25 Ağustos 2012 Cumartesi

AĞRI’NIN ÖTE YAKASI


Uluslararası Hrant Dink Vakfı tarafından düzenlenen Türkiye-Ermenistan Gazeteci Diyalog Programı kapsamında bir grup gazeteciyle birlikte Ermenistan’a gittik. Bir hafta boyunca pek çok gazeteciyle ve kitle örgütüyle görüşerek Türkiye’nin Ağrı’nın öbür tarafından nasıl görüldüğünü anlamaya çalıştık.

Uluslararası Hrant Dink Vakfı tarafından düzenlenen Türkiye-Ermenistan Gazeteci Diyalog Programı kapsamında bir grup gazeteciyle birlikte Ermenistan’a gittik. Bir hafta boyunca pek çok gazeteciyle ve kitle örgütüyle görüşerek Türkiye’nin Ağrı’nın öbür tarafından nasıl görüldüğünü anlamaya çalıştık. Ermenistan’a dair izlenimlerimizin yer alacağı bu dosyanın ilk gününde, çeşitli kurum temsilcileriyle yaptığımız görüşmelere yer vereceğiz.

Ermenistan’ın başkenti Erivan’daki ilk durağımız Erivan Basın Kulübü’ydü. Bir çeşit Gazeteciler Cemiyeti olan Kulübün Başkanı Boris Navasardian, temel faaliyetler alanlarından birinin Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin basına nasıl yansıdığını takip etmek olduğunu söyledi. Nasavardian’dan sonra görüştüğümüz gazeteciler ve kitle örgütü yöneticileriyle yaptığımız sohbetler de gösterdi ki Ermenistan basını için gündemin ilk sırasında Türkiye ve Azerbaycan var.
Nasavardian, Kulüp olarak yuvarlak masa toplantıları yaptıklarını, bu toplantılara gazetecilerin yanı sıra politikacıların da katıldığını anlattı. “Karşılıklı olarak gelişmelerin basında doğru aktarılmadığını düşünüyoruz” diyen Navasardian, 2000’li yıllardan sonra verdikleri çaba sonucunda bu durumun aşılmasında önemli bir yol kat edildiğini ifade etti.
ERMENİ BASINI TÜRKİYE’DEN ADIM BEKLİYOR
Protokollerin askıya alınması sırasında basının tavrını da sorduk Navasardian’a. “Ermenistan basını Erivan tarafından her şeyin yapıldığına inanarak haber yapıyordu. Türkiye tarafından istek olmaması yüzünden protokollerin askıya alındığı düşünülüyordu” diyen Navasardian bu konuda gazetecilerin iki eğilime sahip olduğunu vurguladı: Birincisi, geleceğe yönelik daha iyi bir gelişme yakaladıktan sonra protokollere gitmenin doğru olduğunu düşünenler, ikincisi, protokoller için ön koşullar olmamalı diyenler.
“Protokollerin imzalanmasına kadar olumlu bir hava vardı ama askıya alınınca durum değişti. Protokollere karşı olmayanlar bile kendilerini kandırılmış hissediyorlar, yenik düştüklerini düşünüyorlar” diye özetledi Navasardian, protokollerin askıya alınmasının ardından yaşanan süreci.
Protokollerin tekrar hayata geçirilmesine dair kendi görüşlerini ise şu sözlerle ifade ediyor Navasardian: “2009 ekimden ne kadar uzaklaşıyorsak hem Ermenistan’da hem de Türkiye’de protokollerin sonuçlarından o kadar uzaklaşıyoruz.. Bütün sonuçlarına rağmen protokollerin imzalanmasından yanaydım. Şimdi analiz yapmaya çalışıyoruz. Yanlışlar nelerdi neden böyle oldu. İleride durum yeniden sıcaklaşırsa aynı yanlışları yapmamak için çalışıyoruz.”

‘BİRLİKTE YAŞAMAK HERKESİN ÇIKARINA’

Ekonomi ağırlıklı bir yayın profili olan Mediastyle bünyesinde faaliyet gösteren tert.am haber sitesinin Editörlerinden Karen Harutyunyan, 22 Nisan’da yapılan imza töreninin ABD’nin etkisiyle düzenlendiğini düşünüyor. İmzaların Obama’yı soykırım demekten kurtarmak için atıldığını söyleyen Harutyunyan, “Bu durum bir Ermeni olarak benim için üzücüydü” ifadesini kullandı.
Sınırların açılmasının Ermenistan’a ekonomik kazanımlar getireceğini belirten Harutyunyan, buna rağmen soykırım ve Karabağ sorunlarının hiçbir ekonomik çıkar için feda edilemeyeceğinin altını çizdi.
Ermenilerden özür diliyorum kampanyası için “Karanlıkta bir ışık gibi” ifadesini kullanan Harutyunyan, “Türkiye’de böyle insanların bulunmasını olumlu ve sevindirici buluyorum. İki ülke arasında böyle insanların çoğalmasıyla daha sıcak ilişki kurulabilir. Benzerliklerimizi ön plana çıkararak ilişki kurmalıyız. Bin senedir birlikte yaşadık, bundan sonra da açık sınırlarla birlikte yaşamak bütün dünyanın çıkarına olacaktır” dedi.

TÜRKİYE’DE 30 BİN ERMENİ KAYIT DIŞI ÇALIŞIYOR

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’de kayıt dışı olarak çalışan Ermenileri sınır dışı etme tehdidiyle birlikte bir kez daha gündeme gelen soruna dair kapsamlı çalışmaları olan Avrasya Vakfı’yla da görüştük.
Erdoğan’ın bu açıklamasından iki hafta önce, Türkiye’de kayıt dışı olarak çalışmak zorunda kalan Ermenilere dair çalışmalarını İstanbul ve Ankara’da kamuoyuyla paylaştıklarını söyleyen ..... bu konudaki çalışmalarının iki ayağı bulunduğunu söyledi. İlk olarak Ermenistan’dan göçü durdurmayı, ikinci olarak da Türkiye’deki Ermenilere yardımcı olmayı planlıyorlar.
Türkiye’deki göçmen Ermenilerin yaklaşık yüzde 95’inin kadın olduğunu söyleyen vakıf yöneticisi Gevorg Ter-Gabrielyan, bunun Ermenistan’da kadınların durumunun iyi olmadığının bir göstergesi olduğunu ifade etti. Ermenistan’ın kırsal bölgelerinden Türkiye’ye giden kadınların daha çok ev temizliği ve çocuk balkımı gibi işlerde çalıştığını kaydeden Ter-Gabrielyan, gitmeden önce kaygılı olan bu insanların Türkiye’de genellikle iyi karşılandıklarını, bu durumun sınırları açılması halinde karşılıklı önyargıların kırılacağının işareti olduğunu vurguladı.
Türkiye’de çalışan Ermenilerin çocuklarının durumunu vahim olduğunu söyleyen Ter-Gabrielyan, çocukların yaşadığı sorunları şöyle sıraladı: “Türkiye vatandaşı olmadıkları için Ermeni okullarına gidemiyor, Türkçe de bilmedikleri için normal okullara gidemiyorlar. Anne babaları ‘yasa dışı’ olduğu için kimlik alamıyorlar. Pasaportları olmadığı için Ermenistan’a da gidemiyorlar.”
Kafkas Enstitüsü Müdür Yardımcısı Sergey Minasyan ise şunları söyledi: “Protokoller imzalanmadan da ilişkiler başlayabilirdi ama böyle yapılması maalesef karşılıklı güvensizliği gösteriyor. Her iki taraf da ileride kendi güvenliği için bu protokollere gitmek istedi. Her iki taraf için de garanti olacaktı ama diğer taraftan sürecin uzadığını gördük. İki tarafın meclisi de bu süreci uzattı. Çünkü her iki tarafta da muhalefet ve milliyetçi görüş protokollere karşı aktif davrandılar.
Her iki tarafın ama daha çok Türkiye’nin iç politikası buna neden oldu. Ayrıca Azerbaycan gibi dış faktörler de rol oynadı. Fakat Türkiye gibi büyük bir ülkeye Azerbaycan’ın etki edebileceğine inanmıyorum. Türkiye’nin iç politikasının gelinen durumda belirleyici olduğunu düşünüyorum.”

--------------------------------------------------------------------------------
BÜYÜK ACILARIN MÜZESİ

Erivan’ın hakim tepelerinden birine kurulan Soykırım Anıtı ve anıtın yanında bulunan Soykırım Müzesi 1965’te inşa edilmiş. Müzenin girişinde bizi tarihi Ermenistan haritası karşıladı. Bugünkü Ermenistan toprakları, 380 bin kilometrekarelik bu haritanın sadece yüzde 10’unu kapsıyor.
Bize müzeyi gezdiren rehberimiz Ermenilerin tarih boyunca yaşadıkları ve daha sonra terk etmek zorunda kaldıkları coğrafyalar hakkında bilgi verdikten sonra 1915’e dair ayrıntılı bir sunum yaptı. Fotoğraflar, belgeler, dönemin gazete haberleri ve tablolarla güçlü bir anlatıma sahip olan müzenin çıkışında hayat ağacı bulunuyor. İki taşın arasından çıkan ağacın yer aldığı bu figür, zorluklara karşı direnerek ayakta kalmayı simgeliyor.
Müzenin Müdürü Hayk Demoyan, yıllık 200-250 bin ziyaretçi geldiğini,. 24 Nisan’da ise bu sayının 450-500 bine çıktığını söyledi. Çok fazla yeni belge bulunduğunu ve bunlar için yeni binaya ihtiyaçları olduğunu söyleyen Demoyan, farklı yerlere götürmek için gezen bir müze kurmayı planladıklarını anlattı. Bu kapsamda, iki konuda Türkiye’ye de müze götürmeyi planlıyorlarmış; Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeni sporcular ve Ermeni askerler.
Demoyan’ın anlattığı ilginç bir hikaye ise Çanakkale Savaşı’na dair. Yaptıkları araştırmalar sonucunda, bu savaşta Ermeni askerlerin de olduğunu tespit etmişler. Bir askerin günlüğünü bulmuşlar. Bu günlüğe göre, ilk İngiliz gemisini batıran bir Ermeni askermiş ve madalya almış. Daha sonra Talat Paşa bu askerin zehirlenmesini istemiş ancak başaramamış. Halep’te bir l kez daha zehirlemek istemişler. Asker Çanakkale’deyken de ailesi öldürülmüş. İngilizce olarak kaleme alınmış olan günlüğü İngilizce ve Ermenice olarak yayına hazırladıklarını söyledi Demoyan.
Ermenileri kurtaran binlerce Türk ve Kürt aile bulunduğuna da dikkat çeken Demoyan, “Bunların belgelerine yeni müzede yer vereceğiz. Ancak Türkiye önce yaşananları kabul etmeli, daha sonra kurtardıklarına dikkat çekmeli” diye konuştu.

--------------------------------------------------------------------------------
ERMENİSTAN’DA DA KADININ ADI YOK

Erivan’daki Kadın Çalışmaları Merkezi’nin Yöneticisi Lara Aharunyan’la Ermenistan’da kadının durumuna dair konuşmaya başladığımızda Türkiye’den çok da uzakta olmadığımızı üzülerek fark ettik. Kadınlar yine töre, namus ve gelenek baskısıyla karşı karşıyalar. Aile içi şiddet yaygın ve kadınların yaşadıkları saldırılar nedeniyle polise başvurma oranları tıpkı Türkiye’deki gibi. Ayrıca başvursalar dahi korunan yine kadınlar değil saldırganlar oluyormuş Lara Aharunyan’ın anlattıklarına göre.
2003’te Erivan Devlet Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde üniversiteden bağımsız olarak kurulan Kadın Çalışmaları Merkezi’nin amacı, kadınlar için güvenli bir merkez oluşturabilmek. “Çeşitli projelerle, klişeleşmiş düşünceleri kırmaya çalışıyoruz” diyen Aharunyan, toplum tarafından reddedilse de var olan, cinsel taciz ve tecavüze karşı mücadele ettiklerini söyledi.
Kadınlar politik hayatta aktif olamadıklarını, parlamentoda yüzde 10 kadın oranı olduğunu ve hükümetin kadınları bu konularda desteklemediğini belirten Aharunyan, kadınların üzerinde kültürel bir baskının, ‘Kadının yeri evidir’ anlayışının hakim olduğunu ifade etti.



--------------------------------------------------------------------------------
ÖNCE İLİŞKİ KURULSUN,PROTOKOLLER SONRAKİ İŞ

10 yıldır sanal alemde yayın yapan ve 7 ay önce de haftalık dergi olarak yayınlanmaya başlanan Hetq Online Yayın Yönetmeni Edik Baghdasaryan bizi tatlı sert bir ifadeyle karşıladı. Bizimkine benzer “projeler” kapsamında iki ülke arasında kısa süreli ziyaretlerin önemli ancak yetersiz olduğunu söyleyen Baghdasaryan, daha uzun süreli birbirini anlama kültürünün yerleşmesi gerektiğini ifade etti.
Ermenistan ve Türkiye arasında hiçbir protokol imzalanmadan ilişki kurulması gerektiğini düşünen Baghdasaryan “Önce iki ülke ilişki kursun diğer adımlar sonra atılır” diyor ve şunları söylüyor: “Türkiye tarihinde bir ülkeyle ilişki kurmak için daha önce hiç protokol imzaladı mı bilmiyorum. Ermenistan’da bu daha önce hiç yaşanmamıştı. Neden böyle bir şey yapıldı anlamıyorum.”


--------------------------------------------------------------------------------
TAŞNAK SÜTUN PARTİSİ:PROTOKOLLER ÖNKOŞULSUZ OLMALI

Bir haftalık Ermenistan ziyaretimiz kapsamında görüşme fırsatı bulduğumuz tek siyasi parti olan Taşnak Sütun (Ermeni Devrimci Federasyonu) 1890’da Tiflis’te kurulmuş bir parti. Tıpkı CHP gibi Sosyalist Enternasyonel üyesi olan Taşnak Sütun, birinci *****huriyeti kuran parti olarak tanınıyor. CHP ile “milliyetçilik” konusunda da benzeşiyorlar. 30’dan fazla ülkede faaliyeti bulunan partinin diaspora içinde önemli bir etkisi bulunuyor.
131 kişilik mecliste partilere ayrılan 96 sandalyenin 16’sına sahip olan Taşnakların Genel Sekreteri Giro Manoyan sorularımızı yanıtladı. 27 Nisan 2009’a kadar koalisyonda yer alan; 3 bakanı ve meclis başkan vekili bulunan parti, protokollerin imzalanmasının ardından koalisyondan ayrılmış.
Manoyan bu ayrılışın nedenini şöyle anlatıyor: “Hükümetle aramızda hemfikir olmadığımız konular var. Biz sosyalist partiyiz hükümetse merkezi sağ. Koalisyon süresince bize doğru çekmeye çalıştık. Kağıt üzerinde bunu başarabildik ama pratik anlamda böyle olmadı. Hemfikir olmadığımız konulara Türkiye-Ermenistan ilişkileri de girdi. Koalisyonda olmamıza rağmen geçen sene 22 Nisan’da yapılan açıklamadan haberdar değildik. Görüşmelerden haberimiz vardı sadece. İki ülke arasında ilişkiler olmalı ancak gerçekten önkoşulsuz olmalı. Türkiye-Ermenistan ilişkilerine değil ama protokollere karşıyız, Ermenistan’ın imzasını geri çekmesini istiyoruz. Türkiye önkoşulsuz masaya oturursa Ermenistan da o zaman otursun. Çünkü bugünkü durum sadece Türkiye için yararlı, Ermenistan için değil.”


Ağrı bir yükseklik mi, derinlik mi?

Ermenilerin Ararat diye andıkları Ağrı dağı onlar için büyük bir değer. Bunu, Ermenistan sanayisinin en önemli alanlarından biri olan Konyak üretiminin yapıldığı fabrikaya Ararat isminin verilmesinden de, bu isme başka birçok yerde denk gelmenizden de anlıyorsunuz.
Kadim Ermeni inancına göre Nuh Tufanı, Ermeniler için sadece büyük bir felaket değil, aynı zamanda Tanrı katından kendilerine gelen büyük bir sınavdır da. Ermeniler kadar kendini Ağrı Dağı’yla, onların deyişiyle Ararat ile özdeşleştiren azdır. Tüm heybetiyle yükselen Ağrı Dağı, Ermeniler tarafından eteklerinde buluşma yeri olarak algılanmıştır.
Başkent Erivan’da (Yerevan) ve başka bazı kentlerde, hava kapalı olduğunda bir siluet olarak gözüken Ağrı, havanın açık olduğu zamanlarda bütün heybeti ile kendini gösteriyor. Ermenistan’a dair pek çok fotoğrafta kentlerle Ağrı Dağı’nı birlikte görmenin anlamını burada daha iyi hissediyorsunuz. Açık bir havada kendini bütün heybetiyle gösteren Ağrı, Türkiye’de yaşayan ve ona bu düzeyde anlamlar yüklemeyen bir Türk için, herhalde Türkiye’nin en yüksek dağıdır sadece. Ama Ermeniler için bir derinlik.

SU VE IŞIĞIN DANSI

Ermenistan, Sovyetler Birliği’nin dağılması üzerine 23 Ağustos 1991’de bağımsızlığını ilan etmiş. Bugün 3 milyon 300 binlik bir nüfusa sahip olan Ermenistan’da nüfusun yaklaşık 1.5 milyonu başkent Erivan’da yaşıyor. Başkentin en gözde yeri, hükümet binası ve devlet sanat galerisinin bulunduğu *****huriyet Meydanı. İstanbul’da tanık olamayacağınız kadar ferah ve geniş bir alana yayılmış olan meydanda bir de büyük havuz var. Kış ayları dışında her gün havanın kararmasıyla birlikte bu havuzda ışıklı, müzikli su gösterisi yapılıyor. Işıklarla ‘şarkı söyleyen’ suyun bu dansı, Ermenileri her akşam etrafında topluyor. Bu gösteri sırasında, Sovyet döneminde önemli ürünler vermiş ünlü Ermeni sanatçılarının da aralarında bulunduğu pek çok sanatçıya ait klasik müzik ağırlıklı bir şölene tanık oluyorsunuz. Bu bizim aklımıza, İstanbul’un ‘fetih’ törenlerinde mehter marşı eşliğinde Haliç’e ışıkla oluşturulan gemilerle Fatih’in çıkarma yaptığı ‘sanal’ gösteriler geliyor. Uzun yıllar sosyalist bir kültürü de yaşamış olan Ermenilerin insanın ruhunu dinlendiren gösterisiyle kıyaslandığında, bizde böylesi bir ‘masrafın’ ancak milli duyguları şahlandırmak amacıyla harcandığını düşünmeden edemiyorsunuz.
Bu meydanda trafiğin düzenlenme biçimi de dikkat çekici. Baktığınızda belki 10-15 saniyeden geçebileceğinizi düşündüğünüz karşı noktaya, birkaç dakikada geçebiliyorsunuz. Çünkü yaya ve araç trafiği, meydanın ferahlığına müdahale etmeyecek biçimde düzenlenmiş.
Bir de bu meydandaki hükümet binası ve bakanlıkların etrafında polislerin bulunmayışı da dikkat çekici. İstediğiniz binanın dibine kadar girerek fotoğraf çekebilir ve hatta ‘arkeolojik’ bir merakınız varsa taşlarına da dokunabilirsiniz. Bunu yaparken ‘canlı bomba’ muamelesi görerek ‘paketlenmeyeceğinizden’ emin olarak!

YOKSULLUĞUMUZ BENZİYOR

Ermenistan ile Türkiye, halklarının yoksul bir hayat sürüyor olması bakımından da benzeşiyor. Örneğin ziyaret ettiğimiz bir gazetenin yöneticisi, muhabirlerine ayda 300 dolar düzeyinde bir maaş verdiklerini söylemişti. Özel vasıflı işler dışında maaşların bu düzeye yakın olduğu söyleniyor. Ancak Ermeni halkının geçmişten gelen şansları var. Sosyalist dönemde devlet herkese bir ev vermiş. Kira diye bir dertleri yok. Sadece dışarıdan üniversitede okumak için gelen öğrenciler, ya da başka nedenlerle dışarıdan gelip burada yaşayanlar kirada oturuyor. Bir haftalık gözlemlerimiz sonucunda Ermenistan’ın, yoksul ancak yoksulluktan kırılan bir ülke olmadığını söyleyebiliriz.
*****hurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Ermenistan’da, Ermenistan *****hurbaşkanı Sarkisyan ile Ermenistan-Türkiye maçını izlerken ikisini birlikte gösteren fotoğraf karesine girmiş olan vantilatörün Türkiye’de Ermenistan’ın yoksulluğunun bir simgesi gibi yorumlandığını, hatta Can Dündar’ın bu kare için bir de hüzünlü yazı yazmış olduğunu hatırladığımızda, burada gezdiğimiz çeşitli kurumlarda vantilatörün yanında, klimaya da rastladığımızı not düşebiliriz.

İKİ AYRI DÜNYA

Ermenistan’ın kentlerindeki gündelik hayatı gözlediğinizde, bir dönem sosyalizmi yaşamış bu ülkenin, bugün kapitalist dünyanın tipik çelişkilerini sergilediği de gözünüzden kaçmıyor. Örneğin, gezi kapsamında gittiğimiz Gyumri’de gördüğümüz dolmuş olarak kullanılan eski model araçlar, daha çok tarihi belgesel filmler için tercih edilebilecek cinsten. Öte yandan, Erivan’da son model siyah ciplere rastlayabiliyorsunuz.
Burada, dikkatimizi çeken bir başka nokta ise, Türkiye’deki ‘Lüks tüketim vergisi’ soygunun olmayışı. Örneğin Türkiye’de vergi nedeniyle yüksek fiyatla satılan sigaralar, burada aynı vergi kazığı olmadığı için daha ucuz. Ermenistan’ın kendi sigaraları ise, çok daha ucuz.

ANADOLU’NUN ZANAATKARLARI

Ermeni demir ustalarının, taş ustalarının, nalbantların Anadolu zanaatkarları arasında önemli bir yer tuttuğunu bize bir kez daha hatırlatan bir müzeyi de gezdik Ermenistan’da. Gyumri kentinde bir Ermeni tüccarın oluşturduğu müzede demircilikte, bakırcılıkta kullanılan eski malzemelerden, dikiş ve marangozluk işlerine ait malzemelere kadar pek çok şey gördük. Hatta henüz tam yürüme çağına gelememiş bebeklerin, düşmeden yürüme pratikleri yapabilmeleri için, ortası oyuk tahtadan yapılmış olan malzeme, çok uzun yıllar önce Ermeni marangoz ustalarının nelere şekil verdiğinin bir göstermesiydi. Kulağınıza daha önce çeşitli vesilelerle çalınmış olan ‘Demirciyan’, ‘Nalbantyan’ gibi isimlerin, 19. yüzyıla ait, tarihsel izlerini bir müzede sürebilmek, emeğin tarihine de özel bir bakış olarak heyecan vericiydi. Bu görüntüler Anadolu’nun emek tarihi içinde Ermenilerin etkin rollerinin de birer belgesi niteliğindeydi.
Ermenistan’daki bir haftalık gezimiz sırasında, sokakta ya da herhangi bir mekanda, Türk olmaktan kaynaklanan bir olumsuzlukla karşılaşmadık. Hatta sıcak bir ev sahipliği gördüğümüzü söyleyebiliriz. Elbette ki, her halk gibi Ermeniler de, yaşadıkları büyük tarihsel acıları unutmuyorlar ve bu nedenle Türkiye’den kendi tarihiyle samimi bir yüzleşme talep ediyorlar. Bununla birlikte, konuştuğumuz çeşitli konumlardaki pek çok Ermeni, Türkiye’de yaşadıkları eski topraklarının isimlerini, burada yaşatmanın yanında, köklerinin ait oldukları Anadolu’daki toprakları özgürce gelip görebildikleri, bunu yaparken de, ötekileştirici politika ve söylemlere tanık olmadıkları günlerin de özlemini duyuyorlar.

ÖNCE KAFALARDAKİ SINIRLAR KALKMALI

Bir haftalık bu gezi bize, Ermenistan’la aramızdaki sınır kapısının açılmasından daha önemli olanın kafalardaki ‘sınırların’ kalkması olduğunu bir kez daha gösterdi.
Ermenistan izlenimlerimizi noktalarken, bize bu gezi sırasında eşlik eden Uluslararası Hrant Dink Vakfı’ndan Aret Gıcır’a, Ermeni kurum temsilcilerine yönelttiğimiz uzun soruları üşenmeden çeviren Sanatçı Boğos Yeğyazar’a ve gezi boyunca adeta elimiz kolumuz olan çiçeği burnunda Doktor Daniel Kuzuluk’a sıcak dostlukları için teşekkürü bir borç biliyoruz.

--------------------------------------------------------------------------------
ROMA TAPINAĞI VE GARNİ VADİSİ

Garni kentinde bulunan Roma Tapınağı, Ermenistan’ın görülmesi gereken tarihi yapılarından biri. Ermeni Kralı Tiridatesem tarafından yaptırılmış olan yapı, daha sonra iyi bir restorasyondan geçmiş.Tapınağın çatısı 24 sütun tarafından destekleniyor ve Roma mimarisinin özelliklerinden biri olan, tek parça halindeki büyük taşların kullanımıyla da dikkat çekiyor.
Pagan Roma döneminde inşa edilen bu tapınak, klasik Helenist dönemi yansıtıyor. Ancak Garni’ye geldiğinizde sadece bu tapınağı görmekle yetinmeyip, Garni Vadisi’ni de mutlaka görmek gerekiyor. Dağlık yapısı, yarları ve ortasından geçen deresi ile yeşil Garni Vadisi, adeta Tunceli’nin ikizi gibi.

--------------------------------------------------------------------------------
DENİZLERİN RESSAMI AYVAZOWSKİ

Erivan’daki Devlet Sanat Galerisi de, insana tam bir resim ziyafeti sunuyor. Bu çok katlı binadaki resimleri içinize sindire sindire görmek istiyorsanız 3-4 saatinizi ayırmanız gerekebilir. Bizim, sınırlı bir zamanda dolaşabildiğimiz binada, Sovyet dönemi ressamlarının eserleri göz kamaştırıcıydı. Bunların arasında Ermeni Ressam Ayvazowski’yi (1817-1900) özellikle anmadan geçemeyiz. Ayvazowski’nin burada bulunan deniz resimlerini görünce ona neden ‘Denizlerin Ressamı’ dendiğini daha iyi fark ediyorsunuz. Okyanusta fırtınayla oluşan dalgalar ve bu dalgalar içinde yol almaya çalışan gemilerin görüntüleri, sizi canlı bir film karesi gibi içine çekiyor. Hem insanın doğa ile baş etme savaşına, hem de büyük denizlerin sizi çağıran coşkun dalgalarına tanıklık ettiğiniz bu tablolar adeta üç boyutlu bir etki yaratıyor. 19. yüzyıl Sovyet deniz ressamlarının en ünlü temsilcisi olan, Rus Deniz Bakanlığı’nda ressam olarak çalışan, bitirdiği okulda profesör olan Ayvazowski, Dolmabahçe Sarayı için de pek çok resim yapmıştı.

--------------------------------------------------------------------------------
ERMENİLERİN VATİKANI: ECHMİADZİN KATEDRALİ 

Echmiadzin Katedrali, başkent Erivan’dan batıya doğru 20 kilometre mesafede bulunuyor. Yapı hem mimari, hem de kültürel ve dini açıdan, Ermenistan’a gelenlerin görmesi gereken önemli mekanlardan biri. UNESCO’nun Dünya Miras Listesi’nde de bulunan Echmiadzin’i, en canlı zamanı olan pazar ayini sırasında ziyaret ettik. Birçok kez onarılmış olan katedral, özgün mimari yapısıyla dikkat çekiyor.
Bahçesindeki, Khachkar diye ifade edilen taş yapılar da, birer antik eser olarak, katedralin arkeolojik zenginliğini gözler önüne seriyor.
Görkemli ritüellerin gerçekleştiği bu pazar ayinini görünce, bu tablonun sürekli yaşanıp yaşanmadığını soruyoruz.
Ermenistan, Sovyetler’den ayrılıp bağımsızlığını ilan ettikten sonra kiliselere yönelimde bir artış olduğu söyleniyor ve bunun sadece dinsel değil, aynı zamanda kültürel bir alışkanlık olduğuna da dikkat çekiliyor.

Hazırlayanlar: Fatih Polat - Mehmet Özer /Evrensel

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder