım olmamıştı.Şuna inanıyorum ki bir örgüt önüne açık ilkeler koyup,hiçbir duraksamaya  yol açmayacak biçimde bu ilkelerini yaşama geçirmekte kararlılıkla ısrar etmedikçe ne başarı şansı elde edebilir nede inandırıcılık kazanabilir.Bu günkü görüşümle daha pek çok eleştiri konusu var.Ama sizin sorunuza yanıtım,öncede belirttiğim gibi ayrılık nedenim ideolojik,teorik vs.den değil,birlikte çalışamayacağım anlayışına dayanıyordu.Bunu çok içtenlikle ifade etmek isterim…

O dönemin en önemli tartışma konularından biri, ayrı örgütlenme teziydi.  Siz o dönem ayrı örgütlenmeyi neden reddettiniz ve Türk ‘’Solu’’ içinde mi kendinizi gördünüz? 

İ.AKSOY: Burada bir yanlış değerlendirme var sanıyorum.Ben 1975’lerden sonra hiçbir zaman ayrı Kürt örgütlenmesine karşı olmadım. Aksine hep böylesi bir örgütlenmenin Kürtlerin özügürlük mücadelesinin kaçınılmaz gerekliliği olduğu inancını taşıdım.Kaldı ki TKSP’de bu nedenle yer edindim ve ayrıldıktan sonrada bazı arkadaşlarımla birlikte yeni bir Kürt  siyasi  örgütlenmesi için çalışmalara giriştik,ancak faşist gelişmeler Türkiye dışına çıkmayı zorlayınca çalışmalarımızı sonuçlandıramadık. Nevarki, demokrasi mücadelesinde Türkiye’nin genel demokratik hareketiyle her zaman bağlaşık içinde    olmanın zorunluluğuna inandım.Halen de Kürtlerin demokrasi savaşımında tek başına üstün gelmesinin olanaklı olmadığı ve mutlaka Türkiye demokrasi hareketiyle bağlaşık sağlayarak mücadele etmesi gerektiği düşüncesindeyim

Siz aynı zamanda bir edebiyetçısınız. Kürt Edebiyatı ne durumda?

İ.AKSOY: Türkiye Kürdistan’ında Kürt edebiyat çalışmaları kuşkusuz çok yetersiz. Türkiye’nin dışında örneğin İsveç,Almanya,Fransa gibi ülkelerde, bulunan Kürt yurtseverlerinin Kürtçe’de edebiyat çalışmaları var. Ancak Kürt dilindeki çalışmalar geniş bir okuyucu desteğinden yoksundur.Buda bu türden çalışmalar içinde olan arkadaşların coşkusunun önüne set germektedir.Ayrıca finansiyel açıdan da büyük güçlükler var.Bir yerde işler kişisel özveri ve amatör bir  hevesle yapılıyor denebilir.Geçmişe oranla genç arkadaşlar Kürtçe olarak birçok eser ürettiler.Bu konuda Kürtler büyük güçlükler yaşıyor. TV.,Radyo gibi iletişim araçları yazılı basından daha çok revaçta.Sovyet Ermenistan’ında geçmişte devlet desteğinde çok yararlı çalışmalar yapılıyordu ve Kürt edebiyatına bu çalışmalarla zenginlikler kazandırdılar.Ancak Sovyetlerin dağılmasından sonra gerek oradaki Kürt aydınlarının ekonomik zorunluluklarla dünyanın değişik yerlerine dağılmaları ve gerekse edebiyat çalışmalarında devlet desteğinin çekilmesi orda da edebi çalışmaları yok denecek bir düzeye indirgedi.
Tüm güçlüklere karşın özellikle Türkiye dışında Kürtçe yazın konusunda küçümsenmeyecek çabaların olduğunu söylemek olanaklı.Sadece telif eserler konusunda değil ama bazı klasik edebiyat ürünlerinin de Kürtçeye çevrilmesi, Kürtçenin standart bir yazım dili haline gelmesinde katkılar sağlamaktadır.Standart bir yazım dili konusunda epey yol alındığının da altını çizmek isterim.
Yazınla ilgilenen gençlerin Kürtçe yazmakta ısrarlı olmaları bir yerde görev ve sorumluluk olarak kendisini dayatıyor.Belki Kürtçe yapıtlar gerekli ilgiyi görmemiş olabilir.Kuşkusuz maddi sorunlar çok. Kürtçe yazarak bir yerlere ulaşmak belki güç. Ama dilimize bizden başkalarının sahiplik edeceğini bekleyemeyiz.Gramer ve sözlük çalışmalarını da Kürt edebiyat      çalışmalarının bir parçası olarak değerlendirirsek Kürtçe yazın alanında tüm kuşatılmışlığa ve yoksunluğa karşın geleceğe umut vadeden hele hele geçmişle oranlanmayacak olumlu gelişmelerin olduğunu söyleyebiliriz.Bu konuda Kürtçeyi yazı dili olarak kullanabilen Kürt aydınlarına özverili ve sabırlı çabaları elden bırakmamaları dayatıyor..

Yeni edebiyat ve dil çalışmalarınız var mı, bunlardan bize biraz bahseder misiniz?

İ.AKSOY: Ben kendimi olsa olsa edebiyata da ilgi duyan amatör bir kimse olarak tanımlayabilirim.Daha çok Türk dilinde yazdım.Bir roman ve bir çok kıssa öykü ile az oranda şiirlerim Türkçe olarak yayımlandı.Türkiye dışındayken bazı öykülerimde Kürtçe ve Türkçe yayımlanan bazı periyodik yayın organlarda      yayımlandı.
Elimde birikmiş epey Kürtçe kısa öykü denemeleri ve biraz  Kürtçe şiirlerim var.Bunları derleyip,düzenleyip yayınlamayı planlıyorum.
Kürtçe öykülerimde yaşadığım,duyduğum Kürt toplumunun  kır yaşamı ve aşiretsel ilişkilerini konu   edinip günümüze uyarlamaya çalışıyorum.Birde bitiremediğim ve üzerine çalıştığım bir “aşk öyküsü” denemem var.Ben yaştakiler için zamanın daraldığının bilincindeyim.Verimli olduğumu söyleyemem…



1980 yılında  mülteci oldunuz. Bize Almanya yıllarınızı, siyasi  mücadelenizi ve 
yaşamınızı anlatr nısınız?

İ.AKSOY: Ben 1980 yılının Mayıs ayında Türkiye’den ayrılarak İran Kürdistan’ına geçtim.Mahabat ve dolaylarında bir süre yaşadıktan sonra orada siyasal çalışmalar konusunda bir yarar görmediğimden, Tahran üzerinden Almanya’nın Frankfurt kentine geçerek yetkili mercilere sığınma isteminde bulunan yazılı talepnameyi verdim. 1979’larda bir grup eski TKSP’li arkadaş Almanya’daki KOMKAR örgütünden ayrılmışlardı ve yeniden örgütlenme çabası gösteriyorlardı.Bende onlara katıldım ve Almanya’nın Frankfurt   başta olmak üzere, Aschafhomburg, Duisburg, Nürnberg ve Bremen kentlerinde Mala Gelê  Kurd adıyla derneklerin kurulmasını sağladık.Gaziya Welat isimli aylık bir Kürtçe ve Türkçe gazete ile sadece bir sayı yayımlayabildiğimiz Wekhevi isimli Türkçe teorik bir dergi çıkardık.
1982 yılında bu arkadaşlarla birtakım teorik belirlemeler konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle ilişkilerimiz bozuldu ve ben bazı gençlerle birlikte bu arkadaşlardan ayrıldım.Bir süre ayrı bir dernek halinde çalışmalarımızı sürdürmeye ve Gaziya Welat gazetesini çıkarmayı denedik,maddi sıkıntılar bu çabaları sonca geçirmemize engel oldu. Derneği kapattık ve gazete yayınına son verdik.
Bir süre gelişmeleri izlemekle yetinmeye karar verdim.Eşim bir iş bulduğundan Darmstdt yakınlarında Reichelsheim isimli bir köye taşındık. Bende iş aradım. Bir süre bahçelerde gartenpfleger yardımcısı amele olarak çalıştım. Mesleğim elvermediğinden ve yaşım da ilerlemiş olduğundan rahat bir işe girmem olanaklı değildi. Sonra birilerinin aracılığıyla bir plastik fabrikasının sürekli gece vardiyasına düz işçi olarak girdim.Bu dönemde okuma ve yazma gibi çalışmalara ister istemez son verdim.Bu arada bir yakınımın maddi destek vermesi üzerine Darmstadt kent merkezinde Ararat (kurdische Küche)Restaurant adıyla  bir aile lokantası açtık.1989 yılından 2004 yılına kadar bu işletmede ben garsonluk yaptım,ayrıldığım eşim ve baldızım da mutfak işlerini yürüttüler. Darmstadt’taki Alman basını Ararat’ı konu edinen haber ve makaleler yayımlayınca lokantamız tanınıp çok iyi işler hale geldi.Bende garsonluktan artan zamanlarımda Bazı Kürtçe Türkçe periyodik yayınlara yazılar yazdım.1985 yılında Frankfurt’ta Türkçe yayımlanan Kürdün Türküsü isimli romanımın İKW yayınlarından Almanca çevirisi (Das lied der Kurden) 1995’te yayımlandı. Alman basınında romanla ilgili tanıtma ve değerlendirme yazıları çıktı. (Listen  edebiyat dergisinde ve Darmstadte Echo gazetesinde) 2004 yılında lokantayı kapatıp,Türkiye’ye dönme kararı verdim ve Frankfurt’an İstanbula gelerek iki gün Terörle mücadele şubesinde tutulduktan sonra serbest bırakıldım. Mersin’e yakınlarımın bulunduğu kente gelip yerleştim.Eski birkaç arkadaşımın desteğiyle Açılım isimli bir aylık derginin sahip ve sorumlu müdürlüğünü  üstlendim.Bu dergiyle birlikte Açılım Dergisi Yayımlarını da faaliyete geçirdik. Bu yayınevinde sadece   Kürdün Türküsü isimli romanımı yayınlayabildim.Dergi 12 sayı yayınını sürdürdü.Günlük olayları,edebiyat örneklerini yayımladık.O dergilerde Türkçe 6-7 kıssa öykülerim yayımlandı..Yine oradaki bazı arkadaşlarla birlikte “Mersin Avrupa Birliği Derneği” adını taşıyan bir derneğimiz ve dernek çalışmamız da vardı.
2007 yılında Mersin’den ayrılarak Ankara’ya gelip yerleştim…

Yakın zamanda Türkiye’ye döndünüz ve  şu anda  KDP (Katılımcı Demokrasi Partisi)’de genel başkanlık siyasi danışmanlığı yapıyorsunuz.  Bu parti  kendisine nasıl bir yol çiziyor? Programıyla ilgili  temel başlıklar  konusunda  bilgi verebilir misiniz?

İ.AKSOY: Ankara’da 2006 yılının Aralık ayında kurulmuş bulunan Katılımcı Demokrasi Partisi’nin Genel başkan Siyasi İşler danışmanlığını yapmaya başladım,daha sonra boşalan Genel başkan yardımcılıklarından birine getirildim.Halen bu partinin basından sorumlu genel başkan yardımcılığı görevini sürdürüyorum.
KADEP (Katılımcı Demokrasi Partisi);özet olarak her türlü şiddet yöntemini dıştalayan demokratik mücadele yöntemini  esas alan bir partidir.Kürt sorununda coğrafi federasyonu çözüm için esas gören, liberal demokratik ilkeleri benimseyen bir partidir.
KADEP (Katılımcı Demokrasi Partisi),Liberal ilkeleri yaşama geçirmeyi amaçlayan demokrat bir partidir.Parti programının girişinde şu ifadeler yer alıyor:

“Katılımcı Demokrasi Partisi,Kürt sorununun adil,barışçı,uluslar arası sözleşmelere,Birleşmiş Milletlerin belgelerine,uygun bir çözümü programının merkezine koymakla birlikte,ülkenin bütün sorunlarına sahip çıkar,değişim ve dönüşümü yeniden yapılandırması ve ülkede  demokrasiye tüm kurum ve kurallarıyla işlerlik kazandırmayı amaçlamaktadır.
“Avrupa Birliğine katılımı destekler,bunun için gerekli uyum belgelerinin biran önce eksiksiz düzenlenerek AB’ye katılım sürecini hızlandırmayı amaçlamaktadır”…..
Daha sonra Kürt sorunu ve onun çözümüne yer vermekte ve çözüm için coğrafi esaslara dayalı federal bir sistem olarak belirlenmekte;federalizmin daha özgürlükçü ve demokratik bir sistem olduğu ifade edilmektedir. Federalizmin uygulanmasının önünde üç temel engelin bulunduğu  belirtilerek bu engeller şu başlıklar altında verilmektedir;
1)Türkiye’de Demokrasi Kültürünün Yokluğu
2)Asker-Sivil İlişkileri
3)Yargını tutumu…
Daha sonra,Siyasi Partiler ve seçim yapısına değinilerek bunu demokratik bir niteliğe kavuşturmak için gerekli mücadelenin verileceği vaat ediliyor..
Var olan laiklik anlayışı eleştirilerek gerçek bir laik sistemin oturtulacağı ve bunun mücadelesinin verileceğinin altı çiziliyor.
Ekonomik ve tarım politikasında Kürtlerin yaşadığı yörelere devlet yatırımlarının gerçekçi,verime yönelik ve diğer bölgelere oranla ağırlıklı olması gerektiği ve bunun içinde gerekli çabanın gösterileceği anlatılıyor..Bir takım rahatlatıcı önerilerde bulunuluyor..
Çalışma ve Sosyal Güvenlik konusunda tüm yurttaşların devletin güvenlik şemsiyesi altında geleceğe güvenle baktığı  bir sistemi esas aldıkları ifadesi var.
Uluslar arası ilişkilerde tüm dünya ülkeleriyle karşılıklı yarar ilkesi esas alınarak barışçı bir biçimde kalıcı ve ilkeli bir politikanın yürütülmesi esas alınıyor.
Serbest rekabet,piyasa ekonomisi esaslarının yürütüleceği ama eğitim,çalışma ve sağlık gibi konularda devletin tüm yurttaşlarını güvenlik şemsiyesi  atına alacağı liberal-demokratik ilkeler  esas alınıyor…
Kısa başlıklarıyla Partinin programı bu esaslarla düzenlenmiş.Her türlü şiddet yöntemini dıştalayan,demokratik legal mücadeleyi esas alan bir parti….

Söyleşi: Gürsel Capanoglu


Kaynak: www.lekolin.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder