19 Ağustos 2012 Pazar

Kürdler ve Bağımsızlık!


Türk cumhuriyetinin kuruluşu ardından doğan Kürd kuşakların hafızasında onulmaz bir öfke yaratan unutulmaz resim; Ararat direnişini bastırırken dört yandan süngüledikleri bir mezardaki Kürd direnşçilerin cesetleri üzerinde tepinen Kemalist askerlerin zafer narası idi: „Kürdistan hayali burda medfundur!"


Kürdler, 1923 yılında TC, İngiltere-Fransa gibi devletlerin taraf olduğu Lozan Anlaşması ile parçalanarak uluslararası bir sömürge statüsüzlüğüne itildi. Kürdlerin inkar ve imhası üzerinden şekillenen sömürgeci devletlerin kaderi de dikatatöryel rejimler tarafından yönetilmek idi. Kürdistan sorunu bir lanet gibi bu devletlerin demokratikleşmesinin ve gelişmesinin de önündeki başat engel oldu.

Soğuk savaşın sonlanması ardından yerküremizde meydana gelen jeopolitik sarsıntı, Kürd halkının ısrarlı direnişi, hakim ülkelerde farklı dinamiklerin gelişmesi ülkemizin uluslararası sömürge statüsüzlüğünün yeniden tanımlanması sürecini de beraberinde getirdi.

Güney Kürdistan'da, Bağdat rejimi ve Kürdlerin zoraki „federatif Irak" uzatmalarının sonuna yaklaşılması, Batı Kürdistan'da Baas rejiminin çöküşünün geriye saymaya başlaması ile Kürdistan'ın iki yakasında yeni statülerin oluşumu sözkonusu olmuştur.

Kuzey Kürdistan'da da Oslo müzakereleri süreci ile birlikte Kürd-Türk sorununa çözüm arayışları kapsamında belirgin olmayan formüller tartışılmaya başlanmıştır.

Doğu Kürdistan'da da politik durum, Suriye ve Irak'taki rejimlerin akıbetinin netleşmesinden sonra değişecektir.



Bağımsızlık tartışması!

Güney ve Batı Kürdistan'da ortaya çıkan konjonktür, Kuzey ve Doğu parçalarındaki direniş, Kürd siyaset ve fikir dünyasını, Kürdistan konfliktinin kalıcı çözümü ve seçenekler konusunda da bir tartışmanın arifesine taşımıştır.

Ancak bu tartışmalarda bağımsızlığı savunanlar ve karşı olanlar arasında düşük volumla başlayan atışma, giderek kısır bir kutuplaşmaya dönüşmektedir.

Bu tartışmaların bir ilginç yanı, kimi Kürd yazarlarının „bağımsızlık" konusunda kullandıkları garip usluptur. Bir süredir bu konuda çeşitli medya organlarında fikir yürüten kimi Kürd yazarların bağımsızlık seçeneğini dillendirenleri „aklıevvel" veya „hayalperest" olmakla itham edip, bağımsızlığın da „realpolitik'e uygun olmadığını" ifade etmeleri dikkat çekiyor. Bu tavır sahipleri pozisyonlarını unutup kendilerini siyasetçilerin yerine koyarak, siyasi sınıfın bile imtina ettiği bir uslupla bu süreci sulandırmaktadırlar.

Türk rejiminin „Kürdistan'ın bağımsızlığı" konusunda kullandığı söylemlere yakın kavramlar kullanıp tartışmalara tahdit koyan bu anlayışın temelini anlamak kolay değil. Kürd halkının bağımsızlık hakkı şimdiye dek statükocu güçler ve kolonizatörler tarafından „hayal" olarak ifade edildi. Kürdlerin bu hakkına bu rejimler ve uzantıları şiddetle karşı çıktı.

Kastedilenlerin bağımsızlık tartışmalarıyla „hayalperstlik" ve „aklıevvellerin işi" diye alay edip „Kürdistan muhayelesinin medfuniyetine" dolaylı katkıda bulunmalarının nasıl bir izahı olabilir?



Kürd hareketi bağımsızlık tartışmalarının neresinde?

Kürd siyasetinin önemli aktörlerinin „bağımsızlık" tartışmalarında örgütsel ideolojik modellerini savunmalarına rağmen tıkayıcı bir uslup kullanmaktan da imtina ettikleri söylenebilir. Örneğin kuruluşundan 1990'lı yılların ortalarına dek „bağımsız, birleşik Kürdistan" doktrini ile hareket eden PKK, son yıllarda geçirdiği „paradigma değişikliği" ardından mevcut devletlerin siyasi sınırları içinde „demokratik özerklik modelini" en azından bir retorik olarak benimsemiştir. Bu söylemin dile gelmesine neden olan „özel hassasiyetler, zorlayıcı koşullar ve sorumlu siyaset" gibi amiller bir yana bırakıldığında, tatmin edici bir tanımı yapılamayan ve politik literatürde karşılığı olmayan bu çözüm formülüne, şiddet sarmalına dolanmış Kürd-Türk ilişkilerinde silahı temel diyalog biçimi olmaktan çıkarabilecek bir geçiş rolü oynama potansiyeline sahip olduğuna inanmak isteyenlerin var olduğu söylenebilir.

Bağımsızlık eksenli tartışmalarda PKK'ye yakın duran kimi yazarların karşıt  söylemleri, Kürdlerin mücadelesinin de karalanmasına neden olmaktadır. Hareketin yöneticilerinin bu hassas durumun farkında olduklarına dair mesajlar verdikleri, bu bağlamda son zamanlardaki demeç ve röportajlarda „TC'den ayrılma veya Güney ile birleşme" gibi opsiyonları da dillendirmelerinden anlaşılmaktadır.

Ancak „bağımsızlık" tartışmalarının kimi kesimlerince Kuzey Kürdistan'da PKK'nin „demokratik özerklik modeline" alternatif gibi algılanması, bu tartışmanın cılız kalmasına veya hakettiği oranda gündeme gelmemesine de neden olmaktadır.

Günümüzde siyasi ağırlığı olan neredeyse hiçbir Kürd örgütü programına bağımsızlığı almamasına rağmen, bağımsızlık fikri ve alternatifini de redetmemiş, tartışılmasına sınır koymamıştır.

Durum böyleyken Kürd ulusal hareketinin periferisinde kalıp bu tartışmalarda karşıt tavır alan Kürd yazarların „bağımsızlığı" talep eden veya tartışanlara saygılı olmaları bir tercih olmayacaktır!



Kürdler bağımsızlığa layık değil mi?

„Kürdlerin kendilerini yönetmekten aciz, modernite dışı, tarihsiz, kültürsüz, dolayısı ile bağımsız bir devlet olamayacak kadar niteliksiz yığınlar" olduğu, bu nedenle kurulacak manda devletlere katılıp elimine edilmeleri Lozan'da Kürdistan'ı parçalayan Türk, İngiliz ve Fransız diplomatların vicdansızlıklarına katık yaptıkları ırkçı ve insanlık dışı söylemler idi.

Kürdlerin, ülkelerini; onların kurdukları manda diktatöryel Suriye ve Irak devletlerinden daha iyi yönetecekleri, Ortadoğu'da demokrasi vahası bir ülke kurabilecekleri bu diplomatların torunları tarafından neredeyse 100 yıl sonra itiraf ediliyor. Özgürlük mücadelesini acılarla geçen bir asırdan sonra dahi kararlıca sürdüren Kürdler bağımsızlığa layık bir ulus olduklarını kanıtlamıştır.

Kürd halkının da diğer uluslar gibi bağımsız yaşama hakkı vardır. Kürdler ve diğer tüm talepkar uluslar için bağımsızlık meşru bir haktır. Bağımsızlığı savunmak da meşrudur. Bağımsızlığı ve bunu savunmayı „hayalperestlik ve aklıevvelik" ile suçlamak Kürd halkının bu meşru hakkını aşağılamaktır.

Ancak bu hakkın elde edilmesi elbette karmaşık ve zorlu bir süreçtir. Sadece Kürd halkının veya siyasi hareketinin bu hakkı savunması mevcut durumda bu hedefe ulaşmaya yetmeyebilir. Fakat Kürdler gelinen aşamada bu hakkın realize edilmesinin belki de ilk basamağına dayanmışlardır.

Bağımsızlık seçeneğinin olgunlaşması, bunun fikri ve maddi temelinin atılması, bu talebin diri tutulması ve dile getirenlere saygılı davranılması da Kürd siyasetinin görevidir. Kürd siyaseti bunu yapmıyor veya yapamıyorsa, tavrını izahla mükeleftir.

Siyaset sınıfının görevi halklarımızın ihtiyaçlarını ve taleplerini kollamak ve karşılamaktır. Siyaset bu görevini ikmal etmede zaaf bile gösterse, halkın ihtiyaçlarından vazgeçmesi ve taleplerini bir yana bırakması söz konusu olamaz.



Eşitlik mi, bağımsızlık mı „hayal?"

Kürdistan-Türkiye örneği esas alarak şunu sorabiliriz: Hakim üst kimlik ile ezilmiş sömürge kimlik arasında oluşmuş asırlık dengesiz ilişki diyalektiğinde; bu toplumlar arasındaki hukuk, yasal güvenceye kavuşturulsa dahi „gerçek bir eşitlik" sağlanabilecek mi?

Bence Türkiye'de yaşayan bir Türk ile bir Kürd'ün görünür gelecekte kelimenin tam anlamı ile „eşit" olabileceğine belki kimi romantik şairler inanabilir! Ancak umut saçan birer edib olmayanların Türklerin bir asırdır aşağılamaya çalışarak yönetmeye yeltendikleri Kürdler ile „eşit" olmayı kabul edeceklerini düşünmeleri pek kolay olmayacaktır!

Değiştirilen kimi yasalar, toplumların, farklı insan gruplarının asırlık reflekslerini de sihirli bir değnek gibi değiştiremez. Sadece ekonomik dağılım boyutu ile düşünürsek Hakkari'nin, Şırnak veya Amed'in yoksul Kürdlerinin, ulusal haklarını koruyan yasal birtakım değişiklikler ile Kocaeli, İzmir veya Antalya'nın Türkleri ile eşitlenebileceğini düşünmek için „realpolitik" mi olmak gerek? Kürdler yasal bir anlaşmadan sonra da, sistemin „paryası" olmayı, Türkler de zenginlik ve refahlarını bir dönemin „paryası" yoksul Kürdler ile paylaşmayı kabul edecekler midir?

Kürd tarafının tüm „iyi niyetli" yaklaşımlarına rağmen „demokratik özerklik/federasyon" gibi önermelerin Türkiye, Suriye veya Irak gibi ülkelerde yaşam bulacağına inanmak gerçekçi midir? Demokratik deneyim ve refleksleri olmayan, ırkçılık kültürü üzerinden şekillenen diktatöryel ulus-devletlerde kağıttan anlaşmaların bağıtlanması sözkonusu dahi olsa, bu formüllerin uygulanabileceğini düşünmek „realpolitik"e uygun mudur?

Farzı mahal, „gerçek bir eşitlik" sağlandığı varsayılsa dahi Araplar için, Kürdistan federatif bölgesinin halkı ile birlikte yaşamanın ne anlamı olabilir? Veya Türkler için Kürdlerle birlikte yaşamanın nasıl bir kârı olabilir?

Yani „Türk-Kürd eşitliğini" kağıttan garantilere saran bir sürecin ardından, Türk ırkçılarının „Kürdlerle birlikte yaşamak istemiyoruz, bizden ayrılsınlar" demelerine şaşmamak gerekir ki, bu trend şimdiden başlamıştır. Kürdlerin Antalya'dan, İzmir'den, Bursa'dan ırkçı linç ritüeli ile kovulmaları „çözüm"den sonra daha da hızlanacaktır!

Irak'taki Kürd ve Arap ilişkileri örneği bunun belirgin delilidir. Ortadoğu'nun „demokratik modeli" olarak dizayn edilip sunulmak istenen Irak'ta federatif sistemin Arap çoğunluk tarafından benimsenmemesi, Irak ordusunun Kürdleri sürekli tehdid etmesi, Kürdistan bütçesinin rutin olarak bloke edilmesi, Kerkük gibi bölgelerde anayasa hükümlerinin uygulanmaması nasıl izah edilebilinir?

Bağımsızlık fikrini „hayali" bulanlar, Avrupa demokrasinin merkezindeki Belçikalı Flamanların zenginliklerini, yoksul  Volonlar ile paylaşmak istemedikleri için ayrılma taleplerini de hatırlamalıdır.



Bağımsızlık „realpolitik" değil midir?

Bağımsızlık taleplerine karşı çıkanlar; bu fikrin „realpolitik"e uygun olmadığına dair argümanlara de sarılıyor!

Oysa insanlığın sadece son 20 yıllık tarihini izleyenler „realpolitik"in aslında bağımsızlıktan yana olduğunu farkedecektir.

Sovyetler, Yugoslavya, Çekoslovakya, Endonezya, Sudan, Çad gibi ülkelerden ik düzine bağımsız devlet çıkaran, bölünmüş Almanya ve Yemen halklarını birleştiren „realpolitik", sadece Kürdistan'da mı bağımsızlığa karşı işleyecek?

Etnik konfliktlerin çözüm aşamalarında benimsenen otonomi (özerklik) veya federasyon modelleri ayrılma ve bağımsızlığa geçiş süreci olarak da adlandırılır. Dolayısıyla dünyada onlarca örnekte görülebileceği gibi etno-politik konfliklerin bağımsızlıkla çözülebileceğine dair bir meyl olmuşmuştur. Dünyadaki bağımsız devletlerin yarısından fazlasının son 50 yılın „realpolitik" dengeleri arasında kurulduğu dikkate alındığında bu gerçek daha da net anlaşılacaktır.

Bağımsızlık, günümüzde ulusal sorunların çözümünde uygulanan bir seçenek olarak bilinmektedir. Bosna'dan, Kosova'ya, Doğu Timur'dan, Filistin'den, Güney Sudan'a dek bu gerçeği görebiliriz. Aynı süreç şu anda Güney Kürdistan ve Irak arasındaki ilişkilerde de işlemektedir.

Statükocu Avrupalı zihniyeti bile bu gerçeği anlamış olmalı ki Batı Kürdistan'daki gelişmeleri, gazetelerinde „bağımsız Kürdistan'ın tohumları mı atılıyor" manşetleri ile duyurmaya başlamıştır.

Bu tartışamaya bir katkı olarak; „sömürgeci süreçten sonra ezen ve ezilelerin eşitçe bir arada yaşayabildiği başarılı devlet modelleri kurulabilmiş  midir?" şeklinde bir soru sormak da aydınlatıcı olabilir!

Tüm bu söylenenlerin hülasası olarak; „bağımsızlığı realpolitik'e uygun olmayan aklıevvel hayalperestlik" olarak rededen görüş en azından dinlenmeye tahamül edilir düzeyede bir izaha muhtaçtır" denebilir.

Bugün Şemzînan'da, Çelê'de direnen, Kobanî ve Afrîn'de şehirlerinin özgürlüğünü koruyan, Musul ve Pêşxabûr'da Irak ordusuna karşı topraklarını savunan, Pîranşar ve Kermanşa'nın dağ ve sokaklarında Mollalara karşı harekete geçmek için uygun zamanı kollayan Kürd gerilla ve peşmergesi ülkeleri için bağımsızlığı ve bunu tartışmayı bir „hayal" olmaktan çıkarmıştır.

Kürd halkı da „Kürdistan muhayelesini" gömülmek istendiği yerde yeşertip, özgür ve onurlu bir ulus olma, bağımsız ve demokratik bir devlet kurma hakkını gasbetmeye çalışan kolonizatör edebiyata itibar etmemektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder